Günler öncesinden başlayarak, pankartından dövizine, çağrısına kadar sözünü nerede kurduysa, nasıl örgütlendiyse 8 Mart yine kadın emeğiyle örüldü, güzelleşti ve coşturdu. Kadın dayanışmasının ve mücadelesinin önemini bir kez daha hissettirdi.
Türkiye’nin belki de hemen her şehrinde, bir semtin zapt edilmiş tüm sokaklarına rağmen binlerce, yüzlerce, onlarca kadını tek noktada buluşturmayı başaran şey aynı duygu ve düşüncede, ısrarda, inatta, aynı inançta olmak değil de nedir?
İstanbul’dan Ankara’ya, Mersin’den Dersim’e, Amed’den Adana’ya, 2021 8 Mart’ına en yakışan slogan “Feminist İsyan Her Yerde” oldu.
Yine neşesiyle, coşkusuyla, öfkesiyle, heyecanıyla, gökkuşağının tüm renkleriyle sarıp sarmaladı bizleri.
Kadın cinayetlerine, kadına yönelik şiddete, patriyarkal kapitalizme ve kadın emeğinin sömürüsüne, transfobiye, heteroseksizme, İstanbul Sözleşmesi’ni kaldırmak isteyen iktidarların ikiyüzlü politikalarına karşı yaşamlarımızı çoğaltmak için ve bir kişi daha eksilmeyelim diye yine alanları doldurduk.
Günler öncesinden başlayarak, pankartından dövizine, çağrısına kadar sözünü nerede kurduysa, nasıl örgütlendiyse 8 Mart yine kadın emeğiyle örüldü, güzelleşti ve coşturdu. Kadın dayanışmasının ve mücadelesinin önemini bir kez daha hissettirdi.
8 Mart’tan birkaç gün önce Samsun’da bir kadın arkadaşımızın şiddete uğradığı görüntüler basında geniş yer bulmuştu. Ve sanki bir çeşit PR çalışması yapılır gibi şiddetin toplumda nasıl infial yarattığını gösteren ve bu görüntülere yönetim ve kolluk mercilerilerinin kesinlikle müsamaha göstermeyeceği türünden özel haberler medyada yer aldı. Üstüne basa basa şiddet gören kadının öncelikle bir anne olduğunun söylenip durması ise bir başka yerden tartışılması gereken can sıkıcı bir konuydu. Samsun’da yaşanan şiddet görüntülerinin Türkiye’nin değişik yerlerinde günde kaç kere yaşandığını, kaç tane kadın cinayeti işlendiğini söylememize gerek yok. Kadına yönelik şiddetle ilk kez karşılaşılıyormuş gibi servis edilen haberlerin bu kadar şaşkınlık yaratması, bu konuya olağanüstü bir ilgi duyulması (her zaman böyle olması gerekirken üstelik) ve bunun üzerinden mesajlar verilmesi daha dün İstanbul Sözleşmesi kaldırılsın kampanyası yapanlar için biz kadınlara inandırıcı gelmiyor. Samimi bulunmuyor. İnsan hakları reform paketi de eylem planları da bizim için yapılmıyor. Yine birkaç gün önce iktidar partisinden bir milletvekilinin kadın cinayetleri abartılıyor demesi ve erkek cinayetleri sayısı kadın cinayetlerinin 12 katı biçiminde çıkarımlar yapması ise kötücül bir durum yaratıyor. Meseleyi sadece ölüm sayılarına indirgeyen bir anlayışın da nasıl bir anlam kargaşasına yol açtığını görebiliyoruz. Oysaki kadın cinayetleri gerçeği kadınların kim tarafından ve nasıl öldürüldüğüyle birlikte ele alınmadığında “erkekler daha çok öldürülüyor, trafik kazalarında da o kadar insan ölüyor” türünden manipülasyonlar türetilebiliyor.
Yine bu 8 Mart’ta pandemiyle birlikte kadın işsizliğinin önemli boyutlara ulaştığını artık TÜİK bile ifade ediyor. Ataerkil yapının dayattığı işin asıl sahibi erkekler, ev ekonomisinin destekçisi kadınlar biçimindeki görüşün yaygın olması da bu sonucu doğuran önemli sebeplerden biri. Üstelik işsiz bırakılan kadınlar işten çıkarma yasağına rağmen kod 29 denen bir maddeyle damgalanmış oluyorlar. Haklarını isteyen, sendikaya üye olan, kadın emeğinin görünür olmasının mücadelesini veren kadınlar Migros işyerlerinde, Sinbo’da, SML etikette, belediyelerde sesimizi güçlendiriyorlar.
Son olarak Kadıköy’de 8 Mart Büyük Kadın Buluşması’nda arkadaşlarımız polis şiddeti görüp transfobik saldırı yaşadılar. Gökkuşağı altında buluşan ellerimizin ayrılmayacağını, birbirimizi bırakmayacağımızı da bir daha not düşelim.
“Evleri yıktık, sokakları inşa ediyoruz” isyanı patriyarkanın kadınların yaşamlarını yok sayan tahakkümüne karşı hepimizin cüreti. Kadını aile ile bir sayan, onun dışında yok sayan, emeğini hunharca sömüren bu patriyarkal sisteme karşı ellerimiz, kalplerimiz buluşmaya devam edecek. Bu böyle bilinmeli. O halde nice 8 Martlara…