Jesca davasının göçmen kadınlara yönelik şiddette caydırıcı olmasını beklerken arkasından gelen ikiz kardeşler Violet’in ölümü hepimizi derinden etkiledi. Kadın olmanın yeteri kadar zor olduğu koşullarda bir de göçmen kadın olmak sorunları daha da derinleştiriyor.
Bir süredir kadın göçmenlerin gündelik hayatlarını kolaylaştırabilmeleri için açtığımız Türkçe kursunda öğretmenlik yapıyorum. Kurs katılımcıları daha ziyade İngilizce ve Fransızca konuşan Sahra-Altı Afrika’dan göçmen kadınlar. Bu süre içinde onlarla ders dışında da temas etme şansım oldu. Her birinin hikâyesi farklı… Bu hikâyeler bizi birbirimize daha da yakınlaştırdı. Kadın olmaktan kaynaklı birçok ortak hikâyemiz vardı. Kimi zaman oturup paylaştığımız hikâyeler, dünyanın neresinde olursanız olun kadın olmanın sınırları aşıp, ortaklaşan yanlarını keşfettirdi bize. Ya da biliyorduk da, bildiklerimizi daha yakın mesafelerden paylaştık. Bu paylaştıklarımız bizi çoğalttı ve çoğalttıkça daha da yan yana olma isteği duyduk. Tıpkı Jesca Nankabirva davasında birlik olup çoğaldığımız gibi…
Yaz sonunda iki erkeğin saldırısına uğrayan iki göçmen kadının yaşadıklarını duyduğumuzda yanlarında olmak elbette ki yapmamız gerekendi. Bu iki kadın Violet ve Beatrice’di. Violet bu saldırı sonucu ölmüştü. Kız kardeşi Beatrice ise hastanedeydi. Hastaneye ziyarete gittiğimde karşılaşacağım durumun ne olduğunu tahmin edemiyordum. Bunları düşünerek hastaneye ulaştım. Altı yataklı bir odada buldum Beatrice’i. Yanında ona destek olmaya çalışan bir kadın arkadaşı vardı. Hastane odasında onu ilk gördüğümde hissettiğim şey korkunç bir öfke oldu. Yüzü darmadağınık olmuş, bedeni hırpalanmış bir kadın… Bir insan bunu yaparken nasıl bir ruh halinde olabilirdi ki? Bunları düşünürken bir yandan da sohbet ettik. Kardeşinin öldüğünden haberi yoktu. Hastanedekilerle ortak bir dil kullanmamaktan dolayı fazla anlaşamamışlardı. Ben görevli doktordan bazı bilgiler aldım. Beatrice’nin bir süre daha doktor kontrolünde olması gerektiğini söylediler. Doktorla yapılan görüşme sonrasında hastane polisi ile görüşmenin iyi olacağını düşündüm. O zamana kadar hiçbir polis Beatrice ile olayla ilgili görüşmemişti. Hastane polisi bu konu ile ilgili Vatan Emniyet’ten memurların olayla ilgilendiğini söyledi. Fakat bu erkek şiddetinin asıl mağduru ile görüşülmemişti. Daha sonra ise Beatrice’in hastanedeki odasından gözaltına alındığını duyduk. Henüz kızkardeşinin öldüğünü bile bilmeden, henüz yerinde düz bile oturamıyorken gözaltına alınmıştı. O koşullarda bir kadının, hastane dışında ve gözaltı koşullarında neler yaşamış olabileceğini düşünmek bile istemiyorum. Oysa yasalar bu koşullarda birinin, iyileşme süresince gözaltına alınamayacağını söylüyor. Ama bunun göçmenler için uygulanmadığını gördük.
Beatrice gözaltında olduğu sürede tercüme konusunda ne kadar yeterli olduğunu bilmediğimiz, yine başka bir ülkeden gelen göçmenin tercümanlığında ifadesi alınıyor ve sınır dışı işlemleri başlatılıyor. Çünkü Beatrice de diğer çoğu göçmen gibi, geldiğinin ilk ayında kağıtsız konuma düşerek Türkiye’de kalıyordu, iyi bir hayat kurmaya çalışıyordu. Göçmenler üzerindeki kısıtlayıcı göç ve ikamet yasaları onların oturma ve çalışma izinlerine kolay erişimlerine izin vermiyor. Beatrice ve ikiz kızkardeşi Violet’in uğradığı bu canice şiddette kağıtsız olmalarının büyük bir payı var. Kayıtdışı işlerde güvencesiz çalışan, patronun cinsel tacizine uğrayan, kimi zaman da seks satmak zorunda bırakılan binlerce kadınla hikayeleri ortak.
Beatrice’in de kağıtsızlığı gördüğü şiddetin önüne geçti ve üzerindeki kıyafetlerle apar topar sınır dışı edildi. Yani bir kadının izinsiz bir ülkede kalması gördüğü ağır erkek şiddetinin önüne geçti ve pek çok kağıtsız göçmen gibi sınırdışı edildi. Halbuki Türkiye’nin de 2011 yılında imzaladığı “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi”, bilinen adıyla İstanbul Sözleşmesi’nin 4. Maddesi, göçmen kadınların durumlarına bakılmaksızın uğradıkları toplumsal cinsiyete dayalı şiddetlerde sığınma hakkı olduğunu söylüyor. Ama pek çok uluslararası sözleşme gibi bu da kağıt üzerinde kalıyor.
Beatrice arkadaşları ve bizimle görüştürülmeden, kızkardeşinin acısını bile yaşayamadan bir anda ülkesine geri gönderildi. Bu kısa sürede ancak vekaletini alabilmeyi başardık.
Violet ve Beatrice’in davası 7 Aralık Çarşamba günü saat 15.00’te başladı. Bir kez daha toplumun arızalı erkeklik anlayışının ürünü olan iki erkekle kadınların mücadelesi başlayacak. Erkek şiddetine maruz kalan kadınların ne ilki ne de sonuncusu Violet ve Beatrice. Daha önce de Jesca Nankabirva Enver Dursun tarafından camdan atılarak öldürülmüştü. Jesca davasında kadınlar erkek şiddetine karşı birlik olmuş ve katil Enver Dursun 25 yıla mahkum olmuştu. Jesca davasının göçmen kadınlara yönelik şiddette caydırıcı olmasını beklerken arkasından gelen Violet’in ölümü hepimizi derinden etkiledi. Kadın olmanın yeteri kadar zor olduğu koşullarda bir de göçmen kadın olmak, sorunları daha da derinleştiriyor. Göçmen kadınların çoğu küçük atölyelerde veya hizmet sektöründe ucuz iş gücü olarak çalışıyorlar. Ağır emek sömürüsüne maruz kalmaları yetmezmiş gibi çalıştıkları yerlerde patronlar kimi zaman onları maaşlarını alabilmeleri için cinsel ilişkiye zorluyor, sık sık taciz ediyor. Afrikalı göçmen kadınlar ‘tropikal’ seks objeleri olarak nesneleştiriliyorlar. Hem emekleri hem de bedenleri ile çok katmanlı sömürüye uğruyorlar.
Devlet destekli eşitsiz yaşam ve çalışma koşullarının göçmen kadınlara dayattığı zorluklardan kurtulmanın en önemli ayaklarından birisi kadın dayanışmasını ve farkındalığını artırmak. Erkek şiddeti karşısında kadın olmanın verdiği farkındalık hepimizi güçlü kılacaktır.
Yaşasın kadın dayanışması!
Not: Violet ve Beatrice’in davası 23 Şubat 2017 tarihine ertelendi.
Takip ve destek için
Facebook: Sınır Tanımayan Kadınlar – Göçmen Kadınlarla Dayanışma Grubu
Twitter: @stkgkdg