Çatlak Zemin 1 Mayıs kadın emeği dosyasına, Ayşe Arslan’ın ücretli kadın emeğini toplumsal yeniden üretim perspektifiyle ele aldığı yazısıyla devam ediyoruz.
“Fabrikada çalışan bi kadın olmak neden zor bak: akşam işten çıkıyorum mesai olmadığı zaman, aklıma ilk ne geliyo? Eve gidiyim bi yemek yapayım. Bi oturıyım, bi dinleniyim, bi eşimle sohbet ediyim, bi televizyon izliyim, bi gazte okıyım… bunlar hep özlem bende.” Fabrikada çalışan bir kadın olmak nasıl bir şey diye sorduğumda Alev’in söyledikleri bunlar. Alev, İzmir’in kenar mahallelerinden birinde kocasının annesi ve babasıyla aynı evde yaşayan, evli ve çocuksuz, 40 yaşında bir kadın. 16 yaşından beri konfeksiyon işçisi olarak çalışıyor. İşçi kimliğiyle ilgili sorduğum soruya verdiği cevap, ücretli emeğin ücretsiz emek ve yeniden üretimle olan sıkı ilişkisini apaçık ortaya koyuyor. Oysa, kadın emeği ya da kadınların emek koşulları dendiğinde akademik alanda da politik alanda da ilk akla gelen ücretli emek ve kadının üretici emeği olur. 1970’lerden beri giderek daha güçlü biçimde tartışılsa da, kadının ücretsiz yeniden üretici emeğinin kapitalizm açısından da kadınların maruz kaldığı baskı ve sömürü açısından da kapladığı merkezi konum ve belirleyiciliği ne dünyada ne de ülkemizde gerektiği kadar tartışılmış ve kavranmış değil. Oysa Alev’in işaret ettiği gerçeğe dikkatimizi verdiğimizde görüyoruz ki kadınların üretim ve yeniden üretim alanlarındaki emek deneyimleri birbirine sıkı sıkıya bağlı. Diğer bir deyişle, kadınların ücretli işçi olarak içinde bulundukları emek koşulları ile aile içindeki yeniden üretici emek koşulları birbirini biçimlendiriyor.
Toplumsal yeniden üretici emek (social reproductive work) oldukça geniş ve çok boyutlu bir kavram. Fiziksel emek kadar duygusal ve zihinsel emeği de gerektiren, insan hayatının ve toplumların gündelik ve nesiller arası biçimde yeniden üretilmesini sağlayan bir dizi ilişkiler, süreçler ve eylemleri ifade ediyor.[1] Dolayısıyla, kadının yeniden üretici emeği, biyolojik üremeden, emek gücünün yeniden üretimine, daha geniş anlamda bakım ihtiyaçlarının karşılanmasından, kültürün yaratılması ve sürdürülmesine kadar oldukça kapsamlı bir emek türü. Birçok aktörü (birey, devlet, toplum, sermaye), mekanı (piyasa, kamu sektörü, aile, sivil toplum) ve veçheyi (eğitim, sağlık, barınma, boş zamanın örgütlenmesi vb.) barındıran yeniden üretim kavramını ben çalışmamda, kadınların aile içinde ücretsiz yaptıkları ev işleri ve bakım emeği bağlamında ele alıyorum.
Yeniden üretici emek, tarih boyunca kadınla özdeşleştirilmiş olsa da kapitalizmin ortaya çıkışıyla, özellikle de endüstriyel kapitalizmle birlikte, daha kuvvetli bir biçimde kadınların omuzlarına yüklenmiş, böyle olduğu ölçüde de görünmezleşip değersizleştirilmiştir. Elbette cinsiyetler arası işbölümünün aldığı biçimler, hangi işlere ne kadar zaman harcandığı, nasıl ve hangi koşullarda bu işlerin yapıldığı gibi meseleler mekansal ve zamansal olarak farklılık gösteriyor. Bu anlamda, bağlamı iyi anlamak, coğrafyanın politik-ekonomisini, devletin toplumsal yeniden üretime dahil olma(ma) biçimlerini, sınıf ilişkilerini, sosyo-kültürel norm ve süreçleri iyi incelemek gerekiyor. Günümüz Türkiye’sine baktığımızda, kadınların erkeklere göre günde 3 saat 16 dakika daha fazla hane içi yeniden üretici işlerle meşgul olduğunu ve böylelikle 18 Avrupa ülkesi arasında cinsiyetler arası iş bölümünde eşitsizliğin en çok görüldüğü ülke olduğunu görüyoruz.[2]
Bu genel göstergelerin ötesinde, kadınların yeniden-üretici emek deneyimleri, sınıf, etnisite, göçmenlik, yaş gibi daha birçok farklı dinamiğe bağlı olarak çeşitlilik gösteriyor. Bu anlamda, kadınların deneyimleri arasındaki farklılıklar, ortaklıklar kadar önemli ve anlaşılmaya muhtaç. Örneğin, benim çalışmamın odağı olan kadın konfeksiyon işçilerinin ailelerine baktığımızda, ev işi ve bakım işi dağılımında Türkiye ortalamasından daha büyük bir cinsiyet eşitsizliği olduğunu görüyoruz. 14 aylık etnografik alan çalışmamda karşılaştığım ve mülakat yaptığım kadınların üçte biri hanedeki erkeklerin neredeyse hiçbir şekilde ev işi yapmadığını söylerken, geri kalanlar ise erkeklerin çok sınırlı ve koşullu bir şekilde yardım ettiğini söyledi. Çocuk bakımında da tablo farklı değildi. Neredeyse tüm çocuklu kadınlar çocuklarını tek başlarına büyütmüş, babalar çocuk bakımıyla neredeyse hiç ilgilenmemişti. Kadınlar, bunların ötesinde bazı akrabalarının evlerindeki ev işleriyle ve geniş ailedeki hasta ve yaşlı bakımıyla da yoğun bir şekilde ilgileniyorlardı.
İşçi sınıfı ailesindeki birçok kadın için yukarıdakine benzer tabloların söz konusu olduğunu söyleyebiliriz. Hal böyle olunca, kadınların üzerindeki bu denli ağır yeniden-üretici iş yükü ücretli çalışma koşullarını ve hayatlarını ciddi biçimde şekillendiriyor. Kadınlar çoğunlukla iş zamanı ve iş-olmayan zaman arasında değil, üretici ve yeniden-üretici iş arasında tercih yapmak zorunda kalıyor. Bir çocuk sahibi, 36 yaşındaki Aliye için “hem ev, hem iş, hem çocuk, çok zor… Ama ne yapcan hayat işte. Yapacak bişey yok. Bi yerde katlanıyosun. Yani düşün ben kaliteciyim, bütün gün ayakta duruyorum. Kendimi eve atıyım da uzanıyım diyosun, oturıyım diyosun ama nerdee, mümkün değil. Eve geliyosun yemekmiş, yemek ye, topla, yıka, yemek yap, tekrar diğersi günü ayarla. Yani zor oluyo ne biliyim. E bi de mesaiye kalınca [akşam] 10’dan sonra ne yapabilirsin, çok fazla bişey yapamıyon. Gene ben mesela 10’da geliyom eve, nerden baksan bir buçuk saat mutfaktayım.” Aliye’nin de dediği gibi fazla mesaiye kalmak kadınların yeniden-üretici iş koşullarını oldukça zorlaştırıyor. Konfeksiyonda neredeyse bir zorunluluk olan fazla mesaiden kadınların ekseriyetle şikayet etmelerinin arkasında ev işlerine yetişememek, çocuklarına yeteri kadar zaman ayıramamak ve sonuçta da daha fazla tükenmiş hissetmek yatıyor. Erkeklerin ataerkil norm ve geleneklerin kendilerine sağladığı üstünlükle bu işlere pek de el sürmemesi, aksine kendilerini yeniden üretmek için kadınlara en ince işlere varana kadar ek işler yaratmasıyla birlikte durum katmerleniyor. Eşi ve yetişkin iki oğluyla yaşayan 48 yaşındaki Esma, kocasının ve oğullarının mutfaktaki hazır çayı bile almaya kalkmadıklarını, kendisinden istediklerini anlatırken isyan ediyor: “Bazen cinnet getiriyom, kızıyom. Diyom ki siz de işten geldiniz ben de işten geldim sonuçta. Ben sizden daha yaşlıyım. Ben yatanaca dolanıyom, siz bi çayınızı almıyonuz.” Evli ve üç çocuğu olan Handan da benzer bir şeye dikkat çekiyor: “Kadının daha farklı sorumluluğu oluyor, daha çok yoruluyor, erkekle kıyaslanamaz. Erkek tamam yorulur ama eve gidip dinlenme imkanı var. ‘Getir hanım çayı’ der, içer çayını, uzanır ama sen eve gidiyosun evde de bi haldur huldur iş telaşındasın. Ee o yorgunlukla tekrar işe gidiyosun, ama yapmıcam diyemiyosun, yapmak zorundasın.”
Benim görüştüğüm işçi kadınların ev ve bakım işlerine ilişkin altını çizdikleri bu zorunluluk ilişkisi, kadının aile bireylerine duyduğu sevgi dolayısıyla bu işleri yaptığı toplumsal kabulünü ve manipülatif etkisini yerle bir ediyor. Neredeyse hiçbir kadın ev işlerini yapmak istemiyor. Elinde olsa hepsi ücretli bir destek almak istiyor fakat düşük maaşları buna imkan vermiyor. 13 yaşından beri konfeksiyon sektöründe çalışan 37 yaşındaki Kader, “Ev işlerini yapmak istemiyorum. Çünkü yoruluyorum” dedikten sonra ekliyor: “Dinlenmek istiyorum, gezmek istiyorum, ama yapamıyorum.” Kadınlar ayrıca, ücretsiz yeniden-üretici işlerin “kadın işi” olarak görülmesine ve bu durumu kadının doğasıyla açıklayan, normalleştiren ve değersizleştiren ataerkil toplumsal normlara da karşı çıkıyorlar. Evli ve 20’li yaşlarda iki oğlu olan 51 yaşındaki Hazal’a göre ev işleri “sanki kadının görevi gibi görülüyor ama aslında değil. Kadın dünyaya sadece onu yapmak için gelmedi yani. Bi tek o evde o yaşamıyo. Bu ev alanını bi tek ben kullanmıyom, herkes kullanıyor, herkes kirletiyor. Neden bütün sorumluluk benim boynumda!” Çoğu kadın tamamen eşit bir iş dağılımı hayal edemese de evlerindeki erkeklerin, özellikle kocaların, daha fazla ev işi ve bakım işi yaptığı, görece daha adil bir iş bölüşümü istiyor. Çoğu, bu taleplerini açıkça dile getirse ve mevcut durumdan şikayet etse de genellikle erkekler tarafından kabul görmüyor.
Kadınların yeniden üretici işlerden neredeyse tek başına sorumlu olması ücretli çalışmalarını birçok açıdan sınırlandırıyor. Birincisi, çocuk bakımı kadınların ev dışında çalışmasını engelliyor. Ev eksenli çalışan kadınların dışarıda çalışamamasının ve evde çok düşük ücretle ve çalışma haklarından tamamen mahrum çalışmaya katlanmak zorunda kalmalarının temel nedeni bu. İkincisi, yukarıda da bahsettiğim gibi, fabrika ve atölyelerdeki kadınlar ev ve bakım işleri nedeniyle fazla mesai yapmaktan kaçınmaya çalışıyorlar. Çoğu zaman olduğu gibi kaçamadıklarında omuzlarındaki iş yükü artıyor, kendilerini daha stresli, bitkin ve tükenmiş hissediyorlar. Fazla mesaiyi reddederlerse de daha az gelir elde ediyorlar ve istihdam olanakları daha çok sınırlanıyor. Bazı kadınlar ev içi sorumlulukları yüzünden görece güvenceli çalışabilecekleri fabrika ve büyük atölyelerde çalışmak yerine, daha güvencesiz ve kötü koşullar altında küçük atölyelerde çalışmak zorunda kalıyor. Bu kadınlar, öğle yemeği molalarında evlerine gidip ev işi yapmak, çocuklara ya da yaşlı ebeveynlerine bakabilmek için evlerinin yakınlarındaki küçük atölyelerde çalışıyor. Mesai ve işyeri seçeneklerini kısıtlamasının yanı sıra, yeniden-üretici işler kadınların günlük standart çalışma saatlerini de kısıtlıyor. Küçük çocuklarına bakacak kimsesi olmayan kadınlar, çocuklarının okulda oldukları yarım günlük zaman diliminde saat başı ücretle, genelde tamamen güvencesiz ve kayıt dışı biçimde atölyelerde çalışıyor. Sonuç olarak, yeniden üretici işlerin kadınlarla özdeşleştirilmesi, kadınların ücretli işlerini çok daha güvencesizleştiriyor ve sömürüyü arttırıyor. Dolayısıyla, kadınlar daha iyi çalışma koşulları ile yeniden üretici işlerine daha fazla zaman ve enerji ayırmak arasında bir tercihte bulunuyor. (Zorunlu) tercihleri ne olursa olsun, değiş-tokuş çoğunlukla üretici ve yeniden üretici işler arasında oluyor.
1 Mayıs gelmişken, kadının karşılığı ödenmeyen yeniden üretici emeğinin hem üretim ve sınıf ilişkileri hem de toplumsal cinsiyet temelli baskı ve sömürü süreçleri açısından önemini bir kez daha vurgulamış olalım. Kadınların ücretli üretici emek koşullarını, ücretsiz yeniden üretici emek koşullarından bağımsız düşünemeyiz, zira ikisi arasında kopmaz bir ilişki söz konusu. Kadınlara bir alanda uygulanan sömürü ve baskı, diğer alandaki sömürü ve baskıyı perçinliyor. Dolayısıyla, toplumsal cinsiyet eşitliği ve özgürlüğünün olduğu sınıfsız, sömürüsüz, baskısız bir toplum ancak üretim ve yeniden üretim alanındaki baskı ve sömürü süreçlerine bütünsel bir şekilde yaklaşarak ve her ikisine karşı birleşik mücadele vererek mümkün olabilir. 1 Mayıs’ımız kutlu olsun!
* Bu konunun genişletilmiş ve ayrıntılı analizi için yazarın “Women’s Productive and Reproductive Labour: Class and Gender Inequalities in Turkey” (https://www.routledge.com/Womens-Productive-and-Reproductive-Labour-Class-and-Gender-Inequalities/Arslan/p/book/9780367710293#) isimli kitabına bakılabilir.
[1] Bkz: Bakker, Isabella & Gill, Stephen (2003). Power, Production and Social Reproduction: Human In/Security in the Global Political Economy. London: Palgrave Macmillan.
Steans, Jill & Tepe, Daniela (2010). Introduction – social reproduction in international political economy: Theoretical insights and international, transnational and local sitings. Review of International Political Economy, 17(5), 807–815.
[2] Eurostat 2019 veri seti, “How do women and men use their time – statistics”, https://ec.europa.eu/eurostat/statistics-explained/index.php?title=How_do_women_and_men_use_their_time_-_statistics#Women_are_more_involved_in_household_and_family_care_activities