İnci Anne, Panter Emel ve hayatlarını hayvanlara adayan diğer kadınlar da aslında güzel kadınlardır.
Kırklareli’nde hayatını sokak hayvanlarına adayan Gökçer’i duymayan yoktur herhalde. Yaptıklarına ya da Gökçer’in kişiliğine dair tek bir eleştirim yok. Çok da takdir ediyorum. Keşke herkes kendi sokağındaki hayvanlar için bunları yapsa. Ancak ne zaman ki Gökçer ve Gökçer gibi erkek hayvanseverleri “güzel adam” diye nitelendiren iletiler artmaya başladı, Emel Yıldız’ın (Panter Emel olarak bilinir) yıllardır çektiklerini hatırladım. Birden zihnimde erkek ve kadın hayvansever olmakla ilgili toplumda yaptığımız ayrımlar canlandı. Nasıl bir ayrımdan bahsediyorum? Şunu fark ettim ki söz konusu bir erkeğin eğitimini, malını mülkünü bırakıp hayatını hayvanlara adaması olunca onu alkışlayan ve ona “güzel adam” diyen bir kitle var. Öte yandan, ne zaman bir kadın işini bir kenara bırakıp, malını mülkünü, hayatını hayvanlara adarsa, sokaklarda kediler ve köpekler için uğraşırsa cepte tuttuğumuz etiketleri yapıştırıveriyoruz: Deli kadın, crazy cat woman[1], kesin evde kalmış, anne olamamış hayvanlarla kapatıyor bu eksiğini, vb. gibi.
Peki, Gökçer’i “güzel adam” yapan kitle Emel Yıldız’ı neden “Panter Emel” yapıp yıllarca ona deli muamelesi yaptı?
Bu ayrımın temelinde toplumsal cinsiyete dayalı iş bölümü yatıyor. Hayır, bunu sadece feminist olduğum için yazmıyorum. 10 yaşından beri hayvan hakları aktivistliği yapan biri olarak deneyimlerime dayanarak da yazıyorum. Özellikle bekâr bir kadın olarak bu işi üstlendiğinizde “deli kadın” ya da “evde kalmış” olursunuz. Size “Anne olunca geçer, kocasızlık başına vuruyor” denilerek bu normal dışı halinize kılıf yaratılma nedenine bakıyorum ve karşıma “iş”in tanımının cinsiyetlendirilmesi çıkıyor. Kadın ve erkek işinin ne olduğuna dair yapılan ayrımdan dolayı, bugün Anadolu Ajansı’nın ‘güzel adam’ olarak Gökçer’le ilgili bir video[2] yayınlaması da yıllar önce pek çok kanalın Panter Emel’in deliliği üzerinden haber yapması da bundan. Herkes Gökçer’i duyarken, kaç kişinin İnci Anne’den haberi vardır?[3]
Kadınların ve erkeklerin birbirinden farklı doğaları olduğu inancına dayanan toplumsal cinsiyet temelli bu kategorileştirme, iki cinsiyetin sorumluluklarının ve ilgi alanlarının da birbirinden farklı olduğu düşüncesine sebep olmuştur. Erkekler ‘dışarıya’ ait, ‘dışarıda’ çalışan ve ‘eve ekmek getirenler’ olarak tanımlanırken, kadınlar ‘içeriye’ ait, ‘içeride’ kalan, ailenin, erkeklerin, hastaların, yaşlıların ve çocukların bakımını üstlenenler olarak tanımlanmışlardır. Bu ayrım ‘iş’i de tanımlamıştır. Ev uğraşları, eve ait işler değersizleştirilirken yani işten sayılmazken, dışarıda ücretli bir işte çalışmak ‘gerçek’ iş sayılmıştır. Aksu Bora’nın[4] dediği gibi “aynı zamanda ‘ev kadını’ denilen yeni bir tipin doğduğu ve kadınlık normu haline geldiği bir dönem de oldu. Ev kadınının bir kadınlık normu haline gelişi, her sınıftan, her yaştan, ücretli çalışan ve çalışmayan bütün kadınlar için son derece önemli bir etki yaptı. Çünkü ‘doğru kadın’, artık o idi.”
Bir kadın evin dışında çalışıyorsa? Bu çalışma hali de işten sayılmaz ve bu çalışma haline dair de tanımlamalar yapılır: Kocası sorunlu bir tiptir, kadın evde kalmış bir ‘kız kurusu’ olabilir, “O kadar fakirdirler ki kadıncağız çalışmak zorunda kalmıştır.” Öte yandan, erkekler de evin geçimini sağlamak zorundadırlar. Eve ekmek getiren erkek anlayışı ev kadını kategorisinin yanında yerini alır. Bu nedenle ‘iş’ erkekler için hayati önemi olan bir kavram olmuştur.
Bunu hayvanseverliğe nasıl bağlıyorum? Son dönem herkesin ilgisini çeken hayvansever erkekler bu tanımladığım ‘iş’ ayrımı nedeniyle ‘güzel adam’ oluyorlar. Çünkü feda ettikleri, kariyerleri ve işleri oluyor. Bu çok mühim bir seçim olarak karşımıza çıkıyor. Aynı zamanda, erkekler zaten dışarıya ait, kamusal alanda görünürlüğü kabul edilen varlıklar olduğu için erkek hayvanseverlerin doğadaki mücadeleleri de ‘iş’ten sayılıyor. Öte yandan, kadınların feda ettikleri kariyerleri zaten en başından ‘iş’ sayılmıyor. Bu nedenle hayatlarını hayvanlara adamaları daha sorunlu hale geliyor. Çünkü feda ettikleri, bakmakla sorumlu oldukları ‘aileleri, çocukları ve erkekleri’dir. Bunu da ancak bir ‘deli’ yapabilir.
Bakmakla sorumlu tutuldukları aileleri, kocaları, çocukları olmayan bekar kadınlar için durum daha vahimdir çünkü Aksu Bora’nın da yukarıda belirttiği gibi bu kadınlar “doğru kadın” olamamışlardır. Ayrıca zaten kadınların yeri en başından özel alan ile sınırlandırıldığı için kadının dışarıda, kamusal alanda görünür olması ve mücadele ediyor olması ‘sorunlu’ olarak düşünülür. Erkeğin yapması gereken, erkeğe bırakılmış alanda var olmaya çalışan kadın ‘norm’ dışı sayıldığı, tanımlanan ‘doğru’ kadın olmadığı için problemli kabul edilir.
Bu noktada sadece işin tanımı değil, kadının ve ailenin toplumsal cinsiyete dayalı tanımı da karşımıza çıkıyor. Kadınların hayatlarını hayvanlara adaması ‘delilik’ olarak nitelenmese de bu durumun yok sayılmasının bir sebebi, kadınının doğuştan ‘duygusal, şefkatli, merhametli’ erkeğin ise ‘sert, cesur, savaşçı’ olarak tanımlanması. Çünkü bir kadın için korumak, şefkat göstermek onun doğası gereği yaptığı bir şey. Bir nevi fabrika ayarı bu zaten. O nedenle alkışlanması gerekmiyor. Öte yandan, bir erkek için ‘şefkat ve merhamet’ edinilen erdemler olarak karşımıza çıkıyor. Duygusal olmaktan farklı olarak erkekliği zedeleyen ya da tehdit eden bir özellikten ziyade zaman zaman erkekliği yücelten erdemler olarak kurgulanıyor. Zalim savaşçı erkek yerine merhamet eden savaşçı olarak algılanıyor. Çünkü o erkek bir kahraman: Başka canlıların hayatını koruyor ve onlar için savaşıyor. Onları yok etmek yerine yaşatmaya çalışıyor. O nedenle hayatını başka bir canlı için feda eden bir erkek ‘güzel adam’ olarak alkışlanıyor ve herkes için takdir edilesi bir olay olarak gündeme gelebiliyor. Kadın delileşirken erkek kahramanlaşıyor.[5]
Bir diğer sebep, kadının tek başına değil aile içinde tanımlanması, aile ile birlikte tam olması düşüncesinin hakim olmasıdır. Kadın bir erkek tarafından seçilmeyince eksik, yarım sayılır çünkü kadın yukarıda da belirtildiği gibi eve ait, evin içine ait olarak var sayılır. Kadının bir anne, bir eş ya da birinin kızı olarak var olduğu düşünülür. Başka bir deyişle, kadın bir kocaya, bir babaya ya da bir aileye ait olduğunda bir kimliği olur. Kadının kendi istediği hayatı kendi istediği gibi yaşayabileceği düşünülmez. Bu nedenle hayatını bir aileye değil de hayvanlara adadığında ya da bir aileye rağmen hayvanlar için çalıştığında ‘eksik (akıllı)’ sayılır. Ya da uğraşları anlamlı gelmez, yok sayılır. Kendine insanlardan değil de hayvanlardan bir aile seçmiş olabileceği düşünülmez çünkü aile dediğinin ‘kadın-erkek-çocuklar’dan oluşması gerektiği norm kabul edilir. Öte yandan erkek zaten dışarıya ait sayılır. Doğaya ve kadına hükmetmesi normal kabul edilir. Bu nedenle doğada hayvanlarla olması erkeklik performansının başka bir türüdür. Çünkü bu şekilde de eve (ilgilendiği hayvanlara) ekmek getirmeye devam ediyordur. Özetle, “güzel adam”dır.
Sonuç olarak, İnci Anne, Panter Emel ve hayatlarını hayvanlara adayan diğer kadınlar da aslında güzel kadınlardır. Yıllardır onlar da doğayla mücadele etseler de ‘deli’ kadın olmaktan öteye geçememişlerdir. Çünkü toplumsal cinsiyete dayalı iş bölümü, toplumda var olan kadınlık ve erkeklik anlayışları, doğa ve ev ayrımında kadının ait olduğu mekânların belirlenmesi Türkiye’de hayvanseverlik algılarımızı da şekillendiriyor. Daha önce de bahsettiğim gibi bu durum kadınları “delileştiriyor” iken, erkekleri kahramanlaştırıyor.
[1] Birden fazla kedisi olan kadınları tanımlamak için kullanılan “deli kedi kadın” tanımlamasının İngilizcesi.
[2] Tek derdi sokak hayvanları, https://www.youtube.com/watch?v=t8e3IGDD4no&list=PL1ixqB70OGQ5iRqlx1bDYf0so_Bl4Te2E&index=2, erişim tarihi, 21 Kasım 2016.
[3] İnci Anne, https://www.facebook.com/evkopegi/photos/a.263464423758786.48276.207585399346689/978992545539300/?type=3&theater, erişim tarihi, 21 Kasım 2016.
[4] Bora, A. “Toplumsal Cinsiyete Dayalı Ayrımcılık” secbir.org/images/haber/2011/01/15-aksu-bora.pdf, erişim tarihi, 21 Kasım 2016, s. 7.
[5] Sokak Hayvanlarını Beslemek İçin Her Gün 15 Km Yol Giden Süper Kahraman: Gökçer Korkmaz
http://yemek.com/sokak-hayvanlari-gokcer-korkmaz/, erişim tarihi 27 Kasım 2016.
Bir kedi sever ,bakar, evine alır, onlara sorumluluk duyan biri olarak..bir köpek sever olup sokakta su ve mama dağıtarak günler geçiren biriyim. Ve bu yazıyı sevdim.
“Kedici kadın” “zır deli” gibi lakaplarım var. Kedileri kolluyorsan ve kadınsan busun. Ama erkek aynı şeyi yaptığında tüm diğer haller gibi onurlandırılıyor..
Bu bakışı yıkmamız için egemen sistemin belinin bükülmesi lazım.
Aslında bazı farklar var. Kadınlara takılan olumsuz isimleri savunduğum için değil ama basında veya çevremde rastladığım hayvanlarla ilgilenenlerin tavırlarına dair bazı gözlemlerim oldu.
Öncelikle “deli” lakabı takılan profil, hayvanları sadece besleyen değil ama genelde hayvan öz konusu olduğunda oldukça agresif davranan, insan yerine hayvanları tercih ettiğini vurgulayan ve kendini yok sayarcasına hayvanlara yaşamını adayan kadınları kapsıyor bence. Bu agresiflik ve yoğun öfke, her zaman altında duygusal sorunlar yattığı fikrini veriyor insanlara. Hayvanları “nasıl” sevdiğin de önemli.
Takip ettiğim kedi-köpek sahiplendirme sayfaları vardı, çıktım onlardan. Çünkü her iletinin altı çoğunluğu, hatta hepsi kadın olarak bir yığın insan korkunç bedduaları ve kustukları öfkeyle dolmuş durumda. Bu tepkiler, şiddete uğramış hayvan değil, hayvanını sahiplendirmek isteyen herkese yönelik kusuluyor. Bunları da farketmek düşünmek gerekir.