Türkiye ve dünyada kadın ve LGBTİ+’ların hukuki kazanımlarını ve hakları tehdit eden bir süreçten geçerken Çatlak Zemin’de bir süredir devam eden röportaj dizimiz ile kürtaj hakkı, nafaka hakkı gibi tartışmalı başlıkları gündeme taşıyarak alanda deneyimli kişilerden mevcut düzenlemelere ilişkin sorunlar ve uygulamadaki zorluklar hakkında bilgi almaya çalışıyoruz.
Röportaj dizisinin bu bölümünde de Diyarbakır Barosu Yönetim Kurulu Üyesi ve Kadın Hakları Merkezi Koordinatörü Avukat Hatice Demir ile toplumsal cinsiyete dayalı kadına yönelik şiddet ve yaşam hakkını ihlale varan fiiller karşından hukuk uygulamasını, yerelde karşılaştıkları sorunları ve verilen mücadeleyi konuştuk.
Toplumsal cinsiyete dayalı şiddet söz konusu olduğunda kadınların en sık karşılaştığı sorunlar neler? Hukuki açıdan şiddet sorununa kesişimsel bir perspektifle yaklaşmak mümkün mü?
Toplumsal cinsiyete dayalı şiddet söz konusu olduğunda kadınların karşılaştığı sorunlar, her coğrafyada benzer özellikler taşımakla birlikte bölgesel ve kültürel farklılıklar ile etnik, ırksal, sınıfsal durum, göçmen veya mülteci statüsü gibi dezavantajlarla kesiştiğinde başka formlarda da görünüm kazanıyor.
Kadınların en fazla karşılaştığı sorunlar yakın ilişki içinde oldukları erkekler tarafından maruz kaldıkları şiddet biçimleri olmakla birlikte ifade ettiğim dezavantajlı durumlarla kesiştiğinde işin içine devlet şiddeti de eklemlenebiliyor. Bu durum mesela Kürt veya mülteci kadınlar yönünden hak arama mücadelesinde ve adalete erişim önünde ayrıca bir engele dönüşüveriyor. Cinsel saldırıya maruz kalan ve şikayetini Türkçe ifade edemediği için gerekli tedbirlerin alınmaması nedeniyle kocası tarafından öldürülen Fatma Altınmakas, özel harekatçı Musa Orhan’ın cinsel saldırısına maruz kalıp şikayetinden sonuç alamadığı için intihar eden İpek Er, çıplak bedeni güvenlik güçlerince teşhir edilen Ekin Wan, Sur ve Cizre başta olmak üzere bölgede yaşanan çatışma sürecinde güvenlik güçlerinin cinsiyetçi duvar yazıları, kadınlara yönelik cinsel saldırıyı ima eden tehditler ile kadın bedeni üzerinden Kürtlere verilmek istenen mesaj, yakın tarihin en ağır örnekleri maalesef. Bu sorunlar hukuki açıdan şiddet sorununa kesişimsel bir perspektifle yaklaşmayı zorunlu kılıyor elbette. Hukukun ataerkil bir kurum olduğu, hukuk teorilerinin erkekler tarafından geliştirildiği ve toplumsal cinsiyet bakımından nötr olduğu durumlarda bile erkek deneyimini esas aldığı ve temel bir erkek önyargısını yansıttığı feminist hukukçuların tespit ettiği önemli eleştirilerdir. Kadınların yaşamlarının erkeklerin yaşamlarından farklı olması, hukukta kadınların deneyimleri ve perspektiflerine yer verilmesini gerektiriyor. Bu da belirttiğim tüm farklı kimliklerin deneyimini ve taleplerini görmekle mümkün olabilir.
Kadına yönelik şiddetle hukuk yoluyla mücadelede uygulamada karşılaşılan sorunlar neler?
Şiddetle hukuki mücadelede karşılaştığımız en temel sorun, toplumsal cinsiyet eşitliği ilkesinin benimsenmemesi nedeniyle cezasızlık politikasıdır. Cezasızlığın iki boyutundan söz etmek mümkün. Birincisi kadınların adli makamlara güvenmemesi, başvuru sürecindeki bürokratik zorluklar, ataerkil örüntülerin kadını yerinde tutması, inandırıcılığının sorgulanması, sosyal damgalanma gibi nedenlerle adli makamlara başvuru yapılamaması nedeniyle oluşan fiili cezasızlık durumudur. İkincisi ise, yargı sistemindeki sorunlardan kaynaklanıyor. Özellikle hukukun yapısının eril olması, kadınlar için “yasalardaki hukuk” ile “gerçek hayattaki hukuk”un aynı olmaması, soruşturma ve kovuşturma aşamasında uyulması gereken uluslararası hukuk standartlarına uyulmaması, cinsiyet duyarlı özel önlemlerin alınmaması, mağdurun haklarının merkeze alınmaması, kadınların ihtiyacı olan koruyucu ve önleyici tedbirlerin verilmemesi veya yetersiz verilmesi, tedbirlere uymayan şiddet failine zorlama hapislerinin uygulanmaması, dosyalarda gizlilik kararları verilerek ceza davalarının kamuoyundan ve kadın örgütlerinden kaçırılması, kadın örgütlerinin müdahillik taleplerinin red edilerek şiddet mağduru kadının yalnızlaştırılması, şiddet failine ya hiç ceza verilmemesi ya verilen cezalarda ciddi indirimlerin uygulanarak seçenek yaptırımlara çevirilmesi ya da tutuklama tedbirine başvurulmaması gibi uygulamalar kadınlara karşı işlenen suçların yargı eliyle cezasızlıkla sonuçlanmasına yol açıyor.
İdari kurum ve yerel yönetimler sorunun çözümüne katkı sunuyor mu?
Mevcut haliyle idari kurumlar ve cumhur ittifakının belediyeleri, hükümetin kadın politikalarını yerellerde sürdürüyor. Aile ve Sosyal Hizmetler İl Müdürlükleri’nin sorumlu olduğu İl Eylem Planları ile ulusal mevzuatın uygulanması ve izlenmesi ile sınırlı çalışmalar yürütülüyor. Maalesef bu çalışmalar akut şiddete müdahale ile sınırlı kalıyor ve 6284 sayılı kanunda düzenlenen tedbirlerin etkin uygulanmasını dahi sağlayamıyor. Çünkü tüm aktörler hükümetin güncel politikalarına göre tutum alıyor. Oysa İstanbul Sözleşmesi şiddetle mücadelede herkese bir perspektif sunuyor, standart belirliyor ve şiddetin kaynağı olan toplumsal cinsiyet eşitsizliği ile mücadeleyi esas alarak toplumda köklü bir değişim yaratmayı amaçlıyor. Bunun sağlanması için STK’lara ayrı önem atfediliyor, devletin tüm kurum ve kuruluşları ile STK’ların katılacağı kapsayıcı ve eşgüdümlü politikalar yürütün diyor. Bölgede kayyum öncesi Kürt belediyeleri yerel farklılıkları da gözeterek bunun sağlanması için mücadele yürütüyordu, özellikle Kürt kadın hareketinin etkisi yerel yönetimlerin kadın politikalarına da yansıyordu. Ama kayyumlar sonrası tüm bu birikim tasfiye edildi.
OHAL öncesine uzanan ve sonrasında artarak süren antidemokratik uygulamalar ile kayyum atamaları şiddetle mücadele sürecini nasıl etkiledi?
Kamuoyuna daha önce de yansıdığı gibi kayyumların ilk hedefi kadın çalışmaları oldu. Kürt belediyelerin “kadın politikaları daire başkanlıkları” yerine “kadın ve aile daire başkanlıkları” kuruldu. Belediyelerde çalışan alanında deneyimli kadınlar OHAL KHK’ları ile işten çıkarıldı, yerine hükümetin politikalarını sürdürmekle görevlendirilen kadrolar getirildi. Kürt kadın hareketinin etkisi ve emeğiyle kurulan belediye kadın birimleri tasfiye edildi. Belediye başkanları, encümenleri tutuklandı, eş başkanlık kriminalize edildi. Yani yerellerde Kürt kurumsallaşması lağvedildi, örgütlülükleri tasfiye edildi. Tüm bu baskı ve tehditler tüm toplumu etkiledi. Çünkü yerel yönetimler, Kürt kadınları için önemli bir başvuru kapısıydı. Yerel yönetimlerin özerk sığınakları vardı. Bu sığınaklar sadece kadınlara can güvenliği sağlamıyordu, aynı zamanda kadınları güçlendiren çalışmalar yürütüyordu. Kürt kadınları için maruz kaldıkları şiddet karşısında devletin kurumlarına başvurmak çok zor. Çünkü Kürt meselesi nedeniyle bölgede yaşanan yoğun çatışmalar sonucu devlet ve kurumlarıyla hep bir gerilim var. Kadınların buralara başvurması, yakın ilişkide olduğu erkeği şikayet etmesi “düşmana zayıflığını göstermek” veya “ihanet” olarak kabul edildiği için şiddet mağduru kadınların içinde bulundukları sosyal çevreden veya aileden dışlanma kaygısı nedeniyle çok caydırıcı. Bu nedenle Kürt belediyelerine gitmek, dil sorunu yaşamamak, ilk temasın burası üzerinden olması, burada çalışan uzmanların desteği ile şiddetle mücadelede gerekli tedbirleri almaları hem daha kolay oluyor hem de fail erkekler “kendi kurumlarına” şikayet edilmeyi bir utanç meselesi olarak görüp davranışlarını değiştirebiliyor veya kadının kararına saygı duyabiliyordu. İşte kadınlar bu mekanizmalardan yoksun kaldı.
Diğer taraftan Kürt kadın aktivistlere yönelik sistematik yargı tacizi, başvuru alan derneklere baskınlar, Kürt kadınlarının, tüm kadın çalışmalarının kriminalize edilmesi şiddete maruz kalan kadınları desteksiz bırakıyor. Türkiye’de mevcut hukuk sisteminin “Türklük esaslı” çalışması ve ikili hukuk nedeniyle ceza hukukunun bir toplumsal ve siyasal denetim aracı olarak kullanılması, Kürtlüğe dair her sesi kriminal hale getiriyor. Üstelik Kürt kadınları kadın çalışmaları nedeniyle korkunç cezalara maruz kalıyorken Türkiye kadın hareketi bu konuda iyi bir sınav veremedi maalesef. Kürt kadınlarıyla aynı çalışmaları yürütüyorken nasıl olur da ülkenin doğusunda bu kadar ağır yaptırımların uygulandığı yeterince sorgulanmadı, gündem olmadı. Tabii ki tekil destekler, dayanışma ağları var. Gezi’den sonra bunlar konuşulmaya başlansa da yeterli değil. Kürt kadınlarının, sırf 8 Mart’ı kutluyor diye Terörle Mücadele Kanunu kapsamında yargılanmalarını dert etmemek, bunu örtülü olarak onaylamak anlamına da geliyor çünkü.
Diyarbakır Barosunun kadına yönelik şiddetle mücadelede AİHM’ne Opuz Davasını taşıması ile tartışılmaz hale gelen önemli bir konumu var. Diyarbakır Barosu bugün hangi perspektif ve yollarla bu mücadeleyi sürdürüyor?
Türkiye’de 1980’lerden itibaren yükselen kadın hareketi ve 2000’lerin başından itibaren özerk örgütlenen Kürt kadın hareketinin de etkisiyle Diyarbakır Barosu içinde kadın çalışmaları için olanaklar sunulur. Kadın avukatlar 1996 yılında kadın komisyonunu kurdular ve bölgede farkındalık yaratacak çok önemli işlere imza attılar. Öyle ki bugün tüm kadınlar için hem ulusal hem uluslararası alanda çok önemli sonuçları olan Opuz/Türkiye kararı, buradaki çalışmaların ürünü olan verilerle başvuru temellendirilmiştir. Bize bu mirası bırakan kadınlardan aldığımız ilham ve güçle bugün çalışmalarımızı feminist ilkeler ve uluslararası insan hakları değerleriyle sürdürüyoruz. Kadın Hakları Merkezi olarak toplumsal cinsiyet eşitliği perspektifinden kadın haklarına ilişkin meslek içi eğitimler düzenliyoruz. Raporlar yayınlıyor, kampanyalar düzenliyoruz. Örneğin son olarak 2097 farklı karar incelemesine dayanan “Mahkeme Kararları Işığında Nafaka Araştırması Raporu”nu yayınladık. Bölgede kadın hak bilincinin gelişmesi ve kadınların adalete erişimi için farkındalık çalışmaları yapıyoruz. Panel ve konferanslar düzenliyor yerel ve ulusal düzeyde işbirlikleri geliştiriyoruz. Şiddete maruz kalan kadınlara ücretsiz hukukî destek sunuyor ve ceza davalarını takip ediyoruz. Böylece hem cinsiyetçi suçlarla hem de cezasızlıkla mücadele ediyoruz. Baromuz bünyesinde bulunan adli yardım birimimiz ekonomik olanakları olmayan kadınların hak arama özgürlükleri için boşanma, velayet, nafaka gibi davalarda ücretsiz avukat desteği sunuyor. Bu kapsamda adli yardım çalışmalarını sürdüren üyelerimiz için toplumsal cinsiyet eğitimini zorunlu hale getirdik. Bu yıl staj eğitim müfredatına da toplumsal cinsiyet eğitimini ekledik.