Kadına yönelik şiddet durumunda da erkekler kadına haddini bildirecek güce sahip olduğunu, bunu daha doğdukları andan itibaren toplumsal açıdan cinsiyetlere biçilen roller çerçevesinde edindiklerini biliyorlar. Zira çocukken oyuncak olarak erkek çocukların ellerine silah, kız çocukların ellerine bebek tutuşturuluyor.
4 Ocak 2024 tarihinde hastanede anestezi teknisyeni olarak çalışan erkeğin, intörn doktor olarak çalışan kadını ağır yaraladığı davayı Mersin Tabip Odası Kadın Hekimlik ve Kadın Sağlığı Komisyonu adına izleyen, Mersin Tabip Odası eski başkanı Dr. Ful Uğurhan ile söyleşi yaptık.
Bir kadın intörn doktorun erkek şiddetine maruz kalarak ağır yaralandığı bir davayı izlediniz. Davayı biraz anlatabilir misiniz?
Evet, ne yazık ki 4 Ocak 2024 tarihinde Mersin Adliyesi’nde, Mersin Üniversitesi’nde intörn doktor olarak çalışan kadın meslektaşımızın, yine aynı hastanede anestezi teknisyeni olarak çalışan bir erkeğin saldırısı sonucunda ağır yaralandığı korkunç olay için görülen davaya katıldık. Doğrusu bu şimdiye kadar Mersin Tabip Odası Kadın Hekimlik ve Kadın Sağlığı Komisyonu’nun temsilcileri olarak katıldığımız ilk davaydı, dilerim sonuncusu olur. Bizimle birlikte Mersin Barosu’na kayıtlı onlarca avukat, Mersin Kadın Platformu’nda yer alan kadın derneklerinin avukatları ve üyeleri, Mersin Kent Konseyi ve Mersin Büyükşehir Belediyesi Kadın Komisyonları’nın sorumluları, Mersin Tabip Odası’nın dört dönem başkanlarının da arasında olduğu hekim arkadaşlarımız, gazeteciler ve çok sayıda yurttaş davayı izlemek için duruşmaya gelmişlerdi. Sanırım böylesi bir katılım, Özgecan Aslan’ın 2015 yılındaki katlinden bu yana, Mersin’de bir kadına yönelik şiddet davasına sahip çıkma adına ikinci olmuştur. Davada hekim arkadaşımızın avukatına ek olarak Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından görevlendirilen bir avukat daha vardı. Hakim, baronun ve kadın derneklerinin avukatlık taleplerini kabul etmedi. Sanık davaya Segbis sistemi ile online olarak katıldı. Meslektaşımız ise olay gününden itibaren geçirdiği onlarca operasyondan bir yenisini geçirmek üzere hastanede olduğundan duruşmaya katılamadı.
Bu davanın sadece hekime yönelik şiddet olmadığını, toplumsal cinsiyet temelli bir şiddet biçimi olduğunu düşündüren nedenler nelerdi?
Olayın meslektaşımızın mesleğini uygulaması sırasında ya da meslekle ilgili bir durumla gerekçelendirilebilecek bir neden söz konusu olmaksızın gerçekleşmesi, konu ile hekime yönelik şiddet yerine bir kadın meslektaşımıza, tanıdığı bir erkek tarafından uygulanmış toplumsal cinsiyet temelli şiddet olarak ilgilenmemizi gerektirdi.
Bu davanın daha önce izlediğiniz kadına yönelik şiddet davaları ile benzerlikleri nelerdi?
Ben daha önce bir kadına yönelik şiddet davası izlemedim, ama böylesi çok sayıda dava hakkında yazılanları okudum. Doğrusu bu işle uğraşanlar duyduklarına, gördüklerine nasıl dayanıyorlar bilmiyorum. Onlara güç, kuvvet dilerim. Çünkü öncelikle bir kadın olarak son derece sinir bozucu söylemlere tanık oluyorsunuz. Hakkında yazılanlardan okuduğum davalarla bu davanın en büyük benzerliği, erkeğin “haksız tahrik indiriminden yararlanma” amacıyla kurguladığı savunmaydı; tasarlayarak değil de bir anlık öfkeyle, kıskançlıkla, reddedilme duygusuyla suçu işlediği, büyük pişmanlık duyduğu, tahrik edildiği, öldüresiye saldırdığı kadını hâlâ çok sevdiği vs. gibi. Sanık karşımızdaki ekranda, bembeyaz gömlek giymiş, traşlı, eli ayağı düzgün, kendini iyi ifade eden, pirüpak bir kader kurbanı gibi duruyordu. Adeta saldırdığı kadın meslektaşımızın bir bacağının diz üstünden kesilmiş olmasını, diğer bacağının da kesilmemesi için onlarca operasyon geçirmesini, mesleğindeki ideallerinin yok olmuş olmasını görmezden gelmemizi istiyordu. Özetle; önceki davalardaki gibi ortada kendini aklamaya çalışan sağlıklı bir erkek ile olayın hastaneye yakın bir yerde gerçekleşmesinden ötürü acil müdahale şansı yakaladığından ölmemiş ama şu an hayata tutunma savaşı veren bir kadın vardı ama erkek her zaman olduğu gibi sanki mağdur kendisiymiş gibi görünüp, cezadan kurtulmaya çalışıyordu.
Dava size ne hissettirdi? Bundan sonrası için nasıl sonuçlanmasını umuyorsunuz, bekliyorsunuz?
İzlediğim bu dava ile hakkında yazılar okuduğum diğer davaların bu kadar benzemesinin şaşkınlığı içinde adeta şok oldum. Tayt giydiği için eski eşini öldürdüğünü söyleyen erkeğin haksız tahrik indirimi aldığı dava geldi birden aklıma. Bu davada da erkek tarafından hediye olarak alınan bir ayakkabının, çiftlerin ayrı oldukları bir dönemde kadın tarafından giyilip güya nispet olsun diye erkeğe fotoğrafının yollanmasının kızgınlık yarattığını, savunmanın ilerleyen kısımlarında “ben aslında ayakkabılarına ateş etmek istemiştim” diyerek işlediği suçla arasında acayip bir bağ kurma telaşını şaşkınlıkla izledim. Buna mahkeme heyetinin ve bizlerin inanmamızı bekliyordu. Ayrıca kendisinin de bir sağlık çalışanı olduğu vurgusunu yaparak, “insanları ölümden kurtarmak için ben de geceler boyu uykusuz kaldım” demesine kendimce çok sinirlendim.
Gördüğüm kadarıyla dava failin olmayan mağduriyetini kabullendirme çabası yönünde ilerleyecek. Bize düşen görev, ceza indirimi uygulamasının önüne geçmek. O nedenle bu davayı asla boş bırakmamalı, yakından takip etmeliyiz. Sonuçta meslektaşımız bundan böyle mesleğini istediği gibi yapamayacak, hayatı hiçbir zaman eskisi gibi olmayacak.
Kadın hekimin ağır yaralandığını biliyoruz. Sizce bir pompalı tüfekle bir kadın hekimi yaralayabiliyor olmayı kolaylaştıran ve erkek failleri cesaretlendiren koşullar nelerdir?
Bunun tek ve çok net bir cevabı var; “eril tahakküm”.
Ağır yaralanan kadın arkadaşımızın aynı zamanda hekim olduğu gerçeğinden hareketle, hekime yönelik şiddet ve kadına yönelik şiddet konusunda ortak noktalar nelerdir?
Öncelikle her iki durumda da suçu işleyenlerin cesaret bulduğu bir ortam söz konusu. Bir sokak söyleşisinde mikrofonlara büyük bir açıklıkla; “Biz mevcut iktidardan çok memnunuz, eskiden hekimler bize kızarlardı şimdi biz hekimleri dövebiliyoruz” diyen şahıs durumu çok güzel özetlemişti. Hekimi dövme, sövme, yerinden etme gücünü siyasi erkten alma durumu söz konusu. Başka deyişle onlar istediklerini yapmayanlara hadlerini bildirecek güce sahipler. Kadına yönelik şiddet durumunda da erkekler kadına haddini bildirecek güce sahip olduğunu, bunu daha doğdukları andan itibaren toplumsal açıdan cinsiyetlere biçilen roller çerçevesinde edindiklerini biliyorlar. Zira çocukken oyuncak olarak erkek çocukların ellerine silah, kız çocukların ellerine bebek tutuşturuluyor. “Erkektir sever de döver de” sözünü bilmeyenimiz yoktur.
Ek olarak her iki durumda da suçlular yeteri kadar cezalandırılmadığı için şiddet olayları çığ gibi büyüdü.
Sizce kadına yönelik şiddet ve sağlık çalışanlarına yönelik şiddeti önlemek için neler yapılabilir?
Öncelikle suçun cezasızlığı durumunun önüne geçilmelidir. Suçu işleyen en yüksek dereceden cezalandırılırsa, “nasıl olsa iki yıl yatar çıkarım” duygusuyla işlenen suçların önüne geçilmiş olur. Hâl böyleyken, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılarak tam tersi bir adım atılmış olması, çok vahim sonuçlar doğurdu ne yazık ki.
Zor ve uzun soluklu olan çözüm ise nesiller boyu devredilecek bir anlayış değişikliğini sağlamak yönünde. Doğadaki her canlının eşit haklara sahip olduğunu içselleştirmek çok önemli. Biyolojik olarak farklı özelliklere sahip olan erkek ve kadının, haklar açısından eşit olduklarını kabul etmek zorunda herkes. Böylece eşitler arasında güç savaşı da otomatikman ortadan kalkmış olur.
Hekime yönelik şiddet durumunda ise en büyük sorumluluk sağlık politikalarını belirleyen karar vericilerde. Sağlıkta Dönüşüm Programı yüzünden meydana gelen kışkırtılmış sağlık talebi hekime şiddet şeklinde bize döndü. Hastaların aynı hastalık için üç- dört hekime başvurabildiği, günlerdir süren, basit bir semptom yüzünden acil servise gittiği bir sağlık sistemi daha fazla sürdürülemez. Zaten bu yüzden fırsatını bulan yurt dışına gidiyor. Kalanlar da kendilerini koruyabilmek için yanlış tıbbi uygulamaları benimsemek durumunda kalıyor. Bir hekim arkadaşım dayak yememek için tıbbi gerekliliği olmadığını düşünse de hastanın talebi doğrultusunda soğuk algınlığında antibiyotik yazmak zorunda kaldığını söylemişti bir keresinde. Özetle siyasi iktidar oy kaygısı ile değil, aklın, bilimin gerektirdiği yöntemleri uygulamazsa bu işin çözümü daha zorlaşacak.