Her fırsatta şiddet uygulayan, yüksek sesle gülme gece sokağa çıkma diyen, altı yaşındaki çocuğa ana dilinde okumayı yasak eden, kaç çocuk doğuracağımızı bize dikte eden bu yalana, kadın hakikatinin daha kaç kez yenilmesi gerekecek?
Hadi biraz dertleşelim.
Bir buluşma daha anlatmayı deneyeyim. Yer yine Diyarbakır; kabak tadı verdin ama demeyesiniz diye bir cezaevi buluşması değil bu seferki, merak etmeyin.
Yüzlerce kız kardeşi, yol arkadaşı rehin alınmış, bin bir cefayla kurdukları dernekleri kapatılmış kadınlar davet etti. Batı’dan giden bir avuç kadınız. Mahcubum biraz içeri girerken, karmakarışık duygularımla baş etmeye çalışıyorum. Böyle bir anda ‘konuk’ olmanın dayanılmaz ağırlığını anlatmayı sanırım beceremem. Hele bir de bir avuç konuktan biriysen.
Ama o ne? Biz bu kadar gadre uğrasak gamlı baykuşa döneriz diye düşünürken neşeli bir kalabalıkla karşılaşıyorum. Yüzlerce kadın. Herkes kucaklıyor birbirini, öyle samimi, hakiki bir karşılama ki mahcubiyetimi unutuyorum.
Sınır ötelerinden gelen konuklar da var. Ben “Kardeşin duymaz elkızı duyar,” diye zihnime üşüşen berbat cümleyi kovmakla meşgulken; acılarını az önceki neşelerinin gölgesinde bırakmadan, hakikatlerini paylaşmaya başlıyorlar bizimle.
16 kadın belediye eşbaşkanı tutuklu. 28 kadın eşbaşkan görevden alınmış. İkisi hakkında arama kararı var. Farklı tarihlerde tutuklandıktan veya gözaltına alındıktan sonra serbest bırakılan kadın eşbaşkan sayısı 22.
Seçilmiş belediye yönetimlerine el koyan (siz gasp eden diye okursanız daha memnun olurum) kayyımların ilk icraatı kadın çalışmalarını ve kadın çalışanları tasfiye etmek olmuş. Kayyım gelene kadar kadınların rahatça gidip sorunlarını anlattıkları, çözüm aradıkları yerler, şimdilerde yüksek bariyerlerle çevrilmiş; kapılarında zırhlı araçlar, eli silahlı üniformalı erkeklerin beklediği binalara dönüşmüş. Hadi kadınlar rahatça girsin içeri bakalım! Kadın Da(ya)nışma Merkezleri kapatılmış, merkezde bulunan kadın arşivlerine el konulmuş. Gizli tutulması gereken bu merkezlerin arşivinde, başvuru yapan kadınlara ait özel bilgiler bulunuyor tahmin edeceğiniz üzere. Bu bilgilerin korunmadığı hallerde kadınların yaşamlarının nasıl tehlikeye gireceğini de varın siz düşünün ben söylemeyeyim.
Konuklar da söz alıyor. Salonda tek bir boş koltuk yok. Hatta ayakta kalanlar var. Selamlamak için çağrıldığımda “Yüzbinlerce kız kardeşinizin hatta milyonlarcasının sevgilerini, dayanışma duygularını getirdim,” demeyi ne çok isterdim. Bu kırık hisse teslim olmadan ama bu vebali de taşıyarak selamlıyorum hepsini. Buradaki dirençli coşkuya asla halel getirmek istemiyorum.
Ara verildiğinde unuttuğum mahcubiyetim bir kez daha yapışıyor yakama. Bir sürü kadın, genci yaşlısı yanıma gelip bağrına basıyor beni. Ben ne yaptım ki? Davetlerine icabet ettim ve hakikatlerini dinlemeye geldim.
Dinlerken, zihnime üşüşen ne çok cümle var. Valla şaşırıyorum buna. Yaşar Kemal’in bir sözüydü sanırım: “…Yalanın gücü doğrunun güçsüzlüğünden değil. Yalan teşkilat kurmuş, doğru yalnız…” gibi bir şeydi. O zaman hepsini hatırlamadım tabii. Şimdi sizin için tam metne baktım. Teneke’de yazmış:
“(…) Yalanın gücü doğrunun güçsüzlüğünden değildir. Yalan teşkilat kurmuş, doğru yalnızdır. Yalanın geleneği var, senin doğrunun her gün yeniden yaratılması gerek. Her gün bir şafak çiçeği gibi yeniden açması gerek. Sen yenileceksin. Yenilmenin tadına varacaksın. Doğru yenilmeli. Yenilmeyen doğru yenmiş sayılmaz. Doğru yenile yenile öyle keskin bir hale gelmeli ki… Yüz bin yıl su altında, yıkanmış, düzelmiş çakıl taşı gibi…”
Çakıl taşı olmak için yüz bin yıl beklemeyelim diye feryat edesim geliyor. Kürt kadınlarının hakikati yalnız kalırsa, Türkiyeli kadınların hakikati de yalnız kalacak. Teşkilat kurmuş, devlet olmuş bu erkek yalan, bizi yenmeye devam edecek. 12 yaşındaki çocuğu tecavüzcüyle evlendirmek için rıza arayan, her fırsatta şiddet uygulayan, yüksek sesle gülme gece sokağa çıkma diyen, altı yaşındaki çocuğa ana dilinde okumayı yasak eden, kaç çocuk doğuracağımızı bize dikte eden bu yalana, kadın hakikatinin daha kaç kez yenilmesi gerekecek?
Bir cümle daha işgale hazırlanıyor zihnimi. Bu bir sömürgecinin işgali gibi değil çok şükür ki…
“Kadınlar barışı başlatmalı, tıpkı erkeklerin savaşı başlattığı gibi!”
Ama nasıl, nerden başlamalı?
Bulabildiğim en iyi cevap; hakikati yalnız bırakmayarak, hakikatlerimizi buluşturarak. El ele vermiş hakikatler asla yenilmezler, diye bir slogan bile uydurdum bu arada.
Hayda! Bir cümle daha at koşturmaya başlıyor zihnimde. Zazaca bir sözdü. Bir romanda okumuştum:
“Bir göz ağlarken öbür göz gülmez.”
Ey iki gözüm aynı yere bak, hakikati gör, ağlayacaksan beraber ağla güleceksen beraber gül diyesim var…