Köye vardık, bir eve mihman olduk, karnımızı doyurup, çayımızı içip, mutfağı da topladıktan sonra çıktık alana. Ha bu arada erkekler de sempatiyle karşıladı bizleri (“Ay siz bizim başımızın tacısınız”dan, “Size özgürlük vermeseydik böyle konuşamadınız”a kadar geldi söz)
Erzincan Katre Kadın oluşumu olarak, 25 Kasım Uluslararası Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü hazırlıklarımıza başlamıştık. Lakin bir problemimiz vardı. Valilik gösteri ve yürüyüşleri Kasım sonuna kadar yasaklamıştı. Keza salon toplantılarını da öyle.
Yedi kadının imzası ile valiliğe izin için müracaat ettik, sonucunu bile bile. Malum cevabi yazı geldi. OHAL yasasının 11. maddesi m bendi gereğince izin yok. Kafamıza takılan da “m” bendi. Dediğimiz gibi, malum sonucu tahmin ettiğimiz için b,c,d,… z’ye kadar plan yapma yollarımız açıldı. a yolunu kapatırsan, z yolu açılmaz mı, açılır elbette?!
Kafa kafaya verdik; dövizlerimizi yazıp, göğsümüze, sırtımıza yapıştırıp bisiklet turu mu yapsak? Hiç de fena fikir değildi. 10-15 kadının bisikletleriyle sokağı turlamaları, şaşkınlık falan? Çok heyecanlandık, hemen yapabilsek keşke! Çözümümüze bir problemimiz hasıl oldu. Problemsiz eylem mi olur? Olmasaydı kusur kalırdı valla. Bisikletlilerin büyük kısmı okulda, geriye üç beş kişi kalıyoruz. Hevesimiz de kursağımızda tabii ki…
Alfabenin diğer harflerine geçtik, daha z harfine gelmeden bir fikir daha çıktı ortaya. Yine dövizlerimizi alıp gidip bir parkta oturacaktık. Polis kalkın diyemez ya, mademki parklar da, sokaklar da bizim. Hoş bizden önce ‘hassas olan vatandaşlarımızın’, o da ayrı ya. Linççi güruhun adı da hassas vatandaşlara terfi etti, nasıl ettiyse artık? Biz hain planımızı gizli emellerimize alet edip, kıs kıs gülüp yarının olmasını beklerken…
Kemah Maksutuşağı köyünden Gülşen arayıp, 25 Kasım’ı köylerinde yapmamızı isteyince, sevinç, şaşkınlık birbirine karıştı. Zira Gülşen’in bunlardan haberi yok. Gülşen’i hatırlarsınız belki, barış eylemi yapmıştık ya hani Ağustos’ta eş zamanlı; ha işte o zaman beyaz kurdeleyi bağlamak için demir parmaklıklara gittiğinde, ona saldıran hassas vatandaşlara pabucunu ters giydiren Gülşen. Neyse, lafı uzatmadan, Maksutuşağı köyünden kadınlar her eylemimize, etkinliğimize katılırlar. Bazen tarladan geldikleri için çapalarını, kazmalarını da getirirler, bazen de su bakraçlarını.
Davet var, alfabenin tüm harflerini atlayarak çok güzel öneriyle gelen böylesine güzel kadınları kıracak değildik elbette. Buradan üç arkadaş dövizlerimizi de koltuğumuzun altına
alarak yola revan olduk. Kah tren yolu, kah kara yoluyla paralel (bu kelime yasak değil di mi?) kah biri yukarıda, diğeri aşağıda, Fırat nehri de hiç nazlanmadan bayağı da coşkuyla bize eşlik ediyordu. E biz de katre idik, Fırat’la buluşmuşuzdur muhtemelen. Göl olamadık ki umman olalım henüz. Akan nehiriz şimdilik. Hele o güzelim tepeler, dağlar, dağların ihtişamı. Anlatmaya kelime dağarcığımız yetmeyecek galiba, gelin görün en iyisi.
Köye vardık, bir eve mihman olduk, karnımızı doyurup, çayımızı içip, mutfağı da topladıktan sonra çıktık alana. Ha bu arada erkekler de sempatiyle karşıladı bizleri; “Ay siz bizim başımızın tacısınız”dan, “Size özgürlük vermeseydik böyle konuşamadınız”a kadar geldi söz. Basın açıklamamız okundu, dövizlerimiz ellerimizde, Karabaş ve Derveş de etrafımızda kuyruklarını sallayıp, her birimize ayrı ayrı sarılıp hoş beş ettiler. Dövizleri de rastgele elimize almıştık inanın, fakat bu kadar mı tesadüf olur, sanki herkes kendini ifade eden dövizi almıştı sanki eline. Eylemden sonra Gülşen’le Edith’in (Edith İsviçre’li, Gülşen’le yaşıyor) evine gidip kahve ve ayva likörümüzü içtikten sonra otostop yaparak Erzincan merkeze geldik. Ha bu arada meğer polis fellik fellik bizi arıyormuş; neredeyiz, nerede basın açıklaması yapacağız falan diye!
Çok güzelsiniz. İsminizi ilk defa duydum, sosyal medyadan ya da mail gruplarından takip edebilir miyim?