“COVID-19 ve Ötesi için Feminist Bir Kurtarma Planı: Taban Aktivizminden Öğrenmek” adlı araştırma projesi hakkında edindiğimiz bilgiyi paylaşmak ve biraz da bir proje olarak kendisi de projecilik evreni içerisinde yer alan söz konusu araştırmanın eleştirel bir okumasını yapmak istiyoruz.

Sömürgeci kapitalist patriyarkanın yarattığı eşitsizlik, baskı ve şiddetin iktidarlar tarafından -estetize etme veya gizleme zahmetine katlanılmaksızın- normalleştirilmesi yeni bir olgu değil elbette. Ancak pandeminin yarattığı kriz ile birlikte söz konusu şiddetin yoğunlaşarak arttığı ve yapısal köklerinin gitgide daha da görünürleştiği bir gerçek. Bu durum öngörüldüğü için olsa gerek tüm dünyadaki kadın hareketleri ve feminist hareketler pandeminin henüz ilk günlerinden itibaren normale dönmek istemediklerini belirttiler; çeşitli talepler, dayanışma pratikleri, acil eylem planları veya ağlar üzerinden örgütlenerek bir şekilde var olma ve direnmenin yollarını aradılar ve arıyorlar. Salgın ne kadar küreselse, dayanışma ve direnişi de o kadar küreselleştirmek gerektiğinden olsa gerek ulusaşırı feminist mücadele arayışlarının da yoğunlaştığını görüyoruz. Ayrıca krizin yeniden-üretimin farklı maddi koşullarına zarar verdiği, kadınların ve LGBTIQ+’ların üretici ve yeniden üretici emeğini daha da güvencesizleştirdiği de pandeminin henüz ilk günlerinden itibaren dile getirildi. Bugüne kadar toplumsal yeniden üretim ve özellikle de bakım emeği görünmez kılınarak sömürülen bu grupların politik olarak merkezî konumları da en az toplumsal yeniden üretim işlerindeki rolleri kadar açıkça görünür olmaya başladı. Bununla bağlantılı olarak toplumsal yeniden üretim ve bakım emeğine odaklanan çalışmaların da göreli olarak arttığını söyleyebiliriz[1]. Elinizdeki yazı bu çerçevede dikkatimizi çeken bir araştırma projesi hakkındaki notlarımızdan oluşuyor.

Warwick Üniversitesi (Coventry, Birleşik Krallık) bünyesinde gerçekleştirilen araştırmanın adı “COVID-19 ve Ötesi için Feminist Bir Kurtarma Planı; Taban Aktivizminden Öğrenmek” (A Feminist Recovery Plan for COVID-19 and Beyond: Learning from Grassroots Activism) [2]. AWID gibi bilinen uluslararası kurumlar dahil olmak üzere birden fazla ortağın, Kenya’dan İrlanda’ya, İtalya’dan Arjantin’e Ekvador’dan Hindistan’a dünyanın farklı yerlerinden araştırmacıların ve taban aktivistlerinin katıldığı araştırmada temel amaç feminist bir kurtarma planını kolektif bir şekilde düşünmek ve hayal etmek olarak ifade ediliyor. Taban aktivizmini politika üretiminin merkezine koyarak dünyanın farklı yerlerinde hazırlanan kurtarma [3] (recovery) planlarını bir araya getirerek küresel feminist bir plan oluşturmak hedefleniyor. Biz ise bu yazıyla öncelikle proje hakkında edindiğimiz bilgiyi paylaşmak ve biraz da bir proje olarak kendisi de projecilik evreni içerisinde yer alan söz konusu araştırmanın eleştirel bir okumasını yapmak istiyoruz. Bunu araştırmanın taban aktivizminden öğrenmek[4] ve toplumsal yeniden üretimi merkeze almak gibi temel belirlenimlerinin içerdiği imkanları bütünüyle ıskalamadan yapmaya çalışacağız.

Haziran ayında düzenlenen çevrimiçi atölyede ifade edildiği üzere taban aktivizminden öğrenmek derken her şeyden önce taban feminizmine dair bir yaklaşım benimseniyor. Taban feminizminden ne anlaşıldığına dair belirli bir içeriğe veya tanıma rastlamıyoruz. Örneğin ırkçılık karşıtı, antikapitalist ve antiemperyalist bir feminizm[5], beyaz feminizmin milliyetçi elitist kökenlerini sorgulayan bir feminizm olarak taban feminizmi tanımı yapılmıyor ya da genel anlamda yerli halk feminizmi olarak adlandırılabilecek bir çizgiye[6] de atıfta bulunulmuyor. Taban feminizmi derken kavramsal bir içerikten çok metodolojik bir belirlenimden söz ediyor gibiler. Haliyle planın doğrudan tabanda yer alan kadınların ihtiyaçları uyarınca hazırlanmasını önemsiyor, kendi ifadeleriyle epistemolojik olarak bireysel katkılardansa tabandan gelen kolektif katkıları esas alıyorlar. Bu nedenle de yerellerde hazırlanan planların oluşturulma süreçlerine dair hatırı sayılır bir vurguları olduğunu görüyoruz.

Taban feminizmi ile bağlantılı bir diğer belirlenim ise planların oluşumunda nüfusun devamlılığını sağlayan toplumsal ilişkilere, süreçlere ve emeğe gönderme yapan toplumsal yeniden üretime odaklanılması. Böylece toplumsal yeniden üretim işlerini göz ardı ederek ekonomik anlamda kazanç getiren faaliyetlere öncelik veren, iş dünyası mantığına göre hareket eden politikacılar, siyasi danışmanlar ve uzmanlar tarafından hazırlanan anaakım projelerden farklılaştıklarını iddia ediyorlar. Araştırma hakkındaki notta toplumsal yeniden üretimi göz ardı eden ana akım planların sosyo-ekonomik yapıların temelinde yer alan eşitsizlikleri tekrar üretmenin ötesine geçemediği belirtiliyor. Oysa feminist kurtarma planı ile toplumsal yeniden üretim işlerinin arkasına saklanarak resmi politikaların başarısızlıklarını düzeltmek değil toplumsal yeniden üretimi politika üretmenin merkezine alarak, sosyo-ekonomik yapı içerisinde gömülü eşitsizlikleri onarmak hedefleniyor[7]. Bu anlamda toplumsal yeniden üretim işleri;

  • orantısız bir şekilde kadınlar tarafından sürdürülen,
  • ırk, cins ve toplumsal cinsiyet kimliği, engellilik durumu, jeopolitik konum, göçmenlik statüsü vb. konumlar arasında eşitsiz bir biçimde dağıtılan,
  • yükün çoğunluğunu ağırlıklı olarak gelir ve güç dağılımında toplumsal hiyerarşinin en alt kademesinde yer alan insanların, ailelerini veya içinde bulundukları topluluğu desteklemek ve toplumsal değişimi sağlamak amacıyla hiçbir karşılık almaksızın harcadıkları toplumsal yeniden üretim emeği aracılığıyla üstlendiği işler olarak tanımlanıyor.

Hawaii Planı; Liberalizmle Savaşın!

Araştırma bünyesindeki diğer planlara nazaran “Birbirimizin Sırtına Basmadan Köprüler Kurmak: COVID-19 için bir Feminist Ekonomik Kurtarma Planı” başlıklı Hawaii Planına ayrı bir söyleşi ile yer verildiğini ve planın bir örnek olarak öne çıktığını görüyoruz. Koordinatör Serena Natile’ye göre bunun birden fazla nedeni var. Öncelikle pandeminin erken dönemlerinde tamamlanmış ve bu anlamda birçok farklı feminist gruba da ilham kaynağı olmuş bir plan. Planın bir diğer önemli özelliği ise kolonyalizme karşı mücadele deneyimini sahiplenerek yerli halkın sorunlarını gözetmekten öte toprakların geri iadesi gibi somut çözümler önermesi. Ayrıca göçmenlerden yerli halka, sınıfsal farktan toplumsal cinsiyet eşitsizliğine kadar birbirinden farklı biçimlerde ve bütünüyle mevcut ekonomik koşullardan muzdarip kadınlardan oluşan bir feminist taban hareketine dayanılması da projenin ayırt edici yanını oluşturuyor. Natile’nin ifadesiyle plan bütünüyle uygulamayı amaçlayan radikal feminist bir kurtarma planı olarak toplumsal yeniden üretim emeğine ilişkin son derece kapsayıcı bir içeriğe sahip ve bu anlamda toplumsal yeniden üretim adaletini sağlayacak nitelikte.

Kadınların Statüsü Üzerine Hawaii Eyalet Komisyonu direktörü Khara Jabola ile çevrimiçi atölyeden bir gün önce gerçekleştirilen söyleşide Khara planın başlığında yer alan “Birbirimizin Sırtına Basmadan Köprüler Kurmak” ifadesine dair soruya yanıt vererek başlıyor konuşmasına.  Öncelikle gerek bilgisel gerekse de deneyim itibariyle kendilerinden önce varolmuş feminist hareketleri onore etmeyi ve planın böyle bir külliyat üzerinden şekillendiğini vurgulamak istediklerini belirtiyor. İkinci olarak, elbette Gloria Anzaldua’nın ikinci dalga feminizmin beyaz ve heteroseksüel kadınları merkeze alan evrensel kızkardeşlik iddiasına karşı kendisi gibi Meksikalı-Amerikalı Cherríe Moraga ile birlikte kaleme aldığı [8] “Benim Sırtım Olan Bu Köprü” metnine açık bir atıf söz konusu. Üçüncü olarak ise birbirimizin sırtına basarak yükselmemizi salık veren, bireysel güçlenmeyi esas alan liberal feminizmden farklı bir değer sistemine ait olduklarının altını çizmek için böyle bir başlığı tercih ettiklerini söylüyorlar. Planın hazırlanma süreci boyunca kendileri için en önemli olan meselenin toplumsal gerçeklerden hareket etmek oluğunu belirten Khara hazırlık aşamasında doğrudan kadınların gündelik yaşam deneyimlerinden hareket ettiklerini ve bunun da feminist taban örgütlenmesi AF3IRM[9] sayesinde olduğunu söylüyor.

Uygulama konusunda ise planın en temelde sömürüye dayalı bir ekonomi politiğin sonuna geldiğimiz fikrini savunduğunu, haliyle kendileri için önemli olanın tabandan gelen bir güç oluşturmak ve ne kadarı olursa olsun bir şekilde hayata geçirmek olduğunu söylüyor Khara. Sömürüye dayalı ekonomi politiğin sonunu ilan eden bir planın neoliberal başarı mantığı içerisinden ya da bireyci liberal feminist ölçütler üzerinden değerlendirilemeyeceği, haliyle daha çok toplumsal adaleti sağlamak açısından etkisinin ölçülebileceği ifade ediliyor. Eyalet yönetiminde yer alan biri olarak planın etkisi itibariyle feminist analizi yönetişimin bir parçası haline getirmek, kurumsal feminizmi inşa etmek gibi ölçütlerden söz eden Khara topluluk için daha kamucu politikaların üretilmesi ve kamusal hizmetlerin genişlemesi gibi kazanımların etki olarak görülebileceğini belirtiyor. Örneğin ve özellikle de yerli kadınlar tarafından yapılan topluluğun ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik işlerin kamusal niteliğinin tanınması doğrudan planın etkisi olarak görülebilecek bir ölçüt. Bir diğer ölçüt ise -ki Khara bunun açıkça ölçülebilir olduğunu vurguluyor- Hawaii yerlilerinin ihtiyaçları için toprağın kendilerine geri iade edilmesi. Plan dahilinde Hawaii yerlilerine geri verilecek veya onlar için fonlanabilecek topraklar eyalet yönetimi tarafından belirlenmiş durumda; bu iadelerle birlikte yerli topluluğun hayatında yaşanabilecek son derece önemli değişiklikler olacağı da belirtiliyor.

“Haysiyet bir alışkanlık olana dek”

Feminist bir ekonomik plan bağlamında Khara’nın kız kardeşliğin içerisinde yaşanan sınıf farklarının toplumsal cinsiyete veya ırka dayalı dayanışmaya baskın gelen bir hakikat olduğunu vurgulaması dikkatimizi çekiyor. Bizim için örgütlenme ruhunu geri getirmek her şey demek diyen Khara, devletin de kadınların örgütlenmesini sağlayacak güç olarak işlev görmesi ve bunu kadınlara dair her konuyu tekeline alan geleneksel STK’lardansa taban hareketini destekleyerek yapması gerektiğini söylüyor. Tam da bu nedenle fon sağlayıcılarının veya devlet sansürünün filtresinden geçmeyen, kadınları gerçek varlıklar olarak gören bir yaklaşımla hareket edilmesinin önemli olduğunu belirtiyor. Hawaii planının başka yerlere uyarlanabilirliğine dair ise sınıflı toplumdan veya kapitalizmden azade bir yer olmadığından enternasyonal olmaya ihtiyacımız var diyor Khara. Kapitalizmin patriyarkal doğası gereği aynı ekonomi politiğin dünyanın her yerinde işlediği ve böylesi bir eleştirellikle yaklaşarak kadınların bulunduğu her yerde uygulanabilecek küresel bir planın gerekli olduğunu vurguluyor. Planda başka yerlere uyarlanabilir birçok kilit nokta olduğunu hatta bunun da ötesinde kadınları iş yerlerine geri iten veya buna zorlayan çözümler dışında alternatiflere yer verildiğini söylüyor. Son olarak ABD kongresinden geçen geniş çaplı bakım planının emek sömürüsüne ve adaletsiz göçmen politikalarına dayandığını ve bu nedenle göçmen kadınları olumsuz etkileyebileceğine dair endişelerini dile getiriyor. Marksist bir kökenden geldikleri için uluslararası politikaların yerellere nasıl yansıdığını açıkça görebildiklerini, haliyle bu politikaların evrensel bir perspektifle hazırlanması gerektiğini, kadınların toplumu değiştiren son derece radikal dönüşümlere ihtiyaç duyduğunu belirtiyor ve ekliyor “Liberalizmle Savaşın!”.

Tabanın sesi ve gerçekler

İki güne yayılan atölye boyunca dünyanın farklı yerlerinden birçok kadını dinleme imkânı bulduk. Proje koordinatörü Natile ilk oturumu çeşitli tartışmalar yürüten birçok farklı feminist grubu ve taban hareketi aktivistini bir araya getirerek, kolektif bir etkileşim sağlayarak, tartışmaları ortaklaştırmaya ve küresel bir plan için gereken ulusaşırı müdahaleyi de bu şekilde sağlamaya çalıştıklarını belirterek açıyor. Salgının Hindistan’da yol açtığı yıkım aşıya erişebilen toplumların kutlama görüntüleri ile eş zamanlı olarak gözümüzün önüne serilirken konuşmacılar arasında yer alan Anita Gurumurthy’nin (IT for Change) tam da bu koşullar nedeniyle bağlanamayacağını öğreniyoruz.

İlk konuşmacı Kuzey İrlanda’dan katılan Rachel Powell (Women’s Policy Group NI) sözlerine son beş yıldır herhangi bir politika üretip uygulayacak bir yönetimin dahi olmadığı bir yerde yeniden çatışmalı bir sürece girildiğini belirterek başlıyor. Savaşın toplumsal cinsiyete dair sorunları ikincil hale getirmesine itiraz ediyor Rachel; “Bizim bir çocuk bakım bütçemiz veya stratejimiz yok, toplumsal cinsiyet, kadına yönelik şiddet ve ırkçılık konusunda da ne aktif bir politika ne de bir uygulama söz konusu, yine kürtaj hakkı veya sağlık hizmeti gibi konularda da hiçbir şey yok”. Hal böyleyken en temelde bir yol haritası olduğunu söyledikleri kurtarma planını 30’a yakın örgütün, kendi hikayesini yazan, paylaşan yüzlerce kadının katılımıyla oluşturuyorlar. Sadece kadınları değil tüm toplumu geliştireceğini düşündükleri planın uygulanması için müthiş bir çaba sarf ederek yürüttükleri lobi faaliyeti sonucunda gündeme alınmasını da sağlıyorlar. Ancak yeniden başlayan çatışmalı süreç tüm bu çabayı, yüzlerce kadını ve hikayesini adeta hiçleştiriyor. Rachel “Evet bu büyük bir iş, belki planımız UN nezdinde tanındı ancak devlet düzeyinde hiçbir işlevi yok,” diyor ve ekliyor “Paramiliter gruplara kaynak var ama kadınlara yok”. Kuzey İrlanda’daki tüm kadınların paramiliter güçlerin tacizinden muzdarip olduğunu, bu anlamda başvuracakları uluslararası bir mekanizmanın bulunmadığını ifade ediyor. “Sanki bir balonun içinde yaşıyoruz,” diyor Rachel biraz da sitemle. Tıpkı konuşması boyunca tekrar ettiği üzere sömürgeci olmayan, toplumsal cinsiyet eşitliğini gözeten bir barışa ihtiyaç duydukları gibi, buraya dair farkındalığın artmasına da ihtiyaçları olduğunu belirtiyor.

Kenya’dan katilan Beatrice Karore [Wanawake Mashinani (Grassroots Women) Initiative] bir binanın yanında zaman zaman zayıflayan bir bağlantı ile sürdürüyor konuşmasını. Pandemi boyunca tecavüz ve şiddet vakalarının arttığını, bu anlamda kadınların en temel sorunlarının ev içi şiddet, polis şiddeti ve insan haklarına erişememek olduğunu söylüyor Beatrice. Birçok kadının sesinin duyulmadığını, her geçen gün artan bir şekilde cinsel şiddete maruz kaldığını, işini kaybettiğini, marjinalize edildiklerini, sağlığa ve bakıma erişemediklerini ekliyor sözlerine. Öyle ki kadınların şiddet yüzünden evin dışında konumlanan tuvaletlere gidemez hale geldikleri bir yaşam söz konusu. Tüm bunları protesto etmeye kalktıkları zaman da polis şiddeti ile karşılaşıyorlar. Tabanda mücadele yürüten bir kadın olan Beatrice kadınlar ve feministlerin insan hakları ihlallerinde en ön sırada yer aldıklarını söylüyor. Ev içi şiddeti önleyen yasaların devlet tarafından desteklenmesine, kadınların gidebileceği sığınma evlerine veya başvurabilecekleri destek gruplarına ihtiyaç olduğunu ifade ediyor.

İkinci gün programı Ekvador Kadınları Ulusal Koalisyonundan Rocío Rosero Garcés ve Silvana Tapia Tapia’nın pandemi sonrası yeniden inşaya dair feminist bir bakış alt başlığıyla yayımladıkları plana[10] dair sunumları ile başlıyor. Planın hazırlanma süreci bağlamında istatistiki verilere ulaşma zorluklarından, verilerin güvensizliğinden söz ediyorlar. Zira neoliberal uyum gereği kadınlara yönelik veri toplamak ve yayımlamakla yükümlü kurumların bütçeleri kesintiye uğratılıyor. Yaşanan sorunlarla ters orantılı bütçe planlamasının neoliberal ekonomik uyumun bir parçası olduğunun altını çiziyorlar. Örneğin Ekvador’da cinsel şiddet nedeniyle genç ve çocuk gebelik oranlarının son derece yüksek olduğu bilinen bir gerçekken, cinsel sağlık, üreme sağlığı ve cinsel eğitimden sorumlu birimler dahil halk sağlığı bütçesinde ciddi kesintilere gidiliyor. Yine toplumsal cinsiyet eşitiliği konseyine ayrılan bütçenin tüm konseyler içerisinde en az kaynak alan birim olmasının ücretsiz işlerde yaşanan dramatik artışa yol açması ve bunun da ülkedeki feminist örgütlerin henüz 2018’de öngördükleri üzere artan yoksullukla olan bağlantısına vurgu yapılıyor.

“İtaatsiz bedenler üretimi durdurdu”

Arjantin’den (Ni Una Menos) Veronica Gago ve Luci Cavallero’nun sunumları toplumsal yeniden üretim emeğine dair yaptıkları çalışmalar hakkında bilgi paylaşımı ile başlıyor. Arka planında ekonomik şiddet ile maçist ve cinsiyetçi şiddetin son derece bağlantılı olduğu fikri yer alan “Bütün Kadınlar İşçidir”, “Şirketlerin Ekonomik Şiddetine Son” gibi sloganların olduğu afişler paylaşılıyor. Luci ev içi emeğin sermaye için yeni bir laboratuvar haline geldiğine ve “evin” finansal ekonomik şiddetin uygulama merkezlerinden birine dönüştüğüne işaret ediyor. Bu nedenle pandemi sonrası gündemimiz olan işin yeniden örgütlenmesinin aynı zamanda toprak ve evin yeniden örgütlenmesi anlamına geldiği ve çalışanlar olarak bizim de pandemi sonrasındaki temel sorunumuzun nasıl örgütleneceğimiz olması gerektiği ifade ediliyor. Veronica ise finansal sömürgeleştirmenin, gündelik yaşamın ve hatta mekanın sömürgeleştirilmesinin neye karşılık geldiği, sınıf ilişkileri dahil olmak üzere toplumsal yeniden üretimin sömürgeleştirme pratikleri bakımından ne ifade ettiği gibi konularda yeterince bilgi üretildiğini vurguluyor; sorunun teşhisine dair bir doygunluğa ulaşıldı ancak asıl mesele çözümü sağlayacak politik bir gücün nasıl yaratılacağı!

Son olarak İtalya’dan (Non Una di Meno) Enrica Rigo, Teresa Maisano ve Michela Pizzicanelle’nin sunumlarına geçiliyor. Pandemiye kadın düşmanı bir hükümet ile girdiklerinde göçmen merkezinin başında Salvini ve onun ataerkil/neoliberal sağ partisinin bulunduğunu belirterek başlıyorlar sözlerine, çünkü gündemlerinde yakın tarihte göçmen bir işçi kadına yönelik cinayet ile yeniden alevlenen ırkçı ve yabancı düşmanı politikalar var. Kadına yönelik şiddet ile birlikte emeğe dair konuları da içerecek şekilde şiddetin yapısal boyutlarına dair bir kavrayışın geliştiğini, hareket olarak kendilerinin bırakacağı en önemli mirasın bu olduğunu belirtiyorlar. Geçtiğimiz yılın İtalya’da 2000’den beri en yüksek kadın cinayetinin yaşandığı yıl olduğunu vurguluyorlar. Ayrıca pandeminin zorunlu olarak nitelenen sektörler derken toplumsal yeniden üretim işlerinden söz edildiğine dair hakikati alenileştirdiğini söylüyorlar. İtalya özelinde yeni bir plana ihtiyaç duymadıklarını zira 2016’da hazırlanmış olan halihazırdaki planın uygulanmasına ihtiyaç duyduklarını belirtiyorlar. Salgının yeni zorluklar getirdiğini ancak bedenlerin izolasyonuna karşı sosyal medya kampanyalarının uluslararası dayanışmaya yönelik çalışmalar yürüten kadın hareketini teslim alamadığının altını çizerek bitiriyorlar sunumlarını.

Kurtarma ve ötesi

İki güne yayılan atölye oturumları boyunca dünyanın çeşitli yerlerindeki aktivistlerin yanı sıra projenin ortağı olan iki uluslararası kurumu temsilen (IWRAW Asya Pasifik ve AWID) Constanza Pauchulo ve Felogene Anumo da birer konuşma yapıyorlar. Constanza konuşmasında daha çok küresel feminist bir planın nasıl bir feminizmden hareket etmesi gerektiğine odaklanıyor ve içermeyi, dışta bırakmamayı ilke edinen bir feminizmin dünya genelindeki toplumsal hareketler (LGBTIQ+ hareket ve ikili cinsiyet rejimi karşıtı hareketler, kölelik karşıtı, sömürge karşıtı, siyah ve yerli halkları savunan, iklim değişikliğini konu edinen hareketler vb.) sayesinde mümkün olabileceğini belirtiyor.

Felogene pandeminin erken dönemi diyebileceğimiz bir dönemde yapılan bir çalıştay organize ederek feministlerden ve toplumsal hareketlerden gelen taleplerden oluşan bir manifesto hazırlayan uluslararası kuruluş AWID (Kalkınmada Kadın Hakları Derneği) adına söz alıyor. Salgını insani sorun olarak gören eko-faşist söylemin aksine kapitalizm, neo-kolonyalizm, iş dünyası, şirketler ve devletlerin ekosistem üzerinde uyguladıkları hafriyatçılıkla (extractivism) ilgili bir durum olarak tanımlayan manifesto, COVID-19 sonrası feminist toparlanma için beş ilke ve on eylemden oluşuyor [11] . Felogene’in “Şu açık ki feminist ekonomi bir zorunluluk ama sadece COVİD-19 salgını ya da mevcut ekonomilerin başarısızlığı nedeniyle değil, otoriteryanizm, iklim krizi, militarizm, polis şiddeti vs. gibi diğer krizler için de bir zorunluluk” sözleri de aynı bağlama oturuyor aslında.

Manifestonun toplumların ekonomilerinde yapısal değişiklikler talep ettiğini belirten Felogene, IMF yaklaşımını geri püskürterek topluluk ekonomisini, feminist ekonomiyi hayata geçirmemiz gerektiğini söylüyor. Felogene’e göre feminist ekonomiyi mümkün kılacak olan şey feminist gerçekliğin güçlendirilmesi, desteklenmesi ve büyütülmesi. Feminist gerçeklikler derken de hem doğrudan insanların dönüşümü hem de ekonominin dönüştürülmesi için gereken bilginin üretilmesinden söz ediyor. Bu anlamda Siyah Yaşamlar Değerlidir hareketinin sadece polise ayrılan bütçenin kısıtlanması değil aynı zamanda siyah topluluğun kendisi için bir ekonomi planı talep etmesini önemli bir örnek olarak görüyor.

Felogene’in konuşması fon aktarımlarına dair adaletsizliklerin vurgulanmasıyla devam ediyor. Öyle ki, neoliberal ekonominin radikal dönüşümü ve hatta anti-kapitalist bir ufkun en nihayetinde gelip fonların dağıtımının düzenlenmesine dayandırılacağı endişesini duyuyoruz. Hatta bizce araştırma projesinin bütünü böylesi bir gerilim hattı üzerinde gidip geliyor; kapitalist patriyarkanın ötesine işaret eden politik imkanlar ile sürdürülebilir bir neoliberal ekonomi için birtakım rötuşlar arasında seyrediyor. Evet belki %99 İçin Feminist Manifesto’da belirtilen yol ayrımında Facebook’un operasyon müdürü koltuğunda oturan Sheryl Sandberg’in liberal feminizmi tarafında konumlanılmıyor ama bununla taban tabana zıt olan Huelga Feminista’nın kapitalizmin yıkılmasındaki ısrarı da paylaşılmıyor[12].

Yerellerdeki feminist kurtarma planlarını bir araya getirerek küresel bir plan oluşturmaya dair çabanın taban hareketlerine ve bu hareketlerin ürettiği bilgi ve deneyime dayanma noktasında birtakım politik imkanlar içerdiği bir gerçek. Her şeyden önce çoğunluğu toplumsal hiyerarşinin en altında yer alan insanların emeğine dayanan toplumsal yeniden üretimi merkeze alan ve bu doğrultuda IMF ekonomisini geri püskürterek toplumların ekonomilerinde radikal yapısal değişiklikler öneren bir yaklaşımı bütünüyle değersiz bulmak güç. Zira en genel anlamıyla daha kamucu politikaların önerilmesine, yerlilere topraklarını iade etmek gibi sömürgecilik karşıtı somut adımların planlarda yer almasına veya kadınları iş yerlerine geri iten ve buna zorlayan çözümler dışında alternatifler üretecek bir tahayyüle de imkân veriyorlar. Ancak en nihayetinde neoliberal iktidarlara “kadınlara dair her konuyu tekeline alan geleneksel STK’lardansa taban hareketlerini destekleyin” çağrısında bulunmanın ve taban hareketlerine de fon arayışlarının belirlediği ilişkilerin egemen olduğu projecilik evreninde bir tür STK’laşma önermenin ötesine geçilemiyorsa burada bir eksiklik olduğunu düşünüyoruz.

Öncelikle taban hareketlerinden öğrenmek derken taban feminizminden ne anlaşıldığı ve buna bağlı olarak hangi taban hareketlerinden söz edildiği ve ne öğrenilmek istenildiğinin içerikçe belirlenmesi gerekiyor. Bu aynı zamanda taban hareketlerinden kadınların anlattığı hakikat, ürettiği ve paylaştığı bilgi ve deneyim ile nasıl karşılaşıldığı, dahası nasıl bir gözle ve hatta nereden buraya bakıldığı ile de ilgili. Benzer bir şekilde feminist bir kurtarma planı ile toplumsal yeniden üretimi politika üretmenin merkezine alarak, sosyo-ekonomik yapı içerisinde gömülü eşitsizlikleri onarma hedefine nasıl ulaşılacağına özellikle de kapitalizm ile toplumsal yeniden üretim işinin kontrolü arasındaki zorunlu ilişki[13] bağlamında bir açıklama getirmenin de önemli olduğunu düşünüyoruz. Zira kapitalist birikim için en önemli etkinlik olan emek gücünün yeniden üretimi büyük oranda kadınların karşılığı ödenmemiş emeğine dayanıyor[14] ve eğer hak-sız bir nüfus üretiminin ve küresel işgücü içinde bölünmeler yaratmanın birikim sürecinin kilit koşullarını oluşturduğu ve her şeyin ötesinde, bunların ücret ilişkisinin işleyişinin doğrudan sonuçları olduğu doğru ise, o halde günümüzün mücadelelerini yalnızca “iş yaratılması” ve ücret savunusu açısından anlayamayız ya da dayatılan “kriz”in ve tasarruf zorunluluğunun geçici bir olgu olduğunu ya da sermayenin plantasyonlarında çalışanları (kadınlar, göçmenler, yaşlılar) toplumdan dışlayarak krizi atlatabileceğimizi ve koşullarımızı iyileştirebileceğimizi söyleyerek kendimizi kandıramayız[15]. Sözünü ettiğimiz noktaların açıklanması normale dönmeyeceğiz diyen kadın hareketlerine sürdürülebilir bir normal için bir tür projecilik ya da başka türlü modernizm hikayelerinden yola çıkarak beyaz feminizmin “milliyetçi ve elitist” kökenlerini sorgulayarak sömürgecilik tarihi ve moderniteyle yüzleşmeyi merkeze alan, silinmek istenen geçmişlerini yeniden öğrenerek yepyeni direniş stratejileri yaratanlardan[16] oluşan bir çizgiye fon arayışları yolunun gösterilip gösterilmediğini anlamamızı sağlayacak.

Varlığını toplumsal yeniden üretim emeğine borçlu olan sömürgeci kapitalist patriyarkayı radikal planlarla dönüştürerek “kurtarmanın” da ötesinde “kurtuluş” tahayyülüne dair bir imkânın peşine düşmek ise bambaşka bir yol ve evet bu anlamda taban hareketlerinden öğrenilecek çok şey var. Bir yanda pandemiden çıkıştan, normale dönme ve iyileşmeden söz edilirken diğer tarafta hayatta kalma mücadelesi veriliyor. Birbirinden ayrı bu dünyaların düşünceleri de kavram setleri de son derece farklı. Zira yaşamı bir tür hayatta kalma mücadelesine dönüşmüş olan kadınlar, LGBTIQ+lar, göçmenler, kağıtsızlar için, sürdürülebilir sınırlara çekilmiş bir kriz ortamında ya da olağanüstü değil de normal koşullarda ölmek arasında çok da büyük bir fark yok. Haliyle onlar için mesele iyileşme ve normalleşmeden çok uzak, radikal bir “kurtarma’nın” da ötesinde ve daha çok bir “kurtuluş” ile, feminist bir kurtuluş tahayyülü ile ilgili. Gösterdikleri mücadele bunun en büyük kanıtı.

[1] Gülnur Acar Savran’ın bakım manifestosu, bakım ve toplumsal yeniden üretim krizi hakkındaki yazılarına şuradan bakılabilir; https://catlakzemin.com/bakim-toplumsal-yeniden-uretim-krizi-ve-otesi/

[2] Araştırma projesinin web sayfası https://warwick.ac.uk/fac/soc/law/research/projects/feminist-recovery-plan/

[3] İngilizcesi recovery olan sözcüğü sağlıklı olan hale geri dönme anlamına gelen “iyileşme” ve bir sapma olarak dağılmanın ardından gerçekleşebilecek “toparlanma” şeklinde çevirmeyi her iki karşılığın da normal ile ilgisi itibariyle uygun görmediğimizden “kurtarma” terimini tercih ettik.

[4] Taban aktivizminin yaygın kullanılan bir terim olduğunu düşündüğümüzden aynen almayı uygun gördük, ancak bir şerh olarak Tanıl Bora’nın aktivist ve eylemci kavramlarına eleştirel bir mesafe almaya çağıran, aralarındaki fark ve barındırdıkları imkanlara işaret eden yazısını hatırlamış olalım https://birikimdergisi.com/haftalik/10371/aktivizm

[5] Taban feminizminden ne anlaşıldığına dair bir tanım örneği olması bakımından şuraya bakılabilir https://ggjalliance.org/our-work/grassroots-feminism/

[6] Dilan Bozgan “Kadınlar ve Devrimden Kadınların Devrimine Latin Amerika’da Kadınların Gündemi” başlıklı yazısında tabandan feminizmi/halk feminizmini yerli halk feminizmine ek olarak kent-köylü karakterli gecekondu feminizmi ve siyahi feminizmleri de kapsayacak bir hat olarak ele alır. Esra Akgemci, Kazım Ateş, der., Dünyanın Ters Köşesi Latin Amerika: Tarih, Toplum, Kültür, (İstanbul, İletişim Yayınları 2020), 212.

[7] Teorik referanslarda Silvia Federici ve Tithi Bhattacharya gibi toplumsal yeniden üretim kuramcıları olarak bilinen isimlerin yer aldığı proje hakkındaki kısa özet https://warwick.ac.uk/fac/soc/law/research/projects/feminist-recovery-plan/about

[8] https://catlakzemin.com/15-mayis-2004-sinirlarda-melez-bilinci-olusturabilmek-gloria-m-anzaldua/

[9] http://af3irm.org/af3irm/about/

[10] Bu metin çevirimiçi atölye sırasında paylaşıldığı için ve diğer planlara dair dökümanların bulunduğu sayfada yer almadığı için paylaşıyoruz https://docs.google.com/document/d/1s6SEN8lENQYtAqEXOS-ytkSVm0Z4ijbOSzKHr6FmxY0/edit#

[11] https://www.awid.org/sites/default/files/atoms/files/bailoutmanifesto-en-final.pdf

[12] https://www.selyayincilik.com/pdf/Feminist%20Bir%20Manifesto-2.pdf

[13] “…kapitalizm, topraktan ziyade emeği ana servet biçimi olarak gören ilk sömürü sistemidir. Bu sebeple, bedenin, özellikle de kadın bedeninin disipline edilmesi ve üremeden başlayarak yeniden üretimin yönetilmesi bakımından tamamen yeni bir politika geliştirmiştir. Kapitalizm, bu iş birikim sürecinin merkezi bir yönü olduğundan, yeniden üretim işinin işgücünün yeniden üretimi olarak işlev görmesi için, yeniden üretim işini (yani (örneğin) mücadelemizin yeniden üretiminden ziyade çalışma kapasitemizi) kontrol etmek zorundadır.” https://gazetekarinca.com/2017/01/silvia-federici-ile-roportaj-feminizm-toplumsal-yeniden-uretim/

[14] Silvia Federici, Caliban ve Cadı, (İstanbul, Otonom Yayıncılık, 2011), 8.

[15] Federici, Caliban ve Cadı, 12.

[16] Esra Akgemci, Kazım Ateş, der., Dünyanın Ters Köşesi Latin Amerika: Tarih, Toplum, Kültür, 213. (Abya Yala’daki halk feminizmi hakkındaki ufkumuzu bambaşka yerlere taşıyan, bu alıntının yazarı sevgili Dilan’a teşekkürler)

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.