Arzu nesnesi olarak kurgulanan Doğulu kadınlar; Batılı erkeklerden, Batılı kadınlardan ve Doğulu erkeklerden daha aşağı olarak gösterilir. Eğer söz konusu Doğulu kadın güçlü bir figür ise o zaman karakteri femme fatale karaktere doğru evrilir.
11 Eylül sonrası yeniden üretilen ve yeniden kurgulanan toplumsal cinsiyet ve ırk ilişkilerini Hollywood filmleri üzerinden incelediğim doktora tezimde, ilk dönem oryantalist filmleri araştırırken Hollywood’un ilk femme fatale karakteriyle karşılaşmıştım. Hiç de ummadığım bu durum beni çok heyecanlandırmıştı. Bu yazıda Hollywood’un ilk femme fatale karakterinin arkasındaki oryantalist geçmişten bahsedeceğim. Aslında kadınların oryantalist literatürde tehlikeli gösterilmesi 1800’lü yılların sonunda, 1900’lü yılların başında o kadar da yeni bir durum sayılmazdı, aksine ortaçağ edebiyatına kadar uzanan uzun bir geçmişten bahsediyoruz[1]. Sadece Doğulu kadınların değil, kontrol altında tutulamayan her kadının tehlikeli olduğuna ilişkin varsayım ise sıklıkla femme fatale arketipine dayanır.
Peki nedir bu femme fatale? Cinselliğini kullanarak erkekleri tuzağa düşüren, erkekleri baştan çıkararak onları yıkıma uğratan kadın olan femme fatale, Fransızca kökenli, daha doğrusu tamamen Fransızca bir kavram. Kadın ve ölümcül kelimelerinden oluşur. Erkeklerin yıkımına ve neredeyse ölümüne neden olan bu kadın karakterlere, hemen hemen tüm kültürlerin efsanelerinde ve edebiyatlarında eski zamanlardan beri rastlanır. Örnek olarak ilk aklıma gelenler Sümer tanrıçası Ishtar, dinsel anlatılarda rastlanan Havva ve Lilith, Mısır Kraliçesi Kleopatra. Edebiyatta, efsanelerde, dinsel anlatılarda yer alan bu kadınlar, sinemada da femme fatale olarak temsil edilmiş, genellikle fiziksel olarak aşırı çekici ve karşısındakini oyunlar oynayarak baştan çıkaran kadınlar olarak gösterilmişlerdir. Hollywood’un femme fatale karakterleri bu tarihi ve mitsel kadınların ötesine geçerek sinemada geniş bir yer kaplamışlardır. Filmlerdeki femme fataleler, Ann Kaplan’ın da belirttiği gibi eril bir bilinçaltının ve hayal dünyasının ürünü olarak karşımıza çıkarlar, bu durumda ise kadınlar kendilerini femme fatale karakterlerle özdeşleştiremezler[2]. Elizabeth Cowie ise özdeşleştirme konusunu irdelemeyi bir adım öteye taşır ve tam bir insan olarak imgelenen kadın karakterlerin filmlerde yer almadığını, tabiri caizse filmlerin temsil alanından dışlandığını işaret eder[3]. Cowie’ye göre kadınlar sinemanın ortaya çıkışından beri beyaz perdede olsalar da, özellikle ilk dönem ortaya çıkan filmlerde kurgulanan karakterler, özsaygısı olan kişilerin kendini özdeşleştiremeyeceği şekillerde temsil edilmişlerdir[4].
Oryantalist sinemaya geri dönersek, Cowie’nin bu yorumunun Doğulu kadınlar için de geçerli olduğunu görürüz. Avrupa oryantalizminden, özellikle kadın temsilleri ve oryantalist estetik konusunda oldukça beslenen Amerikan oryantalizmi, 1800’lü yılların sonlarında ve 1900’lü yılların başlarında Doğu’yu üzerinde doğrudan hâkimiyet kurulacak bir coğrafyadan ziyade kendi eğlence dünyasını zenginleştirebileceği bir unsur olarak ele alıyordu. O dönemde düzenlenen dünya fuarlarından (örneğin 1893 Chicago), üretilen reklam afişlerinden ve çekilen ilk filmlerden bunu anlayabiliriz. İngiliz ve Fransız oryantalist resimlerinde olduğu gibi, Hollywood filmlerindeki Doğulu kadın temsillerinde de bir aşk-nefret ilişkisi ortaya çıkar. Arzu nesnesi olarak kurgulanan Doğulu kadınlar; Batılı erkeklerden, Batılı kadınlardan ve Doğulu erkeklerden daha aşağı olarak gösterilir. İki kere ötekileştirilerek bir noktada nefret edilen bir nesne haline gelir. Eğer söz konusu Doğulu kadın güçlü bir figür ise o zaman karakteri femme fatale karaktere doğru evrilir. Doğu ise yozlaşmış bir cinselliğin mekanıdır. Öyle ki bu durum Kleopatra’yı konu edinen filmlere bile yansır. Örneğin 1934’te Cecile De Mille tarafından çekilen Kleopatra’da, Mısır Kleopatra’nın kişiliğinde adeta yeniden doğar. Kleopatra amansız bir manipülatör, Mısır ise sonsuz arzunun ve hazzın mekanı olarak görünür. Tarih ve edebiyat anlatılarında Kleopatra’nın gücü, kendisini güzelliği ve cazibesi üzerinden gösterir[5]. Çekiciliği, zalimliği, Sezar ve Mark Antony ile olan aşkları, tutkulu hayatı ve trajik ölümüyle ilgili çeşitli mitler olsa da Kleopatra bu gizemden çok daha fazlasıdır, ancak bu filmlere yansımaz.
Kleopatra’yı konu edinen ilk film Henry Ridder Haggard’ın Kleopatra isimli romanından uyarlanan, James Gordon Edwards’ın yönettiği, yapımcılığını William Fox’un üstlendiği 1917 yapımı bir sessiz film olan Kleopatra’dır[6]. Maalesef 1937 yılında FOX stüdyolarında çıkan yangın nedeniyle filmin tüm kopyaları yanmış, sadece internette bulabileceğiniz birkaç sahnesi günümüze kalmıştır[7]. Kleopatra’yı canlandıran Theda Bara’nın diğer filmleri de bu yangın sebebiyle günümüze ulaşamamıştır. 1917 yapımı bu filmin en dikkat çekici noktası Kleopatra’yı canlandıran oyuncu Theda Bara (1885-1955) etrafında yaratılan efsane sayılabilir. Bir proje çalışması olarak ortaya çıkan ve basın danışmanı olan ilk aktris olma özelliğini taşıyan Theda Bara, 1914 yılında rol aldığı filmi The Stain’de gerçek ismi olan Theodosia Goodman’ı kullanmıştır[8]. Bu filmde oynadığı küçük rol kendisine Hollywood’un kapılarını açmış ve bir sonraki yıl A Fool There Was (1915) isimli filmde başrol oynamıştır.
Çok büyük bir başarı elde eden film, yapımcısı William Fox’a FOX Film Corporation’ı kurduracak parayı sağlamıştır[9]. Film ayrıca vampiri canlandıran oyuncunun performansı sayesinde, vampirin kısaltması olarak kullanılan vamp kelimesini, femme fatale’ı işaret eden bir kelime olarak kullanıma sokmuş ve yaygınlaştırmıştır[10]. Film afişinde bu sefer oyuncunun adı Theda Bara olarak gözükmektedir. Böylece bu film ile birlikte hem Theda Bara hem de Hollywood’da görülen ilk femme fatale doğar. Bu sahne isminin hikâyesi ise 1917’de çekilen Kleopatra filminin tanıtım kampanyasında kullanılır, tanıtımlar Theda Bara’nın ismi üzerinden yapılır. Arab Death[11] (Arap Ölümü) kelimelerinin anagramından oluşan isim ve oyuncu için kurgulanan geçmiş, filmin popülerleşmesine oldukça katkı sağlamıştır. Fox’un reklamcılarının yaygınlaştırdığı, Theda Bara’nın da benimsediği bu kurgu geçmişe göre kendisi bir Arap Şeyhi ile Fransız bir annenin kızı olarak Sahra Çölü’nde doğmuştur. Kendisi ile ilgili egzotik bir hava yaratılmasına katkıda bulunan Theda Bara, röportajlarında mistik güçleri olduğundan, yaşamının ilk yıllarını Mısır’da sfenks gölgesinde geçirdiğinden, sonrasında aktris olmak için Fransa’ya gittiğinden bahseder, ancak gerçekte Fransa’ya da Mısır’a da gitmemiş[12], Theodosia Goodman ismiyle 1885’te yarı Polonyalı yarı İsviçreli olarak Cincinnati, Ohio’da dünyaya gelmiştir[13]. Takma ad olarak kullandığı Nil yılanı ise Kleopatra’nın trajik ölümünü işaret etmektedir. Ölümüyle ilgili sayısız rivayetten birine göre Kleopatra Mark Antony’nin ölümünün ardından kendisini zehirli bir yılana sokturarak intihar etmiştir[14].
Sıklıkla Hollywood’un ilk seks-sembolü olarak anılan[15] Theda Bara için Kleopatra filminin reklam kampanyası sırasında FOX tarafından bir otelde süit tutulmuş, odanın içi sultan odası ve harem karışımı olarak dekore edilmiştir[16]. Bu durum oryantalizmin, harem ve harem kadını imgelerinin Theda Bara’nın imajının kurgulanmasındaki rolünü gösterir. Her ne kadar harem, yasak, kutsal, dokunulmaz anlamlarına gelse de oryantalist çerçevede sınırsız cinselliğin ve eğlencenin mekanını işaret eder. Oryantalist literatürde çapkınlıkla, eğlenceyle, dansla, sapkınlıkla, arzuyla, egzotiklik ve erotiklikle ilişkilendirilen gizemli bir mekandır. Theda Bara’nın femme fatale ve Doğulu olarak kurgulanması, Amerikan oryantalizmi ve Avrupa oryantalizminin yakınlaştığı noktayı göstermesi açısından da önemlidir.
[1]Mohja KAHF, Batı Edebiyatında Müslüman Kadın İmajı, Yeşim Sezdirmez (çev.), İstanbul, Küre Yayınları, 2006.
[2] E. Ann KAPLAN, Feminism and Film, Oxford, Oxford University Press, 2000, p. 125.
[3] Elisabeth COWIE, ‘Women as Signe’, dans E. Ann KAPLAN (éd.), Feminism and Film, Oxford, Oxford University Press, 2000, p. 48.
[4]Ibid.
[5] Xavier de FRANCE, I. Elles ont le pouvoir. Souveraines, régentes et autres reines, CinémAction, no 129, 2008, p. 34.
[6]http://www.imdb.com/title/tt0007801/ [Son Erişim Tarihi : 8 Ocak 2020]
[7] Aubrey SOLOMON, Twentieh Century-Fox: A Corporate and Financial History, Metuchen New Jersey, McFarland, 2011, p. 1. İzlemek için bkz. https://www.youtube.com/watch?v=hhQqBh4j77g
https://www.youtube.com/watch?v=EQWWyZsSNCk
[8] http://www.imdb.com/title/tt0209347/ [Son Erişim Tarihi: 8 Ocak 2020].
[9]Aubrey Solomon, Twentieh Century-Fox, op. cit., p. 1.
[10] Vamp, n.2 https://www.etymonline.com/word/vamp
[11] Steven C. EARLEY, An Introduction to American Movies, New York, Mentor Books, 1979, p. 28.
[12]Ibid.
[13]THEDA MAKES’EM ALLBARAS; Actress’s Family Join Her in Dropping Name of Goodman.https://www.nytimes.com/1917/11/17/archives/theda-makesem-allbaras-actresss-family-join-her-in-dropping-name-of.html, [Son Erişim Tarihi: 8 Ocak 2020].
[14] Paul-Marius MARTIN, « Antoine et Cléopâtre, la fin d’un rêve (Paris 1989) », Vita Latina, vol. 118, no 1, 1990, pp. 40‑47
[15] http://cinememorial.com/acteur_THEDA_BARA_730.html [Son Erişim Tarihi: 8 Ocak 2020].
[16] Steven C. EARLEY, An Introduction to American Movies, op. cit., p. 28.