“Cici kız” gibi davranma konusunda beynim yıkanmıştı, yani; asla bir erkeği öfkelendirebilecek veya aşağılayabilecek herhangi bir şeyi yapma ya da söyleme. Sonra küresel bir salgın geldi.
Carolita Johnson
New York’ta COVID-19 nedeniyle kapanmadan hemen önce, insanların bana çok fazla dokunması konusunu her yerde şikayet ediyordum. Bunlar çoğunlukla hizmet sektörü deneyimi olan bir kadının feminist ifadeleriydi. Ama özellikle bir adam, yakın zamanda bana açıkça-çıkma-teklif-etmemiş-olan biri, bu belirsiz ve beyan etmediği ilgisini, bana her rastladığında herkesin önünde ellerini omuzlarıma koyarak birçok kez göstermeye karar vermişti. En küçük bir provokasyon; bir kafede bilgisayarımın başında oturmuş çalışırken arkamdan çıkagelmesi ya da sadece tam karşıdan hatta bazen yanlardan geçmesi yetiyordu.
Derken kapanma geldi. Bana erişmeye çalışan insanlar aniden kendilerini spazm geçirir gibi kıvrılan kollarıyla ellerini göğüslerine geri götürürken ve benden bir buçuk metre uzakta dururken buldular.
Çok hoştu.
Ve sonra maskeler geldi: Eğer öyle hissetmiyorsam artık gülümsemem gerekmiyordu! Bu da güçlendiriciydi.
Bir gün, yürürken, “omuza dokunucu” adamı köşeyi dönerken gördüm, ondan uzaklaşıp caddeye saptığım sırada gözlerimiz maskelerimizin üzerinde buluştu, yüksek sesle, “Aman Tanrım! Benden uzak dur!” dedim ve birbirimizin yanından geçerken çılgınca güldüm. Bu, erkeklerin nihayet kişisel alanına saygı duymasını talep etmek için, koşulların özgür bıraktığı ve onayladığı bir kadının kahkahasıydı. Asla eski haline dönmesini beklemediğim tek şey bu.
Erkeklerin tacizleri konusunda alenen ciyakladığım bilinen bir şey, ancak yine de sinir bozucu bir şekilde “iyi” yetiştirilmenin sonucu olarak, beyni yıkanmış ve otomatik olarak “cici kız” davranışına ayarlı, yani; ürkütücü bir kolaylıkla tersi yapılabilen “asla bir erkeği öfkelendirebilecek veya aşağılayabilecek herhangi bir şey yapma veya söyleme” durumunda kalıyorum. Bu yüzden, adam ellerini üzerime koyduğunda, bir şey söylemek yerine dondum. O gittiğinde, benim sakinleşmem arkadaşlarıma şikayet etmekten ibaretti, bu şekilde yetiştirilen birinin yaptığı gibi. Ama böyle yaşanmaz: daha genç kadınlardan erkekleri öfkelendirme riskini almanın, bu erkeklerin öfkelenmesi riskini almak anlamına gelse bile daha sağlıklı olduğunu öğrendim.
Pek dokunarak anlaşan biri değilim. Arkadaşlarımın omzuna kolumu dolamayı öğrenmek yıllarımı, on yıllarımı aldı. Vefat eden kocama sarılmak, öldüğü güne kadar ona gösterdiğim tek PDA* biçimiydi. Bu konuda iyi değildim. Ve neden iyi olmalıyım merak ediyordum bazen? Herkese kendimden bir parça borçlu muydum? Zaten çok vermiyor muydum? Görünüşümü etrafımdakilerin gündelik değerlendirmesine açmak ve onaylandığımda teşekkür etmek, istemediğim zamanlarda bile gülümsemek. İnsanların sürekli bana dokunmasına izin vermek zorunda olmadığım bir dünyada idare edebilirdim.
Son işim gündüz saatlerinde çalıştığım bir kafedeydi, ondan önce bu bahar Suny New Paltz’daki bir kursta, gündüz işimle tamamen zıtlık oluşturacak biçimde dokunmamaktan/ bana dokunmamalarından hoşlandığım (duygusal ilişki hariç) öğrencilerime ders veriyordum. Artık şımardım. Garson olarak çoğunluğu erkek olan yabancıların taleplerine dayanmak, onlara sahte övgüler düzmek zorundaydım. Müşterilere dokunan garsonların dokunmayanlara göre daha çok tip (bahşiş) aldığını iddia eden araştırmayı kim yaptıysa canlı canlı kaynatılmalı. O çalışmayı, herkesin şimdi tipini senin müşterine sevgi göstermene bağlı olarak ayarlamak istemesinden sorumlu tutuyorum. Of.
Bu işte her geçen yıl daha az hoşgörülü oldum ve “Fiziksel görünüşümü tartışmayı sevmiyorum, teşekkür ederim, siparişinizi alabilir miyim?” gibi şeyler söylemeye başladım. Veya “Lütfen bana ‘genç bayan’ deme. Ben yetişkin bir kadınım.” Geçen dönem ders verdikten sonra, bir daha asla hizmet sektöründe çalışmak istemedim.
Ne kadar uzun süre tek başıma kalırsam o kadar daha fazla yeniden kendime ait olduğumu hissettim. Kocamın ölümünden sonraki yas döneminin, içtenlikle ilgilenen arkadaşlara dokunmayı ve onlar tarafından dokunulmayı öğreten bir eğitim olduğunu, değerli ve insani olduğunu kabul etmeliyim. Zamanla da ilgiliydi! Ancak evinde kapanmanın aşırı izolasyonu, vagondan düşmek gibiydi: yalnızlık, neredeyse suçluluk duygusuyla yerleştiğim rahat, eski bir koltuktu.
Mahallemdeki kafemde muhtemelen bir daha asla çalışmayacağımı bildiğimden, hiç sevmediğim müşterilerin yanından geçip gülümsememe hatta onları selamlamama konusunda özgür hissediyordum. Bazen onları hiç görmemiş gibi davranıyordum. Oh, ne keyif! Uzun lafın kısası sadece “Seni hiç sevmedim” demekten vazgeçtim. Bana Mark Twain’in The Facts Concerning a Recent Carnival of Crime in Connecticut (Son Connecticut Suç Karnavalı ile ilgili Bazı Noktalar) başlıklı kısa öyküsünü hatırlattı. Anlatıcının vicdanını yok edip bir seri cinayet işlemesi, bir kadının onu selamlayan yabancılara gülümsememesi kadar günahkar hissettirir.
Hanımefendi tarzıma geri döneceğimi sanmıyorum. Korona’yı suçlayın ya da yeni bulduğum öz varlığım için beni tebrik edin, ama hangisini yaparsanız yapın, bir buçuk metre uzakta durun, lütfen.
* PDA: Public Display of Affection: Kamusal sevgi, yakınlık gösterimi (ç.n.)
Çeviren: Hanife Aliefendioğlu
Bu yazının orijinali 28 Ağustos 2020 tarihinde The Guardian’da yayınlanmıştır.