Siyah kadınların bedenleri uzun bir tarih boyunca metalaşmış, sermaye edilmiş durumdadır; sömürüleri ilksel birikimden, toplumsal yeniden üretimden ve neoliberal ekonominin işleyebileceği temiz bir dünyaya yönelik yeni gereksinimden ayrı ele alınamaz.
Françoise Vergès
seninle aramdaki fark şu
ben başkalarının
hela taşına eğildiğimde
sudaki yansımadan
bana bakan yüz
kendiminki değil
kristalimsi bir beyazlık havuzunda yüzen
annemin kahverengi başı
bana temizlik yapmayı öğretti
ellerimin ve dizlerimin üzerine çökmeyi
ve fırçalamayı, dilenmemeyi
bana bu bedende yaşamayı değil
temizlik yapmayı öğretti
yansımamı silip attıktan sonra
hep olduğum bu bedende.
—Cherrie Moraga, “Half-Breed” (1) [“Kırma.” Şair, beyaz bir baba ile yerli bir annenin melez kızı. Babası terk ettiğinden ona bakmak için temizlikçilik dahil zorlu işlerde çalışan annesi tarafından, ileride kendi kaderini paylaşmaması için “beyazlığını” kullanarak hayata tutunması öğütlenmiş. Ç.N.]
Bir varoluş koşulu olarak ırk, cinsiyet ve tükenmişlik
Her Allah’ın günü, dünyanın tüm şehir merkezlerinde, siyah ve kahverengi, binlerce görünmez kadın, şehri “açarlar”. Neo-patriyarka ve neoliberal ve finans kapitalizmin işleyişi için gerekli olan yerleri temizlerler. Tehlikeli işler yapıyorlardır: zehirli kimyasal ürünleri solurlar ve ağır yükleri iter veya taşırlar. İşe gelmek için sabahın köründe veya gecenin bir yarısı uzun yollar tepmişlerdir genellikle; işleri ise düşük ücretlidir ve vasıfsız olarak değerlendirilir. Genellikle kırk veya ellilerindedirler. İlki ile sınıf, ırk ve cinsiyet kesişiminde buluşan ikinci bir grup, orta sınıf evlere yemek ve temizlik yapmaya, çocuk ve yaşlı bakmaya giderler, ki onlara iş verenler, ilk gruptaki kadınların temizlediği işyerlerine, çalışmaya gidebilsinler. Bu arada, aynı erken sabah saatlerinde, dünyanın aynı büyük metropollerinde, en yakın spor salonuna veya yoga merkezine gitmek için caddelerde koşuşturan kadın ve erkekler görebiliriz. Geç kapitalizmin sağlıklı ve temiz bedenler buyruğunu yerine getiriyorlardır; koşu veya egzersizlerini, temiz ofislerine doğru yola koyulmadan önce genellikle bir duş, bir avokado tostu ve bir detoks içeceği takip eder. Bu arada renkli kadınlar, bu spor salonlarını, bankaları, sigorta bürolarını, gazete ofislerini, yatırım şirketlerini veya restoranları temizlemekten ve toplantı odalarını işyerinde edilecek kahvaltılara hazır hale getirmekten toplu taşıma ile eve dönerken, tükenmiş bedenleri için boş bir koltuk bulmaya çalışırlar. Sadece önemseyenlerin gözüne görünen yorgunluklarıyla, oturur oturmaz uyuklamaya başlarlar. Görünür kılınmış çalışan beden, ırksal kapitalizme daha iyi hizmet verebilmesi adına, bedenin ve zihnin temizliğine ve sıhhatine adanmış, sürekli büyümekte olan bir endüstrinin ilgi alanıdır. Diğer çalışan beden ise, ilki için gerekli bir işlev yerine getiriyor olmasına rağmen—“temiz” olanların dolaştığı, çalıştığı, yemek yediği, uyuduğu, seviştiği ve ebeveynlik “performe” ettiği alanları temizlemek—görünmez kılınmıştır. Ama temizlikçilerin görünmezliği gerekli kılınmış ve doğallaştırılmış bir şeydir. En azından beş yüz yıldır olan bir şey bu, ama bugün, finans kapitalin ve yeni orta sınıf yaşam biçimlerinin ihtiyaçlarının belirlediği görünmez/görünür ırksallaştırılmış temizlik/bakım emeğine odaklanmanın, ev işlerinin çiftler arasında bölüşülmesinin veya ev içi emeğin genel büyümeye ne kadar katkı sağladığının ötesine geçen, birden çok kesişen meseleyi bir araya getirdiğini öne sürmek istiyorum. Burada incelemek istediğim şey, a) performe eden beyaz erkek beden ile ırksallaştırılmış tükenmiş dişi beden arasındaki; b) temizliğin/bakımın nihai ürününün görünürlüğü ile bu temizliği/bakımı yapan işçilerin kadınlaştırılması ve ırksallaştırılması (ikisi birliktedir), yanı sıra da görünmezliği arasındaki; c) büyümekte olan temizlik/bakım endüstrisi ile temiz/kirli anlayışları, şehirlerin soylulaştırılması ve ırksallaştırılmış çevre politikaları arasındaki diyalektik ilişki. Bunu yapmak için, temizliği/bakımı, emekten (yani ev işi veya ev içi iş) farklı bir çerçevede ele alacağım.
Renkli kadınların çalışması olmaksızın (ki lazımdır ama—hem kelimenin gerçek anlamıyla hem de paha açısından—görünmez kalmalıdır) neoliberal ve patriyarkal kapitalizm işleyemez. Üst sınıf, beyaz, neoliberal ve hatta liberal insanlar, bu alanlara, temizlik/bakım işini fark etmek, düşünmek, hayal etmek zorunda kalmaksızın girmelidir. Bu küresel bir durumdur ve siyah ve göçmen/mülteci kadınlar tarafından yapılan bu işin denetleyici ve düzenleyicileri olarak işlev görenler, esasen beyaz kadınlardır.
Neoliberal burjuvazi ile bu tükenmiş bedenler arasındaki tezat ve diyalektik, neoliberalizm, ırk ve heteropatriyarka arasındaki bağlantıları gösterir. Temiz hava, temiz su, temiz evler, temiz bedenler, temiz zihinler ve yeşil alanlarla ilgili kaygıların büyüdüğü bir çağda, temizlik ve kirlilik arasına çizilmiş yeni sınırları da ortaya serer bu tezat ve diyalektik. Sağlıklı/güçlü bir beden ve zihin konusunda artan endişeler, Doğulu ve yerli anlayış ve uygulamaları veya bunların ezoterik Batılı muadillerini kendine mal etmiş olan, 1970’lerin New Age ideolojisi üzerine kuruludur. Meditasyon ve bitki çayları, yoga ve egzotik tam tahıllar, her yaş için spor ve masaj salonları sunan; sınıfsal ayrıcalıklara ve kültürel iç etmenin ta kendisine dayanan başlıca pazarlardan kârlı bir tanesi haline dönüşmüştür. Hedefi kişisel verimliliğin yanı sıra, fiziksel ve zihinsel gücün en yükseğe çıkarılmasıdır. İnsani sınırların aşılması gibi bir arzuyu bile beslemiş ve yaşamı uzatma, yaşlanmayı durdurma ve “ölüm sorununu çözme” gibi, Silikon Vadisi teokrasisinin finanse ettiği araştırma programlarına yol açmıştır (2). Performe eden bedenin sahibinden (beyaz ve erkek), spor salonunda ve ofiste uzun saatler boyunca, gece geç vakte kadar ve hafta sonları çalışması beklenir; bu kapasite, başarısının ve hâkim düzene uyduğunun işaretiyken, tükenmişliği ise fanilerin temel ihtiyaçları karşısındaki üstünlüğünün kanıtıdır. Dinlenmemesinden gurur duyulan, sürekli olarak aynı anda birçok görevi süratle yerine getiren bir bedende, neoliberal erkekliği performe eder o. Görünmez bedenin sahibi dişidir ve renkli bir insandır. Onun tükenmişliği, ırksallaştırılmış bedenlerden emeği söküp çıkararak ilksel birikimi ve sermayeyi inşa etmiş olan tarihsel talan [extractivism] mantığının sonucudur. İster Maputo ve Rio de Janeiro’da, ister Riyad, Kuala Lumpur ve Rabat’ta, isterse Paris’te yaşıyor olsunlar, temizlik yapan kadınlar ne kadar az uyuduklarından (günde üç-dört saat), işe gidiş geliş sırasında yolda ne kadar zaman kaybettiklerinden ve bir de üstüne eve döndükten sonra yapmak zorunda oldukları işlerden söz ederler. Bakım/temizlik işlerini yapan kadınların hepsi, tükenmişliklerinden söz eder. Tükenmişlik ekonomisinin modern dünyada uzun bir geçmişi var: insanın enerjisini öldürene kadar emen kolonyal kölelik ile başladı. Sanayi Devrimi, beyaz işçilerin ve çocukların bedenlerini, en sonunda onlar çalışma saatlerinin düşürülmesini sağlayana dek tüketerek ve sömürgelerdeki ırksallaştırılmış bedenlerin tüketilmesi sayesinde elde edilen zorlu fiziksel emek üzerinden, bu mantığı benimsedi. Liberal ve neoliberal ülkeler, halen göçmen ve renkli insanların bedenlerinin tükenene kadar sömürüsüne dayanıyor (ırksallaştırma süreçleri Küresel Güney ülkelerinde de gerçekleşiyor—temizlik/bakım işi yapan Filipinli ve Endonezyalı kadınlar Güneydoğu Asya’da ırksallaştırılmış, aynı Beyrut’taki Tay ve Malezyalı kadınlar gibi; Dakar’da zengin Afrikalıların, kendi “Afrikalı” hizmetçilerinden söz ettikleri bile duyulabiliyor) (3).
Performe eden erkek neoliberal beden, onun sınırsız performansını mümkün kılan başka bir “hayalet” beden türüne sahiptir. Evli bir beyaz kadın kendi ev işini yaptığında ve kendi çocuklarına baktığında bile, renkli kadınların yaptığı iş göz ardı edilmemelidir: beyaz annelerin alışveriş yaptığı, mutfak malzemelerini satın aldığı, spora gittiği, çocuklarını kreşe bıraktığı mekanları onlar temizlerler. Bu ırksal ve cinsiyetli inşa, özelde siyah kadınların bedenleri ve ruhları ile bir bütün olarak sömürüsünün uzun tarihine dayanıyor. Açıklık kazandırmak açısından belirteyim, temizlik ile bakım arasında katı bir ayrım yapmıyorum. Temizlik bakımla alakalı bir şeydir ve bakım da temizlikle: çocuk ve yaşlı bakan ve onların bedenlerini temizleyen siyah kadınlar, aynı zamanda insan atığını, çöp ve kiri de temizleyerek ortalığın da icabına bakarlar. Siyah kadınların bedenleri uzun bir tarih boyunca metalaşmış, sermaye edilmiş durumdadır; sömürüleri ilksel birikimden, toplumsal yeniden üretimden (ki sayısız siyah feminist tarafından gösterilmiştir bu) ve neoliberal ekonominin işleyebileceği temiz bir dünyaya yönelik yeni gereksinimden ayrı ele alınamaz.
Dünyayı kim temizliyor?
Birbirinden farklı bir sürü durumu—temizlediğin evde yatılı kalmak veya bir taşeron için kamusal alanları temizlemek; belgesiz ya da bir vatandaş, veya pasaportuna el konmuş bir göçmen olmak; evli olmak, tek başına yaşamak veya kolektif bir yaşam sürmek; kuir, lezbiyen veya heteroseksüel bir ilişkide olmak; çalıştığın toplumun dilini konuşmak ya da konuşamamak; haklarını bilmek ya da bilmemek—aynı kefeye koyarak tek “bir” grup kadından söz etmek, daima sorunlu bir yaklaşım olmuştur ama, argümanımı sarih biçimde ortaya koyabilmek için, Antroposen* adı verilen bu neoliberalizm çağında, temizlik ile kirlilik arasındaki bağları incelemek için temizlik ve bakım işi yapan siyah ve kahverengi kadınlardan tek bir grup olarak söz edeceğim.
Bu sembolik ve maddi ekonomide, siyah ve kahverengi kadınların yaşamları güvencesiz ve kırılgan kılınıyor ama imal edilmiş lüzumsuzlukları [çok fazla oluşları, ÇN], varoluş ve mevcudiyetlerinin lüzumu ile yakından ilişkili. Evlere ve işyerlerine girmelerine izin var. Ama kalabalık topluluklarının diğer üyeleri—bu işçilerin aileleri ile komşuları gibi—polis şiddeti veya yeşil ve kamusal alanların zenginler lehine militarize edilmesinin diğer biçimleri ile öldürülme riskini almak istemiyorlarsa, giriş noktalarının dışında kalmalılar. Bu işçilerin, hem yaptıkları işin hem de görünmez olmalarının lüzumuna dayalı olarak tasarlanmış özel giriş izinleri var. Renkli kadınlar, şehrin giriş noktalarından, onun kontrollü binalarının kapılarından giriyorlar ama bunu hayaletmiş gibi yapmaları lazım. Irksallaştırılmış kadınlar şehirde dolaşabilirler, ama silik bir varlık olarak.
Michael McIntyre ve Heidi J. Nast, “Bio(necro)polis: Marx, Surplus Populations, and the Spatial Dialectics of Reproduction and ‘Race’” (Biyo(nekro)polis: Marx, Artık Nüfus ve Yeniden Üretim ve ‘Irk’ın Mekansal Diyalektiği) başlıklı makalelerinde, birikimin ve ırksallaştırılmış farkın coğrafi akışkanlığını vurgulamak için “biyo(nekro)polis” ve “nekro(biyo)polis” mefhumlarını ortaya atmışlardır (4). “Kapitalizmin işleyişinin, birbiriyle bağlantılı yeniden üretim ve ırk çelişkileri açısından anlaşılması gerektiğini” öne sürerek, artık nüfusların nasıl “ırksal olarak katmanlı biyolojik yeniden üretim rejimlerinin etkisi” olduklarını incelemişlerdir (5). Şöyle yazmışlardır:
toprağın ve bedenin ırksal markajı, belirli bedenleri lüzumsuz [çok fazla, ÇN] kılmanın bir yolu olmaya devam ediyor. Kanalize edilmiş olan, kriminalize edilmiş olan, sürgün edilmiş olan, damgalanmış olan, nekropolis (nekropolitanın tanımlandığı veya tesis edildiği o mekânsallık), muhtelif maddi boyutların bir rezervi haline gelir: negatif sembolik potansiyelin ve ölüm sınırında zevklerin rezervi; bir emek rezervi (Kapital’in 25. bölümünde not edildiği üzere); temellüke açık bir doğa rezervi; yerleşimciler için potansiyel bir verimli toprak rezervi; ve sömürgeciliğin insani ve çevresel döküntüleri için bir atık arazisi rezervi.
Şöyle devam ederler: “Düşük ücretler için uzun saatler boyunca çalışan fazlalık emekçi nüfusunun üyelerine, beyaz işçilerin ücretlerini düşürdükleri için öfke beslenir” (6). Şehrin ırksal markajında, siyah kadınların yaşamları lüzumsuzdur ve lüzumludur, ama temizlik/bakım endüstrisindeki mevcudiyetleri, aslında beyaz işçilerin işlerini aldıkları veya onların ücretlerini düşürdükleri için öfkeye neden olmuş değildir. Gerçekten de bu işgücünün ırksal/cinsiyetli unsuru, diğer endüstrilerde gözlemlenen türde bir beyaz öfkesi yaratmamıştır. “Renkli kadınların beyaz kadınların işini çaldığı” argümanı üzerine kurulu bir milliyetçi, ırkçı, göçmen karşıtı hareket yoktur. Avrupa’da tanık olduğumuz İslamofobik feminizm, örtülü kadınların kamusal alanlardaki ve çocuk bakım merkezlerindeki varlığına karşı mobilize olmuşsa da bu kamusal alanları veya ofisleri, otel odalarını, restoranları ve spor salonları temizlemelerini protesto etmemiştir. Öte yandan, temizlik/bakım işlerini yapan yoksul kadınları destekleyen hiçbir protesto hareketi yoktur—bir tane bile. Tam tersine, özelde siyah kadınlar, ev içi işin hükümetler ve sendikalar tarafından iş olarak tanınması için mücadele vermek zorunda kalmıştır. Ve bu mücadele bitmiş olmaktan çok uzaktır (7).
Temizlik ve bakıma dair feminist teoriler
Açık sözlü olmayı göze alarak, ev işine dair belli başlı feminist yanıtları özetleyeceğim: a) bu yükün daha iyi bölüşülmesi ve ücret talebi; b) dişi ev işçilerinin, beyaz ve orta sınıf kadınların ücretli işgücü piyasasına giderek artan şekilde ve yüksek oranlarda girmesini nasıl kolaylaştırdığını gösteren teori; c) yeniden üretim emeği ve sermaye üzerine Marksist feminist teori; d) temizlik ve bakım işlerini yapan göçmen kadınların sömürüsü; e) dünyanın dört bir yanından renkli feministlerin, beyaz kadınların kurtuluşunu “ev işlerinden kurtuluş” çerçevesinde ele alan ve kadınların ücretli işgücüne girişi önündeki yasal ve toplumsal engellerin kaldırılması mücadelesi veren bir beyaz feminizme yönelik eleştirisi.
Başlangıcı kolonyal köleliğe kadar giden ev içi işin ırksallaştırılması, geçtiğimiz on yıllar içinde tüm dünyaya yayıldı. Avrupa’da ev içi iş geleneksel olarak genç beyaz kadınlarca yapılırdı ve Avrupa edebiyatı taciz ve tecavüze maruz bırakılan, naif ya da kurnaz hizmetçi tiplemeleriyle doludur. 20. yüzyılın başlarında Fransa’da bu hizmetçi figürü Bécassine adlı çizgi bantla karikatürize edilmişti; çizgi banda adını veren karakter, kibar, zarif Parisli kadınların tersine, genç, aptal ve yavaş Bretonlu bir hizmetçiydi (8). Devletler eski kolonilerindeki renkli kadınların ülkeye göçünü organize ettikçe, 60’lı yıllarda temizlik/bakım işleri Fransa ve diğer Avrupa ülkelerinde ırksallaşmış hale geldi (kolonilerin kendisinde bu tip işler çok önceden ırksallaşmıştı). Avrupalı kadınlar ücretli işlere girdikçe ve toplumlar zenginleştikçe, ev içi iş bu toplumlarda desteklenen modern kadın imajından her geçen gün biraz daha koptu.
1970’lerde beyaz feministler karşılıksız ev işlerinin sıkıcılığını ve görünmezliğini eleştirdikçe, temizlik/bakım için ırksallaştırılmış kadınların işe alınması hareketi hız kazandı. Toplumsal yeniden üretimin organizasyonundaki bu değişime beyaz feministlerin yanıtı tek ve aynı değildi. Bazıları, ev işinin ırksal boyutunu göz ardı ederek, ev içi görevlerin erkekler ve kadınlar arasında daha fazla paylaşılmasını talep etti. Temizliğin/bakımın rolü ve yeri sorusuna, Adam Smith’in “vasıf gerektirmeyen [hizmetçilere ait, adi, Ç.N.] görev ve hizmetler genellikle yapıldığı an yok olur ve arkasında nadiren bir değer veya iz bırakır” tespiti ağırlığını koymuştur (9). Modern olmak, mazide kalmış kadınsılıkla bağdaştırılan görevlerin terk edilmesi ve “değerli” iş pozisyonları için mücadele edilmesi anlamına geliyordu. Değersiz işleri siyah kadınların “görünmez eli” yapacaktı. Rada Katsorava’nın özetlediği üzere, “toplumsal yeniden üretimi, üretken, yaratıcı, doğurgan bir aktivite alanı” olarak tanımlayarak, Marksist feministler buna kuvvetli bir eleştiri getirdiler. “Onlar açısından patriyarkal ilişkiler ve kadınların evde ikincilleştirilmesi, kapitalist sömürünün bir ön koşulu olarak görünüyordu” (10). Marxist ve sosyalist feministler, toplumsal yeniden üretimin kapitalizm içerisinde merkezi bir rol oynadığını gösterdiler. Ancak, işçi sınıfından siyah kadınların üçlü ezilmişliğini gösteren, ilkin Claudia Jones’un çığır açıcı ve derin şekilde devrimci “To End the Neglect of the Problems of the Negro Woman” (1949, Zenci Kadınların Sorunlarının Göz Ardı Edilmesine Son Verilmesi) makalesinde ifadesini bulan, siyah feministlerin öncü çalışmalarıydı. Jones, siyah kadınların aslında hiçbir zaman yalnızca “ev içi” alana hapsedilmiş olmadıklarını gösterdi. Hazel Carby, Angela Davis ve daha birçokları bu görüşü geliştirdiler ve ırkın ve sömürgeciliğin bu tarihselliklerde nasıl bir rol oynadığını göz ardı ederek evcimen (beyaz) kadınların ikincilleştirilmesini eleştiren çeşitli hakim beyaz/heteronormatif feminizmleri sorguladılar (11). Siyah kadınlar, söz konusu olanın ne olduğunu çok iyi anlıyorlardı ve dünyadaki ilk ev işçileri sendikası Birleşik Devletler’de siyah kadınlar tarafından kuruldu (12). Bu eleştiri bugün halen geçerliliğini koruyor; bazı kadınlar temizlik/bakım işinden özgürleşirken, bu işi başka kadınlar—esasen de renkli kadınlar—yapmak zorunda kalacak (13).
Uluslararası Çalışma Örgütü’ne (ILO) göre günümüzde tüm karşılıksız ev içi işlerin %75’i kadınlar tarafından yapılmakta ve bu işler için kadınlar erkeklerden günde üç saat daha fazla zaman harcamaktadır; bu hesaplama su taşıma, çocuk ve yaşlı bakımı ile ev işlerini kapsamaktadır (14). Birleşmiş Milletler’e göre karşılıksız bakım ve ev içi işler herhangi bir ülkenin gayri safi milli hasılasının %10 ila 39’una karşılık gelen bir değere sahiptir. ILO’ya göre dünya çapında en az 67 milyon ev işçisi bulunmakta ve bunların %80’i renkli kadınlardan oluşuyor. Her yerde, ev içi iş, bakım ekonomisinin alt katmanlarında yer almaktadır. Bakım ekonomisi aynı zamanda yılda 75 milyon dolar gelir üreten, her yıl %6,2 büyüyen ve en hızla büyümenin Asya-Pasifik bölgesinde yaşandığı, patlama yaşanan bir sektör. Şu anda en büyük temizlik hizmeti piyasası ticari temizlik olsa da konut temizliğinin de hızla büyümesi bekleniyor. Sömürülen temizlik işçisi imajının olumsuzluğunun farkında olan sektördeki lider firmalar, işçiler için yasal korumalarda ısrar ediyor ve onların sağlık ve güvenliğini destekliyorlar. ABD’de yerleşik, önde gelen bir “hizmet çözümleri” şirketi olan ABM Industries, internet sitesinde şöyle diyor: “‘Önce Güvenlik’ kültürümüz çalışanlarımız içindir. Her işgününün parçası olması gereken bir ‘halet-i ruhiye’ ve duygudur” (15). Temizlik sektörü, temizlik personelinin kapsamlı şekilde takibine imkân veren bir gözetim teknolojisini de benimsemiş durumdadır, o kadar ki işçiler sürekli olarak takip altında olduklarından şikayet etmektedir.
Neoliberal bir örtmece olan “hizmet sağlayıcıları” sözü, çoğu zaman temizlik/bakım işçilerini anlatmak için kullanılır. Ama bu işçiler, böylesi ifadelerin ardına gizlenmiş olan şiddeti açığa çıkarırcasına, bu sözcük dağarcığından kesilip atılmıştır. The New Maids: Transnational Women and the Care Economy (Yeni Hizmetçiler: Ulusaşırı Kadınlar ve Bakım Ekonomisi) adlı yeni kitabında, Helma Lutz, bu ifadenin renkli kadınları çalıştıran kadınlar için neden kullanışlı olduğunu göstermek amacıyla hem temizlikçilerle hem de işverenlerle mülakatlar yapmıştır:
İşverenler, çalıştırdıkları ev işçilerini hizmet sağlayıcıları olarak görmeyi seviyorlar; bu ifade, büyük ölçüde, tartışmanın yönünü iktidar ve bağımlılık ilişkilerinden kullanışlı bir şekilde saptıran aklayıcı bir söylem biçimi, çünkü (akademik olarak) eğitimli üst-orta sınıf müşteriler, genellikle yasal olarak güvenceye alınmış bir hizmet sağlayıcısı sözleşmesine taraf olmadıklarını bileceklerdir (16).
Temizlik/bakım işçisi renkli kadınlar, nasıl ve neden vazgeçilemez olan bir iş ifa ettiklerini göstererek alanlarını politikleştiriyorlar. Bizi analizimizi derinleştirmeye zorluyorlar. Daha iyi ücret, sendikalaşma hakkı ve istismara karşı güvenceye yönelik mücadeleleri, artık küresel (17). Renkli kadınlar, kolonyal olmayan ve göç, kimya sanayi, tükenmişlik ekonomisi, görünürlük/görünmezlik, ırk, cinsiyet, sınıf, kapitalizm ve kadına yönelik şiddet gibi birçok kesişen sorunu bir araya getiren bir feminizmin nasıl olabileceğini gösteriyorlar.
Kapitalizm atıktır
“Atık” [waste] sözcüğü, genellikle çöp anlamında kullanılır ama “tahrip etme” [laying waste] ifadesi de önemlidir. Kölelik, sömürgecilik ve kapitalizm, toprakları ve insanları [üzerlerine atık bırakarak, Ç.N.] tahrip etmiştir. Kölelik, sömürgecilik ve kapitalizm, insanların gereksinimlerine yanıt vermek yerine, ihtiyaç duymadığımız şeylere yönelik arzu inşa etmiş ve ihtiyacımız olana (temiz su, temiz hava, temiz gıda, temiz şehirler) erişimi engellemiştir. Coğrafyacı Ruth Wilson Gilmore’un tanımladığı gibi, kapitalizm, küresel bir ölüme karşı savunmasızlık rejimidir. Kapitalizmin üzerinde yükseldiği köle ticareti, insanları atık olarak üretti ve Avrupa tarafından kolonileştirilen kıtaların ve yerli halkların kültürel/doğal dünyasını imha etti. Köle ticaretinin, Afrika kıtası, bu kıtanın nüfusu ve toprakları üzerinde, pislik, perişanlık ve ölüm getiren uzun vadeli bir etkisi oldu. Köle gemisi bir pislik, dışkı, kan ve köle zincirlerinin çürüttüğü et mekanıydı. Kolonilerdeki halkların, kıyıya ulaşan pis kokuyu fark ettiklerinde bir köle gemisinin gelmekte olduğunu anladıkları söylenir. Irk, atık haline getirilebilecek insanlar ve topraklar tasarlamak için bir kod haline geldi.
Yerli halklar ve köleleştirilmiş Afrikalılar “kullan/at” hale getirildi. Cesetlerinin eti ve kemikleri, plantasyonlarda ve gümüş ve altın madenlerinde toprağa karışıyordu. Onlar, kapitalizmin humusu idiler. Siyah kadınların rahimleri sermayeye, çocukları ise para birimine dönüştürüldü. İlksel birikim, müştereklerin özelleştirilmesine ve ziyan edilmiş [wasted] alanların ve insanların (özellikle renkli insanların) üretimine dayanıyordu. Discourse on Colonialism (Sömürgecilik Üzerine Söylem) kitabında Aimé Césaire, Nazizm’in kölelik ve sömürgeciliğin “bumerang etkisi” olduğunu yazdı. Kolonilerdeki renkli insanlara uygulanan gündelikleşmiş barbarlıklar, sömürgecileri zorba, ahlaksız vahşilere dönüştürmüştü ve bu şiddet şimdi kendi evlerinde beyaz insanların başına musallat oluyordu. Benzer şekilde, emperyalizmin ve kapitalizmin, Küresel Güney’e ve Küresel Kuzey’deki azınlıklara çektirdiklerinin bugün Batı’yı etkilediğini söyleyebiliriz; dışsallaştırılmış olan—kapitalizmin tüm tahribi/atığı—şimdi geri geliyor. Neoliberal kapitalizmin mecburi yıkımı sınır tanımaz. Avrupalıların içine işlemiş olan doğal masumiyetlerine olan inancın (beyazların üstünlüğüne olan inançlarının yanı sıra) beslediği bir başka illüzyon ise, zenginlerin tahkim edilmiş kapalı yerleşim bölgelerine sığınabileceği fikridir.
Fred Magdoff ve Chris Williams’ın öne sürdüğü üzere, atık, “kapitalizmin başarısının bir işaretidir” (18). 1966’da, iktisatçı Joseph Phillips, ABD’de ekonomik fazlanın—üretilen şeylerin toplumsal olarak faydalı hiçbir amaca hizmet etmeyen kısmı—brüt ulusal üretimin yarısından fazlasına denk geldiğini göstermişti. 2015 yılında, reklamcılık, marka promosyonuna yönelik ambalajlama ve e-ticaret siparişleri, 35 milyon ton karton üretimine yol açtı. 2016 yılında, Küresel Güney’de bin gemi sahillere çekildi, parçalara ayrıldı ve hurda metal olarak satıldı (dünyanın en büyük gemi hurdalığı Hindistan’ın batı sahilindeki Alang’dadır) (19). Ama atık üretmek zorunda olan bir ekonomiye son vermek yerine, uzmanlar ve politikacılar “düzgün atık idaresinin ekonomik olarak anlamı olup olmadığını” tartışıyorlar. Dünya Bankası ve benzeri kuruluşlar, bilgisayar modellerine ırk ve atık jeopolitiğini dahil ediyorlar ama içsel yapısal özellikler olarak değil, kötüleştiren unsurlar olarak.
Dünya Bankası’na göre, dünyada her gün 11 milyon ton katı atık üretilmektedir. 2016 yılında, tüm dünyada şehirler 2,01 milyar ton katı atık üretmiştir. 2050 itibariyle, yıllık atık üretiminin 2016 seviyesine göre %70 oranında artarak 3,4 milyar tona ulaşması beklenmektedir. Dünya nüfusunun sadece %16’sını oluşturmalarına rağmen, yüksek gelirli ülkeler toplu olarak dünyadaki atıkların üçte birinden fazlasını (%34) üretiyor. Doğu Asya ve Pasifik Bölgesi tüm atığın dörtte birine yakın kısmının (%23) üretiminden sorumludur. 2050 yılında, Sahra Altı Afrika’daki atık üretiminin mevcut seviyeye göre üç katın üzerinde artması beklenirken, Güney Asya atık akışını iki katına çıkaracaktır. Bu verilerin, orduların gerilerinde bıraktıkları ve ziyan edilen ülkeler ve bedenler dahil, emperyalizm tarafından üretilen muazzam miktarlardaki atığı hesaba katıp katmadığı ise net değil. Ayrıca bölgeye özgü veriler, atıkların dolaşımda olduğu gerçeğini gizlemektedir (hava ve su sınır tanımaz). Diğer bir deyişle, Batı emperyalizmi tarafından üretilen veya ayrıcalıklı beyaz insanların rahatı ve tüketimi için üretilen atıklar, ya ırksallaştırılmış yoksul mahallelerdeki ya da Küresel Güney ülkelerindeki evlerinde, ırksallaştırılmış insanlara boca edilmektedir.
Nikhil Pal Singh şöyle yazmıştır: “Dünyanın ırksallaştırılması, insan popülasyonlarında bu popülasyonların siyasi olarak yönetilmesi açısından kritik önemde olan hem ulusal hem de küresel ölçekli ‘duraklamalar’ yaratmaya ve yeniden yaratmaya yardımcı olmuştur.” Ve şöyle devam eder:
Irk teknolojisinin sırf cilt renginden veya biyofiziksel özden daha fazlası olduğunu görmemiz gerek. Onu, insanlığın bir biçimini, bir diğerinin sağlığı, kalkınması, güvenliği, kârı ve zevki için damgalayan ve değersizleştiren tarihsel dağarcıklar ve kültürel, mekânsal ve göstergesel sistemler olarak anlamalıyız (20).
Wilson Gilmore bunu “erken ölüm karşısında gruba göre farklılaşan savunmasızlığın ya devlet desteğinde ya da hukuk dışı olarak üretimi ve sömürüsü” olarak adlandırmıştır (21). Irksallaştırma, beyaz üstünlüğü ideolojisi tarafından, başka dünyaları imha ederken kendi dünyasını temiz tutma amacıyla yaratılmıştır. Beyaz üstünlüğü, temiz/medeni bir Avrupa’yı kirli/medenileşmemiş bir dünyanın karşısına yerleştiren bir temiz/kirli bölünmesi yaratır oysa arşivler tanıktır ki Avrupalı olmayan halklar beyazların pasaklılığı ve kişisel hijyene özen göstermeyişi karşısında hep dehşete kapılmışlardır. Avrupalılar çoğu zaman girdikleri ama sonra yakıp yıktıkları, ardından da halklarını katlettikleri şehirlerin temizliği karşısında saygıyla eğilmişler. On dokuzuncu yüzyıl itibariyle, kölecilik ve sömürgecilik altında geliştirilen ırk ideolojilerine dayanarak, Avrupalılar bir tarafta temiz bir Avrupa ve temiz Avrupalı bedenleri ile diğer tarafta kirli yerli yerleşimleri, bedenleri ve cinselliği arasında güçlü bir karşıtlık çizmişlerdir.
Temizlik/kirlilik jeopolitiğinin günümüzdeki elden geçirilmiş durumunda, temiz evlerin ve kamusal alanların görünürlüğünü, renkli kadınların temizlik işlerinin görünmezliği yaratmaktadır. Ayrıca, dünyadaki temizlik/kirlilik temsilleri ırksal bir mekânsallaşma da inşa etmektedir. Küresel Güney’deki pislik ve çöp görüntülerinin birikimi ve bunun Batılı kamuoyunu nasıl dehşete düşürdüğü üzerine düşünelim: “Neden bu ülkeler bu kadar kirli? Sokaklarını temizlemiyorlar mı? İnsanlar bu kirli yerlerde nasıl çalışabiliyor? Bunun kendi sağlıkları için kötü olduğunu görmüyorlar mı? Şu çocuklara bakın!” “Bu” ülkelere seyahat ederken yapılan hijyen ve sağlık uyarıları, temiz dünya ve temiz olmayan halkların yaşadığı temiz olmayan dünya karşıtlığının inşasına katkıda bulunur. Çöp dağlarının, kirli sokakların, kirli nehirlerin, kirli sahillerin, kirli mahallelerin, plastikle kaplanmış tarlaların, çöpleri karıştırarak bir şeyler arayan veya döküntü dolu el arabalarını iten—kadın, çocuk, erkek—insanların, pis suda yüzen çocukların, hepsi de Küresel Güney’den görüntüleri, kirli ile temiz arasında doğallaştırılmış bir ayrımın oluşturulmasına hizmet etmektedir. Çoğalarak yayılan bu görüntülere, devlet kuruluşlarının ve STK’ların “bu” insanlara hijyen öğretme çabalarına dair haberler ve “bu” ülkelerdeki plastik ve kirlenme seviyelerinin alarm verici olduğuna dair haberler eklenir. Ama tüm bunların sebebi nedense söylenmez, gizli tutulur: sömürgeciliğin, kolonyal kentleşmenin ve şehir planının ırksal yeniden yapılandırılmasının ardında bıraktığı miras; hükümetlerin kamu harcamalarını azaltmasını şart koşan yapısal uyum programları; kirlilik yaratan sanayilerin dışsallaştırılması. “O” dünyayı temizlemenin imkânsız bir iş olduğu duygusu yavaş yavaş kafaya kazınır. Esas ilgilenilen mesele ise dışsallaştırılmış bu kirliliğin “temiz” bölgelere ulaşmasının nasıl engelleneceği haline gelir.
Dünyayı temizleme konusundaki hâkim söylem, neoliberalizmin aşırı atık üretiyor olduğu ve bu atığın bertaraf edilmesinin ırksallaştırılmış olduğu gerçeğini göz ardı etmeyi tercih etmiştir. Bu söylem son yıllarda “yeşil kapitalizm” ve “sürdürülebilir afet” mefhumlarını öne çıkarmıştır. “Sürdürülebilir afet” mefhumu, çevresel yıkım ve bunun idaresine ilişkindir ve bu konu üzerine büyümekte olan bir akademik, devlet ve şirket literatürü var (22). Ama bu literatür afet sonrası temizliği kimin yapacağı meselesine pek değinmez.
Uluslararası kurumlar, vakıflar ve hükümetler atıkla ne yapacaklarını tartışırlarken, kendi uzmanları, mühendisleri ve teknisyenleri ile “yeşil” bir temizlik sektörü ortaya çıkmaktadır. Dünya Bankası’nın kentsel kalkınma uzmanları Sameh Wahba ve Silpa Kaza’nın sözleriyle:
Doğru atık idaresi ekonomik olarak faydalıdır. Toplanmayan ve/veya gereği gibi bertaraf edilmeyen atık, sağlık ve çevre üzerinde ciddi olumsuz etkilere sahiptir. Bu olumsuz etkilerle uğraşmanın maliyeti, basit, uygun atık idaresi sistemleri geliştirip uygulamanın maliyetinden kat kat yüksektir. Çözümler mevcuttur ve ülkelerin bu noktaya gelmesine yardımcı olabiliriz (23).
Temiz/kirli jeopolitiği, kirlilik alanları ile temizlik alanları arasına bir çizgi çeker. Kirlilik alanları hastalık, “sürdürülebilir olmayan” doğum oranları, kadına yönelik şiddet, suç ve çeteler ile karakterize olurken; temizlik alanları yoğun bir güvenlik denetimine tabidir ve çocuklar buralarda güvenle oynayabilir, kadınlar geceleri özgürce sokaklarda gezebilir, sokaklar alışveriş, yemek ve diğer eğlence aktiviteleri için ara sıra trafiğe kapatılabilir. Temiz/kirli bölünmesi, şehirlerin militarizasyonu ve soylulaştırılması ile bağlantılıdır. Yoksul renkli insanlar kendi kirlilikleri için suçlanırlar ve şehri “temiz” hale getirmek adına kendi mahallelerinden sürülürler.
Temizliğin/bakımın sömürge konumundan kurtarılması ve dayanışma siyaseti
Neoliberal ve “yeşil” çözümler, atığın siyasi tarihine, ırkçılığın müsebbibi olduğu tahribe ve siyah ve kahverengi kadınların rolüne kör ve sağır. Burada altı çizilebilecek çok şey var ama sadece zaman meselesine odaklanacağım. “We Have Always Been Post-Anthropocene: The Anthropocene Counter-Factual” (Hep Antroposen Sonrası İdik: Antroposen Olmasaydı) başlıklı büyüleyici makalesinde, Claire Colebrook, Antroposen’in çatışan iki zamansallık ile ilgili olduğunu yazarlar: biri insanlara jeolojik zaman ölçeğini açan, diğeri onları yeniden insanın failliği ve insani tarihsel güçler ölçeğine geri çeken (24). Peki ama, akla gelebilecek tek zamansallık bunlar mı? Kendilerine has bir zaman anlayışına sahip olan yerli ve ırksallaştırılmış topluluklara dayatılan zamansallıkların ötesine bakarsak, ne görürüz? Diğer bazı zamansallıkları saymaya çalışayım: Kendisi de kapitalizmin tahribatı ile bozulmakta olan dünyayı temizlemek, kölelik ve sömürgeciliğin bozduğunu onarmak için gereken zaman—onca hasar, onca yara, onca yıkım (Colebrook’un insanların jeolojik etkisi dediği şey—ama biliyoruz ki, tüm insanların jeolojik etkisi eşit/aynı değil). Renkli kadınların kendi ailelerine bakmasının, kendi aileleri için temizlik ve yemek yapmasının ve sonra orta sınıf ailelerin evlerine gitmesinin ve onların evlerini temizlemesinin, onların dünyasına bakmasının aldığı zaman. Kapitalist malların üretiminin aldığı zaman ve bu üretimin renkli kadınların bedenlerine dayattığı zamansallık (kirli fabrikalarda uzun saatler boyunca, yemek yemeye, tuvalete gitmeye veya adet dönemlerinde kendilerine bakmaya bile vakit bulamadan çalışmak). Küresel Kuzey tarafından üretilen atığın Küresel Güney’e götürülmesi için geçen süre. Bir yerlerde bir şey kırıldığı, hasar gördüğü, yaralandığı için bu işlerin hiçbirinin asla gerçekten bitmediği gerçeği.
Bakımın/temizliğin sömürge konumundan kurtarılması (zararlarının karşılanması), geçmişte tahrip edilmiş olanın bakımı ve temizliği için gereken zaman, neoliberalizmin hızlandırılmış zamanı ile çatışma/çelişki içindedir.
Geçmişin yaralarını temizlemeye/onarmaya çalışırken, bugün açılan ama sonuçları ya başka yerlere (Porto Riko, Haiti, Mozambik) havale edilen ya da Küresel Kuzey’in kirli bölgelerine (Louisiana, renkli işçi sınıfı mahalleleri) kapatılmış topluluklara dayatılan yaraları da temizlememiz/onarmamız gerekiyor. Geçmişi onarırken eşzamanlı olarak Küresel Güney’deki milyonlarca insanın ölüm karşısındaki savunmasızlığını arttıran mevcut hasarı da onarmamız gerekiyor. Geçmiş bizim bugünümüz, ve onun içinde hayal edilebilecek geleceğin bu karma zamansallığı var. Tahrip etmenin uzun tarihi, Kathryn Yussoff’un A Billion Black Anthropocenes or None (Bir Milyar Siyah Antroposen ya da Hiç) kitabında belirttiği gibi, ırksallaştırılmıştır:
Antroposen, aniden beyaz liberal toplulukların maruz kaldığı çevresel hasarlara ilgi göstermeye başladıysa da bunu, bu hasarların medeniyet götürme, ilerleme, modernizasyon ve kapitalizm adı altında bilinçli bir şekilde siyah ve kahverengi topluluklara ihale edildiği tarihselliklerin ertesinde yapıyor (25).
Temizliğin/bakımın, atığı temizlemek yerine dayanışma inşa etmek ve imal edilmiş savunmasızlığa karşı birbirimizi korumakla ilgili hale geldiğinde nasıl bir kurtuluş pratiği haline gelebileceğine dair bir örnekle bitireyim. 2018 Mart’ında Chennai’deyken, C. P. Krishnapriya adlı genç bir Dalit’in (Hindistan’da en düşük seviyedeki kast mensubu) küratörlüğünü yaptığı “Labour: Workers of the World … Relax!” (Emek: Dünyanın Bütün İşçileri… Rahatlayın!) başlıklı bir sergiye gittim. Sergi üzerine yazısında, Krishnapriya, “emeğin kendisine, kolonyal fotoğraf arşivlerinin Batılı antropolojik temsillerinde ve kıymetli bağımsızlık sonrası temsillerde olanın ötesinde, eleştirel gözle bakılmalı,” diyor. Serginin “kolektif sorumluluk çağrısı” olduğunu belirtiyor. Sergilenen eserler arasında, Chennai demiryolu istasyonunu temizleyen kadınları konu edinen bir dizi çalışma ilgimi çekti. Bu eserlerin yanına, üzerine genç bir Dalit adam tarafından şunlar yazılmış olan üç sayfa kâğıt asılıydı:
hakkında konuştuğunuz o kadın var ya, insan boku temizleyen hani, onu ailemden biri gibi görerek yazıyorum, büyükbabam gibi.
bok temizlemek öyle sıradan bir iş değil. bunun için tıp okumuş olman lazım, MBBS [Tıp Lisansı, Cerrahi Lisans] mesela;
büyükbabam çıplak elle insan boku temizler, o kadar ki, ellerindeki çizgilerin içine girer boklar, kana karışır gibi.
geceleri, aynı ellerle babamı beslermiş, aynı ellerle kendisi oturup yemek yermiş. Tüm bunlar yüzünden, buna alışkın olduğu için, babam da bok temizlemekten hiç çekinmedi, babam da bok temizleme işi yaptı …
bana göre, [bok temizleyen] bu kadınları onurlandırmaktan daha çok, bence, diğer herkes gibi, onun da eşit olduğunu göstermemiz lazım;
- kadın bok temizlememeli artık, herkes kendi bokunu kendi temizlemeli
- ya da, hepimiz o kadının yanına gidip hepimiz insan boku temizlemeliyiz. bu şekilde, böyle yaparak, o kadınlar bizim gibi olabilir, eşit olabilir, bunu sadece ağzımızdan çıkan sözlerle değil hissederek yaparsak.
Notlar:
1) Cherrie Moraga, Loving in the War Years: Lo que nunca pasó por sus labios (South End Press, 1983).
2) Bkz. Harry Fortuna, “Seeking Eternal Life, Silicon Valley Is Solving for Death,” Quartz, November 8, 2017 →; Adam Gabbat,” Is Silicon Valley’s Quest for Immortality a Fate Worse than Death?” The Guardian, February 23, 2019 →; Joanna Zylinska, The End of Man: A Feminist Counterapocalypse (University of Minnesota Press, 2018).
3) Renkli erkeklerin de temizleme kirli işini—dijital atık, gemiler, nükleer tesisler, fabrikalar, depolar—yaptığını biliyorum, ama renkli kadınlar bu işin belkemiği.
4) Michael McIntyre and Heidi J. Nast, “Bio(necro)polis: Marx, Surplus Populations, and the Spatial Dialectics of Reproduction and ‘Race,’” Antipode 43, no. 5 (2011): 1464–88.
5) McIntyre and Nast, “Bio(necro)polis,” 1468.
6) McIntyre and Nast, “Bio(necro)polis,” 1471.
7) Bkz. New York City’deki ev bakım işçilerinin ilham verici mücadelesi →. Ayrıca bkz. Hindistan’daki “anganwadi” işçilerinin mücadelesi (bir “anganwadi” kırsal bir çocuk bakım merkezidir). Temel temizlik/bakım işlerini görürler ama ücret almazlar, sadece küçük ayni hediyeler alırlar: “Anganwadi’lerde çocuklara yemek veriliyor, şarkılar, alfabe ve temel hijyen öğretiliyor. Fakir bölgelerde bu yemekler yetersiz beslenen çocukların adeta hayata tutunmasını sağlıyor. Bunun da ötesinde, 9 bin hamile ve emziren kadına yemek veriyorlar ve 3-4 bin genç kız da çeşitli programlara devam ediyor … Devlet, eyaletlere, anganwadi işçileri, onların yardımcıları ve mini-anganwadi’leri çalıştıran kadınlar tarafından sağlanan temel hizmetlerde grevleri yasaklamanın ‘kamu yararı’ için zorunlu olduğunu buyuruyor. Bu işçilerin, hamile ve emziren kadınların yanı sıra küçük çocukların sağlık, beslenme, ilk çağ eğitimi ve gelişim ihtiyaçlarına yönelik işler yaptığını vurguluyor.” →
8) “Bécassine,” Fransızcadaki kuş sözcüğünden türetilmiş bir isimdir ama kandırılması kolay birini anlatmak için de kullanılır.
9) Aktaran Hannah Arendt, The Human Condition (University of Chicago Press, 2019), 103.
10) Rada Katsarova, “Repression and Resistance on the Terrain of Social Reproduction: Historical Trajectories, Contemporary Openings,” Viewpoint, October 31, 2015 →. Ayrıca bkz. Rhonda Y. Williams, The Politics of Public Housing: Black Women’s Struggles against Urban Inequality (Oxford University Press, 2005); Dayo Gore, Radicalism at the Crossroads: African American Women Activists in the Cold War (NYU Press, reprint edition, 2012); ve Kimberly Springer, Living for the Revolution: Black Feminist Organizations, 1968–1980 (Duke University Press, 2005).
11) Claudia Jones, “To End the Neglect of the Problems of the Negro Woman” (National Women’s Commission, CPUSA, 1949, originally published in Political Affairs, June 1949); Angela Davis, “The Approaching Obsolescence of Housework: A Working-Class Perspective,” in Women, Race, and Class (Vintage Books, 1981), 230; Hazel Carby, “White Woman Listen!” in Black British Feminism: A Reader, ed. Heidi Safia Mirza (Routledge, 1997), 46; Selma James, “Wageless of the World,” in Sex, Race, and Class—The Perspective on Winning: A Selection of Writings, 1952–2011 (PM Press, 2012), 104. See also Terri Nilliasca, “Some Women’s Work: Domestic Work, Class, Race, Heteropatriarchy and the Limits of Legal Reform,” Michigan Journal of Race and Law 16, no. 2 (2001): 377–410.
12) Bkz. Premilla Nadasen, Household Workers Unite: The Untold Story of African-American Women Who Built a Movement (Beacon Press, 2015). Yazar 1930’larda hareketin doğumunu aktarıyor ve Ella Baker ile Marvel Cooke’un “köle pazarları” dediği şeyin—Afrikalı Amerikalı kadınların bir günlük iş için işe alınmayı bekledikleri New Yok City’deki sokak başları—hikayesini anlatıyor.
13) Bkz. Grace Chang, Disposable Domestics: Immigrant Women Workers in the Global Economy (South End Press, 2000); Bridget Anderson, Doing the Dirty Work? The Global Politics of Domestic Labor (Zed Books, 2000); ve Rhacel Salazar Parreñas, Servants of Globalization: Women, Migration and Domestic Work (Stanford University Press, 2001).
14) ILO, World Employment Social Outlook: Trends for Women 2018 →.
15) Bkz. AMB internet sitesindeki dil, şirket dilinin mükemmel bir örneği: “Herkes temizliği takdir eder: parıldayan yüzeyler, mis kokulu hava, eksiği olmayan tuvaletler, lekesiz pencereler… Sağlıklı olmanın yanı sıra, temizlik ve bakım, tesisin varlıklarını da korur ve çalışanların verimliğini arttırır, müşterilerin size bir daha gelmesini sağlar. Mülkünüzü bakımlı tutmak taviz vermeyeceğiniz bir şeydir.” →
16) Helma Lutz, The New Maids: Transnational Women and the Care Economy (Zed Books, 2011). Aktaran Zoe Williams, “A Cleaner Conscience: The Politics of Domestic Labour,” The Guardian, March 9, 2012 →.
17) Örneğin bkz. Domestic Workers United (Birleşik Ev İşçileri) (→), International Domestic Workers Federation (Uluslararası Ev İşçileri Federasyonu) (→) ve Women in Informal Employment: Globalizing and Organizing (Enformel İstihdam Edilen Kadınlar: Küreselleşme ve Örgütlenme) (→).
18) Fred Magdoff and Chris Williams “Capitalist Economies Create Waste, Not Social Value,” Truthout, August 17, 2017 →.
19) Costas Paris, “Economic Slump Sends Big Ships to Scrap Heap,” Wall Street Journal, August 14, 2016 →.
20) Aktaran Daniel Nemser, Infrastructures of Race: Concentration and Biopolitics in Colonial Mexico (University of Texas Press, 2017), 11.
21) Ruth Wilson Gilmore, Golden Gulag: Prisons, Surplus, Crisis, and Opposition in Globalizing California (University of California Press, 2007), 28.
22) Bu literatürde devletler, ulusal ordular, özel askeri güçler, sigorta şirketleri, inşaat şirketleri, yatırım firmaları ve mühendislik, sosyoloji ve psikoloji disiplinleri bilgi ve uzmanlıklarını paylaşıyorlar. Örneğin bkz. The UN Office for Disaster Risk Reduction, Global Assessment Report, 2013; Faisal Arain, “Knowledge-Based Approach for Sustainable Disaster Management: Empowering Emergency Response Management Team,” Procedia Engineering, vol. 118 (2015); Bo-Young Heo, Ji Heyeon Park, and Won-Ho Heo, “Sustainable Disaster and Safety Management of Government: Integrated Disaster and Safety Budget System in Korea,” Sustainability 10, no. 11 (2018): 4267.
23) Sameh Wahba and Silpa Kaza, “Here’s What Everyone Should Know About Waste,” Sustainable Cities (blog), September 20, 2018 →.
24) Clare Colebrook, “We Have Always Been Post-Anthropocene: The Anthropocene Counter-Factual,” in Anthropocene Feminisms, ed. Richard Grusin (University of Minnesota Press, 2017), 1–20.
25) Kathryn Yussoff, A Billion Black Anthropocenes or None (University of Minnesota Press, 2019), xiii.
Çeviri: Neslihan Cangöz – Serap Güneş
Bu yazı e-flux sitesinde Mayıs 2019’da yayınlanmıştır.
(*) Kapitalosen ve Antroposen: jeolojik dönemlere atıfla “Sermaye çağı” ve “İnsan çağı” anlamına gelen sözcüklerden ikincisi ve daha eski olanı, ekosistem üzerinde insan eliyle yapılan değişimleri içerecek şekilde yaygın olarak kullanılmakta; “kapitalosen” ise sermaye birikiminin, insanlık için varoluşsal bir tehdit oluşturacak şekilde gezegenin biyofiziksel çevresinin her köşesine nüfuz ettiği jeolojik çağı imlemektedir.