8 Mart’ı diğer feministlerle birlikte örgütlemem gerekiyor çünkü ben bir feministim ve feminist mücadele veriyorum. 25 Kasım’da sokakta olmam gerekiyor, yıllarca erkek şiddetine maruz kaldım ve hâlâ da bu şiddete maruz bırakılıyorum.

İllüstrasyon: Siyelov Yudiv

Bu yazı yıllardır feminist eylemlerde birlikte yürüdüğüm, sesimizi patlatana kadar slogan attığım, birlikte mücadele verdiğim kız kardeşlerime gelsin. 2014’ten beri 8 Martlarda, 25 Kasımlarda yan yana yürüdüğüm, eylem örgütlediğim feminist yoldaşlarımdan bazıları iki senedir beni ve benim gibi trans laçoları alanda veya eylem örgütlenmelerinde görmek istemiyor. “Cishet erkeklerin eylemde ne işi var?” sorusuna yıllardır hep birlikte cevaplar verdik.  Ama iş “trans laçoların 8 Mart’ta ne işi var?” sorusuna gelince tıkandık. Şimdi on senedir feminizm sayesinde hayatta kalan, feminist dayanışmayla yaşamını sürdürmeye çalışan, kimi zaman örgütlü kimi zaman bağımsız mücadele veren feminist bir trans laço olarak anlatmaya çalışıcam, orada ne işimin olduğunu.

Feminizm maceram 17-18 yaşlarımda başladı. Aslında feminizmi tam anlayamamış ve içselleştirememiş olmama rağmen o zamanlar, orayı güvenli bulduğumu hatırlıyorum. İlk gördüğüm feminist eylem 2011 veya 2012 yılında Kıbrıs Şehitleri Caddesi’ndeydi. Bir grup kadın yerlere askı atmıştı ve ellerinde “Benim Bedenim” yazan pankartlar tutuyordu. Bir pankart da ben aldım (hâlâ saklıyorum o pankartı) ve sloganlara eşlik ettim. Sonradan öğrendim ki kürtaj hakkı için yapılmış bu eylem. 17 yaşımda gördüğüm kürtaj hakkımız için yapılan eylemdeki sloganları, 21 yaşında kürtaj olmak için doktor ve para ararken çok daha iyi anladım. Doktor tavsiyesi veren, beni hiç tanımamasına rağmen destek olan o feministler sayesinde kürtaj olduğumda anladım, feminist dayanışma neymiş.

Bir sene ya da biraz daha uzun bir süre boyunca Ankara’da feministlerle örgütlendim. Şimdilerde çıkamadığımız, çıkınca polis işkencesine maruz bırakıldığımız Ankara sokaklarında katledilen kadınlar için basın açıklamaları yapıyorduk. Kadın olmaya, yaşadığımız baskıya dair çeşitli konular hakkında konuşuyorduk. Özsavunma atölyesi yaptığımızda bağırmayı bilmediğimi fark etmiştim mesela. Bağırmanın bir kız çocuğu olarak bana öğretilmediğini, diğer tüm dayatılanlarla birlikte öğreniyordum ve özgürleşiyordum. Cishet erkek partnerlerimden maruz bırakıldığım şiddeti feministlerle konuşarak güçleniyordum. Hak ettiğim ve hak etmediğim o kadar çok şeyi feministlerle, kadınlarla öğrenmiştim ki benim için evden farksızdı feminizm. Cinselliğimi, bedenimi, yaptıklarımı, yapamadıklarımı her defasında feminizmle tekrar tekrar keşfediyordum. Genç bir kadın iken kendimi korumayı, şiddeti tanımayı hep feministlerle öğrendim. Ne duyduysam ne öğrendiysem etrafımdaki kadınlara da anlatıyordum. Örgütsüz olsam da feminist dayanışmayı hayatım boyunca sürdüreceğimi bilerek örgütlenmelerden çıktım sonra. Zaten Ankara’da kent, mekan, siyasi hareketler, mücadeleler de çok etkilenmişti patlamalardan. Örgütsüz geçen üç senenin ardından, her türlü şiddete maruz kaldığım ilişkimi bitirdikten sonra, 8 Mart sonrası katıldığım bir partide, eski örgütümdeki arkadaşımla konuşurken öğrendim bunu da. Dağılmıştı Ankara’da feministler. Eylemler için toplandıklarında da ben gidememiştim bir daha.

O zamanlar anlamıyordum ama şimdi bakınca bariz bir şekilde özcü, transfobik bir feminist olduğumu görüyorum. Trans kadınlarla birlikte örgütlenmeme rağmen o transfobiden çıkamamışım. Trans olmak nedir, cinsiyet nedir filan hiçbir bilgim yokmuş. Onu da LGBTİ+’ların arasına yavaş yavaş girmeye başlayınca öğrendim. Twitter’da translar bas bas yaşadıklarını haykırırken karşısında feminist diye bildiğimiz insanların çatır çatır transfobi yaptığını gördüğümde, içselleştirdiğim fobiyle mücadele etmeye başladım. Yaptığım transfobilerin karşısında bana öfkelenen translar sayesinde ne neymiş, ne değilmiş anladım. Trans erkeklere, maskülen kadınlara duyduğum “bize ihanet ettin” hissini bir trans erkeğe aşık olana kadar görmediğimi fark ettim. Erkek olanı, maskülen olanı öyle bir yok saymışım ki; bir yıl boyunca bunun trans erkeklerin görünürlük sorunundan mı yoksa benim olmadığını düşündüğüm ama cayır cayır içimde büyüttüğüm erkek düşmanlığımdan mı kaynaklandığını anlayamadım. Seneler geçti, cevabını yavaş yavaş verebiliyorum kendime.

“Transfobiyle sadece karşımdayken değil içimdeyken de nasıl mücadele edebilirim”i öğrenirken LGBTİ+larla örgütlenmeye başladım. İstanbul Sözleşmesi eylemlerine Twitter’dan tanışıp gittiğim lubunyalarla her defasında korsan sloganlar atıp; sözleşmeden çekilme bahanelerinden biri olarak sunulan, pandemi boyunca açlığa yoksulluğa itilmiş, Boğaziçi eylemlerinde, büyük kadın buluşmasında şiddete uğramış, diyanet kürsülerinden korona bahanesi olarak kullanılmış lubunyalarla ilgili nasıl bağırmazsınız diye kızıyorduk.

İşte o dönemlerde kadınlığımı sorgulamaya başlamıştım. “Cinsiyet ne, ben neyim, kadından başka bir şey olabilir miyim?” diye sora sora düşünüyordum. Kendime güzel bir kavram bulmuştum bir ara, “politik olarak kadın”. Kadınlık rollerini reddediyordum, bana öğretilenden daha fazlasını yapmak istiyordum, cinsiyetsiz duruyorsun denilince hoşuma gidiyordu ama ben feministtim. Kadın olmadan feminist mücadele nasıl veriliyor bilmiyordum ve o pamuklarla sarmalanmış, beni yaşatan, beni özgürleştiren evimden kovulmak istemiyordum. Böyle birkaç sene geçirdim ama sonra politik olarak kadınlığa da sığamamaya başladım. Cinsiyet bir performanssa ben hepsinden istiyordum. Sevdiğim cinsiyet rollerini performe etmek istiyordum. Cis erkeklere bakınca dümdüz göğüslerini gördüğümde iç geçiriyordum ve ondan istiyordum. Ama feminizmi n’apıcağımı cidden bilmiyordum.

2019 yılında Genç LGBTİ+ Derneği’nin başlattığı Feminist Özne Tartışmaları’nın ilkinde sunum esnasında nonbinary açılan arkadaşımın yanına arada gidip “ya bu konuyu konuşmaya ihtiyacım var. Ben kadın değilim nonbinary’yim sanırım ama önümüzde 25 Kasım var, 8 Mart var nasıl eyleme katılıcam?” diye sormuştum. Erkeklik performe etmeye bayılıyordum ama erkek olmaktan çok korkuyordum. O yüzden nonbinary şifa gibi gelmişti bana.

Gel zaman git zaman lubunya yoldaşlarım sayesinde nonbinary olarak da açıldım. Feminizme yetiyordu yetmiyordu bilmiyordum ama zaten hayatım boyunca bir şeylere yetmeye zorlandığım için feminist olmuştum. O yüzden feminizmimi bumerang yapmıştım, düşürüldüğünde bir süre sonra bana geliyordu.

Sonraları nonbinary’liğe de sığamamaya başladığımı fark ettim. Ama buralar tabii çok sancılıydı. Başta bir meme sorunum vardı. Memelerimi baskılayıp düzleştirebileceğimi hatta trans erkeksem aldırabileceğimi öğrenmiştim. Yıllarca dekoltelerimi kapatan, memelerimi küçülttürmeye çalışan anneme inat, sevmesem de direniyordum memelerimle yaşamaya aslında. Ne kavgalar ne gürültüler kopardım görünen meme çatalım yüzünden. Kaç kez üstümü değiştirdim belki ağlayarak. Bir 8 Mart’ta bırakmıştım sütyen takmayı hatta. Ama sonra başka bir pencere açılmaya başladı hayatımda, trans laçoluk…

Ali Arıkan’la erkekliğimi, onun cetvelindeki en uçta yer alan erkeklikte yaşamak zorunda olmadığımı öğrendim. Nasıl rahatladığımı size anlatamam. Etrafımdaki trans erkekler, okuduklarım, gördüklerim gibi değildim. Ama bir şeyler vardı. Uzun bir süre “ben bunlara aşık oluyorum diye mi böyle oluyor acaba?” dedim ama değildi yani. Kadınlara da aşık oluyordum ama böyle olmuyordu. İşte fakat bir yandan feminizm vardı. Bir gün twitter’da bir feminist trans arkadaşımızın feministler yüzünden yıllarca erkek açılamadığına dair yazdıklarını okuduğumda yıllardır beynimi yiyen soruları bu sefer tamamen yok edebilmiştim.

Daha önce de dediğim gibi ben çok korkuyordum feminizmden atılmaktan, hain olarak görülmekten, erkek atanıp düşman safına geçmekten… Trans erkek olursam cishetero erkek olacağımı filan düşünüyordum. Erkek atanmak dünyadaki tek ayrıcalıkmış gibi geliyordu. Bir terazi var, tüm her şey bir yanda erkek atanmak bir yanda… Ve erkek olmak hepsinden ağır. İşte bunlar ve daha fazlası yıllarca korktuğum, sorduğum, düşündüğüm, tartıştığım feminizme dair bir sürü şey.

Şimdi gelelim bugüne. Bu yazıyı 8 Aralık’ta yazmaya başladım. 8 Mart’a üç ay var. İki yıldır Kapsama Alanı’nda örgütlü olarak trans laçoların feminizmle ne işi var anlatmaya çalıştık. Hâlâ daha devam ediyoruz ve edeceğiz. İzmir’de, Ankara’da geçtiğimiz 8 Mart öncesinde “trans erkekler eylem örgütlenmesinde yer almasın” diyen feminist arkadaşlara da anlatmaya çalıştık. Yine çalışacağız.

8 Mart örgütlenmelerinde benim ve diğer trans laçoların ne işi var sorusuna gelirsek; orada olmam gerekiyor çünkü ben feministim. Feminist eylemleri diğer feministlerle birlikte örgütlemem gerekiyor çünkü feminist mücadele veriyorum. 25 Kasım’da sokakta olmam gerekiyor, yıllarca erkek şiddetine maruz bırakıldım ve hâlâ da bu şiddete maruz bırakılıyorum. Feministlerle örgütlenmem gerekiyor çünkü feministlerden öğrendiğim güvenilir jinekoloğa gitmeye ihtiyacım var. Kürtaj olmam gerektiğinde konuşabileceğim feministlere ihtiyacım var. 8 Mart’ta “hormona erişim haktır engellenemez” sloganını atmam gerekiyor çünkü hormona erişimim kısıtlandı ve erişemezsem kemik erimesiyle baş etmek zorunda kalacağım. 25 Kasım’da basın açıklamasında “trans erkek” kelimesinin geçmesi gerekiyor, hâlâ doğumda kadın atandığım için bir cishetero erkekle aynı yerde durmuyorum. Eylem güvenlik komitesinde yer almam gerekiyor, trans erkekleri sizden daha fazla tanıyorum, eyleme gelirlerse yanlarına gidip güvende hissedebileceklerini söylemeliyim. Ajite atarken “feminist mücadele trans erkekler için, feminist dayanışma trans erkeklerle, yaşasın feminist mücadelemiz” diye haykırmaya ihtiyacım var. Bizi duymanıza ihtiyacımız var, feministler tarafından yok sayılmak istemiyoruz. Bizimle birlikte yol yürümenize ihtiyacınız var “kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz” dediniz çünkü. Asla yalnız yürümeyeceksin derken trans erkekler de dahil. Feminist trans laçoların size ihtiyacı var, sizin de feminist trans laçolara ihtiyacınız var. Gördüğünüz, parmak salladığınız o “erkek ayrıcalıkları” feminist yoldaşlarım için kullanmayacaksam n’apıcam? Cis kadın arkadaşlar o “cis ayrıcalıklarını” feminist trans laçolar için kullanmayacaksa n’apıcak?

Kısacası benim feminist eylemlerde, o eylemi örgütleyen komitelerde, feminist mücadelede çok işim var. Gelin bu işi birlikte halledelim.

Bir cevap yazın

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.