25 Kasım’da yürüdük istediğimiz yerde, istediğimiz kadar olmasa da tüm kadınlar ve şiddete maruz kalanlarla birlikte. Uzun zamandır görmediğimiz arkadaşlarımızla selamlaştık, sloganlara eşlik ettik, öldürülen kadınlara ses olduk.

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Uluslararası Mücadele Günü’nü bu sene, ellerimizde pankartlarımız, boğazımızda bağırmak istediğimiz yumrularımız ve bizden korkup Taksim’i abluka altına alan kolluk kuvvetleri ile geçirdik. Geçen sene tam bu zamanlarda 25 Kasım’da gözaltına alınırken yaşadığım şiddetin fiziksel ve psikolojik sonuçlarıyla boğuşuyordum. Şimdi ise öfkemizle, dayanışmamızla, empatimizle bu senenin ne kadar güzel geçtiğini düşünürken buldum kendimi. 

Bu seneyi benim için özel yapan da aslında tam olarak geçen sene yaşadıklarımdı. Üç yakın arkadaş türlü yollarla İstiklal Caddesi’ne çağrı saatinden önce girmeyi başarmış, bir yerlerde pusuya yatmış bekliyorduk. Her eylemden önce olduğu gibi hem çok gergin hem de bir o kadar enerji doluyduk. 25 Kasım’da bağıracaklarımız vardı gecelere ve meydanlara, tutabilene aşk olsun! Çağrı saatine yakın insanların toplaştığını öğrenince koşa koşa Şehbender Sokak’a gidip kadınları bulduk. Sonrasında zaten polis yan sokaktakileri darp ederek gözaltına almaya başlayınca sıranın bize geleceğini anladık. Klasikleşmiş kolluk kuvvetleri taktiği olan çembere alma içinde kendimizi bulmamız ise en fazla on dakikayı bulmuştur. Kol kola girdik ve kimseyi bırakmamaya karar verdik ama tek tek darp ettiler bizi. Kafamın yerde olduğunu ve kollarımdan sürüklendiğimi hatırlıyorum ama darp raporumda yazılı olan kafama yediğim darbeyi hiç hatırlamıyorum. Gözlerimin dolduğunu hatırlıyorum ama acıdan değil, öfkeden. Benim bedenime benim isteğim ve arzum olmadan dokunuluyor ve hareket ettiriliyordu, bu çok ağır gelmişti. “Ters kelepçe yapamazsınız, bu işkencedir. Ters kelepçeye direneceğim” dediğimi hatırlıyorum bir de. İnsan hakları evrensel beyannamesini haykırmak istiyordum her polisin suratına ezberden. Sonra ters kelepçelendim ve araca kondum, pasif bir fiil kullanıyorum çünkü ben o araca binmemek için irade göstermiştim, zorla bindirilmiştim. Saatlerce hastane yolunu bulamama bahanesiyle gözaltı aracında dolaştırıldık. Tek yaptığım tüm bu süreçte ters kelepçeli bir hâlde yola bakıp ne zaman bu işkencenin biteceğini düşünmekti. Hâlimi soran ve benimle aynı araçta kelepçeli olan arkadaşlarım seslense de duymadım bir süre. Ben bedenimin bana ihanetinin hesabını yapıyordum. 

Bir süre elimi kullanmakta zorluk yaşadım o günden sonra. Birkaç gün içinde fiziksel herhangi bir problemi kalmamıştı ama psikolojik olarak yaralıydı benim elim. Sadece elim mi, bütün bedenim yaralıydı ve aynı zamanda suçluydu. İradem dışında hareket etmişti, uğradığım işkenceye yeterince karşı koymamıştı, yeterince bağırmamıştı, yeterince direnmemişti zorlamaya. Bedenim hiçbir şeyi “yeterince” yapmamıştı. Bedenim neden benim irademe değil de başkasının iradesine uymak zorunda bırakılmıştı? 

Bedenimin suçlu olmadığını, bir işkenceye maruz kaldığımı kabul etmem uzun zaman aldı, fiziksel ve hatta psikolojik olarak her açıdan iyileştim ama 25 Kasım 2022’de yaşadığım şeylerin yara izi sadece benim görebildiğim hâliyle, her gün yaşamak zorunda olduğum bir gerçek.

Bu sene, geçen sene 25 Kasım’da birlikte gözaltına alındığım arkadaşımla bağırdık istediğimiz gibi. Yine çağrı saatinden önce Mecidiyeköy’de bulduk kendimizi. İş yerlerimizden izinler aldık, bugün patronlar çalışsın dedik bizim yerimize. Yürüdük istediğimiz yerde, istediğimiz kadar olmasa da tüm kadınlar ve şiddete maruz kalanlarla birlikte. Uzun zamandır görmediğimiz arkadaşlarımızla selamlaştık, sloganlara eşlik ettik, öldürülen kadınlara ses olduk. Bedenimiz bize ait diye bağırdık, Burçak Tarlası türküsünün ardından. O günden beri de içimden söylüyorum Burçak Tarlası türküsünü, “Evini başına yâr yâr, yıkar da giderim” diye, zihnimde bir türlü susmuyor meret. Susmasın da hiç içimizdeki burçaklar, ta ki şiddetin yok olacağı o güne kadar. 

Paul Celan’ın şiirinden “Die Welt ist fort, ich muss dich tragen” (Dünya gitti, seni taşımak zorundayım) dizesi geliyor aklıma. Biz bu 25 Kasım’da da öldürülen kadınların isimleri anıldığında onların yerine “burada” diyerek ruhlarına ses verdik. Dünya eğer gittiyse, yok olduysa, tüm dünya başımıza yıkıldıysa, kadınlar şiddete maruz kalıyorsa ve partnerleri, aileleri, devletler tarafından öldürülüyorsa ben bu yürüyüşte olan ya da olmayan, öldürülmüş, şiddete maruz kalan, bedenine küs her kadını içimde taşımak istediğimi ve hatta taşımak zorunda olduğumu biliyorum. Sadece 25 Kasım’da değil, her gün hepsini hep birlikte taşıyacağımızı haykırmak istiyorum. 

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.