Hayatları bir erkekle buluştuğunda yarınlar yokmuşçasına ev işi, çocuk bakımı ve seks emeği için dışarıdaki hayata en az dışarıdaki hayat kadar yorucu bir mola veren kadınlardan boşanmanın ertesi günü evlilik denen mola hayatlarını hiç kesmemiş gibi kendi ayakları üzerinde durmaları bekleniyor.
“Kocam evi terk ettiğinde bazısı geldi evlilik teklif etmeye. Dediler ki çocuğunu kurtaracağım, seni de… yok dairelerim var, yok durumum çok iyi… falan filan. Eğer devlet bana sahip çıkmasaydı belki bu akbabalardan biriyle evlenecektim ya da orospuluk[1] yapacaktım.” (Çiğdem, 38 yaşında, bekâr, üç çocuk annesi)
2012’de eski ASPB Bakanı Fatma Şahin’i ziyaret ederek “velayet hakkını istismar eden anneler” için devlet ricalini harekete geçirmek istediklerinde, Boşanmış ve Mağdur Babalar hala bir karşı-hareket olarak kendi mağduriyet temsillerinin elçisiydi. Ancak, 2016’da kurulan Boşanma Komisyonu’na artık sadece mağdurlar olarak değil aynı zamanda aile politikalarının şekillenmesinde bir çözüm partneri olarak da dâhil edildiler. Kadınların boşanmanın ekmeğini yediğini savunan bu erkekler nafaka isteyen kadınları onursuzluk ve dilencilikle itham ederken, kendi pisliğini temizlemekten ve kendini doyurmaktan aciz kocalık dönemlerinden hicap duyuyor gibi görünmüyorlardı. Kadına rağmen aile bütünlüğünü savunan Boşanma Komisyonu Raporu’na[2] göre evlilikleri çatırdatan üç temel sebep var: ev ve çocuklarla ilgili sorumluluklar, harcamalar ve gelirin yeterli gelmemesi (s.266). Kadınların çoğu eşlerinin aile içi sorunlara kayıtsızlığı, sorumlulukları paylaşmaması ve evi geçindirememesi sebebiyle boşanıyor. Bunu takiben, kocaların duygusal destek vermemeleri –bırakın fiziken bir enerji ortaya koymayı- sürekli kendilerini haklı görmeleri, sistematik kıskançlık ile tahakküm kurmaları ve tepeden bakmaları kadınların öne sürdüğü diğer boşanma sebepleri (s.237). Rapor açıkça dile getirmekten imtina etse de, tüm bu veriler evliliklerin altını erkeklerin oyduğu gerçeğini ortaya koyuyor. Ev işi ve çocukların sorumluluğunu paylaşmaya yanaşmayan erkekler evin ekmek getireni olarak ekonomik güçlerini de kaybettiklerinde, tüm işlevsizlikleriyle kıskançlık yapan, huzursuzluk çıkaran, tepeden bakan ve raporun da belirttiği gibi (s.265) tartışmalarda sesini yükselten halleriyle kadınların tahammül sınırını zorlayarak ailenin temeline dinamit koyuyorlar. Buna rağmen, giderek istikrarsızlaşan aile kurumundaki çatırdamalar modernleşme ve bireyselleşme gibi “büyük toplumsal problemlere” (Yazıcı, 2012)[3] bağlanıyor, kadınların evliliklerden neden çıktığı üzerine çok az düşünülüyor.
Eğitim hayatından koparılmış; erken yaşta evlendirilmiş veya alternatifsiz bırakılarak evliliğe sürüklenmiş; evliliği süresince gelir getirici tüm yetenekleri köreltilmiş; ücretsiz bakım emeğine hapsedilmiş; dışarısı, kurumlar ve hizmetler ile hep kocası aracılığıyla ilişki kurmuş kadınlar, bir dezavantaj olarak “kadınlık durumları” ile sosyal politikaya çağırır. Ancak, Türkiye’de cinsiyetçi refah rejimi tarafından desteklenmek için şu iki kadından biri olmanız gerekir: evlilik kendisini terk edene kadar evlilikten vazgeçmemiş, yani eşi vefat etmiş/dul kadın veya erkeksiz ama çocuklu kadın. İlk kategorideki kadınlar dul aylığı gibi sosyal politikaların müstakil ve meşru yararlanıcıları iken, ikinci grup ekonomik bir durum olarak erkeksizliğin yıkıcı etkilerinden çocuğu korumak adına; yani dolaylı yararlanıcılardır. Oysaki her iki grup da politikasız ve ataerkinin görünmez elinin insafına bırakılmış evlilik kurumunun evlilik bittikten sonra katman katman açılarak kadınların önüne çıkan ekonomik yan etkilerinin taşıyıcısıdır.
Orloff (1996)[4] der ki, geleneksel rollere dayanan evlilik kurumu kadınların ekonomik kırılganlıklarının üzerini örter, ta ki boşanmaya kadar. Evlilik süresince büyük bir yoksulluk potansiyeli patlamaya hazır bir bomba gibi orada bekler, hatta birikerek ilerler. Yani, evlilik toplumsal cinsiyete dayalı bir yoksulluk potansiyelini geçici olarak askıya alır. Tam da bu noktada, evliliğin bittiği ve evlilik süresince patlamaya hazır bir bomba gibi orada bekleyen yoksulluk potansiyelinin gün yüzüne çıktığı yerde yeniden evlenmek ya da seks işçiliği dahil olmak üzere güvencesiz işler yaparak ayakta kalmak dışında bir üçünü yol mümkün: annelik üzerinden değil toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin merkezî kurumu evlilikzede olmanın getirdiği spesifik ihtiyaçlar üzerinden şekillenen sosyal politikalara dayanmak. Ancak, Aile Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın cinsiyet körü çerçevesinde “evlilik aksaklıkları” (marriage failures) iki eşit yetişkin arasında ve politikanın dışında zuhur eden problemlerdir. Dolayısıyla, sosyal yardım mekanizmaları sadece bu yetişkin beceriksizliği olarak kabul edilen aksaklıkların “günahsız çocukların” omuzlarına nesilden nesile aktarılan bir dezavantaj olarak binmemesi için geliştirilmiştir. Bu minvalde hazırlanmış en kapsamlı müdahale programı olan ve tek ebeveynli haneleri hedef alan Sosyal-Ekonomik Destek Programı (SED) aslında çok yönlü bir güçlendirme modeli olarak tasarlansa da büyük ölçüde bir nakit transfer programı olarak işlev görmektedir. Temel amacı çocukların bakım kurumlarında değil ailelerinin yanında büyümesini desteklemek olan bu programdan ya hâlihazırda istikrarsızlaşmış tek ebeveynli –aslında yalnız anneli- aileler, ya da istikrarsızlaşma riski taşıyan –örneğin, borca batmış veya uzun süre işsiz kalmış babalı- iki ebeveynli aileler yararlanmaktadır. SED çocuğun aile yanında büyüme hakkını merkeze alır ve en nihayetinde aile denen ve ideal bakım ortamı olarak kabul edilen birliğin varlığını istikrarlı bir şekilde sürdürebileceği fiziki bir mekâna, faturaları ve kirası düzenli olarak ödenen ve “ekmek giren” ev ortamına ihtiyacı vardır. Tam da bu fiziki mekânın sürdürülebilirliğine yarayan nakit transferi, “erkeksiz ve çocuklu” kadınlar için boşanma veya ayrılma sonrası yeni bir hayat kurmanın finansal dayanağını sağlar. Yani, devlet yalnız anneler için evden ayrılan erkeği ikame eder; ekonomik olarak güçten düşen erkeğin de üstünü tamamlar. Ancak, bunu sadece “korunmaya muhtaç” çocuklar için ve onlar hatırına yapar. Ekonomik bir durum olarak kadınlık durumunu telafi etmeye yanaşmasa da, çocuk merkezli sosyal yardım mekanizmaları azımsanmayacak sayıda kadının yeni bir hayat kurarken elini güçlendirir. Yine de, bu durum bilinçli bir politik seçim değil, beklenmedik bir yan etkidir. Evliliği ve boşanmayı bir eşit yurttaşlık problemi olarak ajandasına koymayan tüm politikalar kadınları annelikleri üzerinden hak sahibi kılar ve çocukları 18 yaşına geldiğinde bu gölge vatandaşların içinde bulundukları derin yoksulluk koşullarının buharlaştığı varsayılır.
Casper ve diğerleri (1994)[5] İtalya’da yaptıkları yoksulluk araştırmasında İtalya’daki ciddi yoksulluk oranlarına rağmen yoksulluk anlamında kadınlar ve erkekler arasında ciddi bir farklılaşma bulunmadığını görmüştü. Daha sonra fark ettiler ki, 18-57 yaş arası İtalyanların çoğu evliydi ve tüm veriler evli olan kadın ve erkeklerin aşağı yukarı aynı standartlara sahip olduğu varsayımına dayanıyordu. Ancak, evlilik birliğini “ortak çıkarlar birliği” olarak değil, bir “pazarlık birimi” olarak (Hobson, 1990)[6] kabul etmek gerekir. Kaynaklar ev içinde asla eşit bölüşülmez. Kadınlar ve çocuklar en az kaynak tasarrufuna sahip aile üyeleridir. Sosyal yardım alan bekâr annelerle görüştüğümde, bugün sosyal yardımlara bağımlılık ve dolayısıyla pasif vatandaşlık olarak tanımlanan hayatta kalma biçimlerini geçmişteki (evliliklerindeki) pasifliklerine; yani tam zamanlı ev hanımı olarak gelecekte karşılaşacakları risklere karşı hiçbir birikim yapmamalarına bağlıyorlar. Kerestecioğlu’nun (2006)[7] deyişiyle “evlilik işçileri” oldukları süreçte cepten yedikleri gerçeğiyle boşandıktan sonra karşı karşıya kalıyorlar. Boşanmış ve çocuklu kadınların finansal durumu öncelikle eski kocanın sorumluluğunda kabul edilse de Ankara Barosu’nun (2019)[8] sunduğu veriler gösteriyor ki kadınlar bir derde deva olmayacak miktarlarda hükmedilmiş nafakalarını dahi alamıyor, hatta çoğu zaman “gölge etmesin, başka ihsan istemem” diyerek nafaka haklarından feragat etmek zorunda kalıyorlar.
ASPB’nin 2011’de hazırladığı Tek Ebeveynli Haneler Raporu da teyit ediyor ki; 1) birçok kadın ilk defa boşanma sonrası artan yoksulluk sebebiyle emek piyasasına giriş yapıyor, 2) birçok bekar anne kendisi işteyken çocuğunu bırakacak uygun, güvenilir ve erişilebilir yer bulmakta zorlanıyor, 3) birçok bekar anne kirasını ödeyemiyor ve aile yanına geri dönmek zorunda kalıyor, 4) kadınların çoğu nafaka alamıyor veya nafaka haklarının peşine düş(e)miyor. Evlilikleri süresince gelecek projeksiyonunu hiç boşanmayacak gibi kurgulaması beklenen kadınlar, boşandıkları zaman da hiç evlenmemiş gibi hayata kaldıkları yerden devam edemedikleri için “nafaka teröristleri” olarak damgalanıyor. Hayatları bir erkekle buluştuğunda yarınlar yokmuşçasına ev işi, çocuk bakımı ve seks emeği için dışarıdaki hayata en az dışarıdaki hayat kadar yorucu bir mola veren kadınlardan boşanmanın ertesi günü evlilik denen mola hayatlarını hiç kesmemiş gibi kendi ayakları üzerinde durmaları bekleniyor. Kadınlar ücretsiz emeğe hapsolduklarında hem ev içindeki hem emek piyasasındaki pazarlık güçlerini kaybederken, erkeklere iki avantaj bahşetmiş oluyorlar: 1) sıkıcı, değersiz, para etmeyen ev işlerinden azade bir hayatın verdiği konfor ile 2) tüm enerji ve vakitlerini emek piyasasında para eden ve değerli hissettiren işlere yatırma özgürlüğü. Elbette bütün erkekler emek piyasasında müthiş paralar kazanıp çok değerli hissetme fırsatını yakalayamıyor. Yine de, yaptıkları işe iş deniyor ve günün sonunda çekip gitmek istediklerinde hayatta kalmak için belli yetenekler ve pazarlık gücü elde ediyorlar. Neyse ki, 2023’te tek ebeveynli hanelerin oranının %10’a çıkacağı ve bu ailelerin çoğunun anne reisli olacağı tahmin ediliyor (ASPB, 2013)[9]. Boşanma ile patlak veren derin kadın yoksulluğu, sosyal yardımlardan en çok yalnız annelerin yararlanması, bu annelerin çocuklarının geleceğin vergi veren ve ekonomiye katkıda bulunan, üretken ve kendine yeten vatandaşları olması gerekliliği birlikte düşünüldüğünde; boşanmanın ekonomik maliyeti sadece boşanan kadınlar için değil neoliberal hükümetler için de büyük bir bütçe problemi.
UN Women ve Dünya Bankası (2018)[10] özellikle 20 ile 34 yaş aralığındaki kadınların erkeklerden daha yoksul olduğunu söylüyor. Bu dönemde, kadınların emek piyasası ile ilişkisi evlilik ve/veya çocuk sahibi olma sebebiyle kesintiye uğrarken erkekler aile kurma yolu ile sadece ev içinde değil emek piyasasında da “ekmek getiren” pozisyonlarını sağlamlaştırıyorlar. Seccombe (1974)[11] karı koca arasındaki ekonomik ilişkinin eşit bir zeminde gerçekleşen değiş-tokuş ilişkisi olduğunu söylediğinde kadınların tüm hayatları boyunca faturasını ödeyecekleri bu kesintinin evlilikleri boyunca geçimlerini erkeklerin sağlaması yoluyla telafi edileceğini iddia etmişti. Birincisi, bu gönüllülüğe dayanan bir ilişki değil. Artık Türkiye’de kadınların büyük bir kısmının “gönülsüz ev hanımı” olduklarını, uygun çocuk bakım hizmetlerine erişebildikleri sürece çalışmak istediklerini biliyoruz. ILO’ya (2017)[12] göre, bu kadınların oranı %87. Ayrıca, özellikle derin yoksulluk ve işsizlik ortamında kadınlar ancak “karın tokluğuna” (Harrison, 1973)[13] evlilik işçiliği yapıyorlar. Kadınlar yarınlarını güvenceye alacak bir birikim yapamıyor, ekonomik patronaj ilişkisi kadınları ancak evlilikleri sürdüğü müddetçe, gün be gün borçlandırarak ve yarım yamalak koruyor. Kadınlar evlilik işçisi olarak çalıştıkları her gün evlilik sonrası yoksulluklarına yatırım yaparak borçlanıyorlar. Evliyken kocalarının sigortasından yararlanan kadınlar boşanmış, yoksul, yaşlı ve güvencesiz hallerine borçlanıyorlar. Erkeğin sigortası kadın yararlanınca yarıya falan inmiyor. Erkek hiçbir risk almadan, kadın ise bugününü ve geleceğini ortaya koyarak evleniyor. Günün sonunda; zengin müteahhitin karısı da yevmiyeli çalışan inşaat işçisinin karısı da boşandıktan sonra aynı sosyal yardım programından yararlanmak için sıraya giriyor çünkü hemen hemen aynı hayat standartları ile boğuşmak durumunda kalıyorlar. Erkek gitti mi parasıyla gidiyor, hiç gelmemiş gibi gidiyor.
Öyleyse; erkeğin başladığı yerde de, bittiği yerde de sosyal devlete ihtiyacımız var. Her hükümetin ideal bir evliliği olduğu gibi, ideal bir boşanması da vardır. Bu iki alan hiçbir zaman politikasız kalmadı. En basit anlamda; heteronormatif, kendi kendine yetebilen, mümkünse her iki ferdinin de para kazanıp tüketim yapabildiği, bakım işini kendi içinde halleden, ana akım değer ve normları gelecek nesillere aktaran, sistem nazarında kontrol edilebilir bir yaşam için düzenli ikamet yerinde öngörülebilir bir gündelik hayat akıtan aile yapısı birçok hükümetin idealidir. Bu aileler boşanma dışında her yolu denedikten sonra yine de boşanacaksa, aralarındaki güç dengesizliğine rağmen 1) barışçıl bir şekilde, 2) eşitlermişçesine ve tabii ki 3) kendi kendilerine yetecek şekilde boşanmalıdır. Öncelikle, sistematik bir ezme-ezilme ilişkisinde taraflardan zayıf olanın barışa razı gelmesi haklarından feragat etmesi demektir. Kaldı ki, anlaşmalı boşanmaya çalışan kadınlar dahi sırf boşanmak istedikleri için öldürülmektedir. Ayrıca, evlilik boyunca çocuğu ile bir tam gün ilgilenmemiş erkekler boşandıktan sonra velayet hakkının peşine düşüp nafaka sorumluluğunu üstlerinden atmaya çalışıyorlar. Evlilik boyunca eşitliğe yanaşmazken boşandıktan bir gün sonra sadece kendi işlerine yarayacak ucube bir eşitlik söylemine sarılıyorlar. Üstüne, devletler boşanmış kadınların yakın gelecekte başarılı mikro-girişimciler olabileceği gibi mesnetsiz bir hayal üzerine politika kuruyor. Tarihin, toplumun ve devletin ortak sorumluluğu olan toplumsal cinsiyet eşitsizliği kadınların bireysel çaba ve yeteneklerinden bağımsız çözüme kavuşturulmaya muhtaç, politik bir problemdir. İlla bireysel düzlemde bir çözüm önerisi isterseniz, nafaka ödemek istemeyen erkekler evlilikleri süresince kadınlara borçlanmamak için çaba sarf etmelidir. Haydi erkekler, kendi kendine yetmeye!
İngilizce çevirisi için / For the English translation
[1]Görüşmecinin boşanma sonrası ekonomik kırılganlığını anlatmak için başvurduğu işbu ifade yazarın orospufobik olduğunu göstermez.
[2]Aile Bütünlüğünü Olumsuz Etkileyen Unsurlar ile Boşanma Olaylarının Araştırılması ve Aile Kurumunun Güçlendirilmesi İçin Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu Raporu
[3]Yazıcı, B. (2012). The Return to the Family: Welfare, state, and politics of the family in Turkey. Anthropological Quarterly, 85(1), 103-140. Retrieved from www.jstor.org/stable/41427090
[4]Orloff, A. S. (1996). Gender in the Welfare State. Annual Review of Sociology, 22, 51-78. Retrieved from www.jstor.org/stable/2083424
[5]Casper, L. M,, McLanahan, S.S., Garfinkel, I. (1994). The Gender-Poverty Gap: What we can learn from other countries. American Sociological Review, 59 (4), 594-605.
[6]Hobson, B. (1990). No Exit, No Voice: Women’s Economic Dependency and the Welfare State. Acta Sociologica, 33(3), 235-250. Retrieved from www.jstor.org/stable/4200800
[7]Kerestecioğlu, F. (2006). Kadınlar: Evlilik işçileri. Retrieved from https://m.bianet.org/biamag/medya/84766-kadinlar-evlilik-iscileri
[8]Tüm Yönleriyle Nafaka Çalıştayı Sonuç Bildirgesi
[9]T.C. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı (2013). Türkiye Aile Yapısı Araştırması: Tespitler, öneriler.
[10]UN Women, World Bank (2018). Gender Differences in Poverty and Household Composition Through the Life-cycle: A global perspective. Policy Research Working Papers, March 2018. Retrieved from https://elibrary.worldbank.org/doi/pdf/10.1596/1813-9450-8360
[11]Seccombe, W. (1974). Domestic Labor: Reply to critics. New Left Review, 94, 85-96.
[12]International Labor Organization, Gallup (2017). Report on Towards a Better Future for Women and Work: Voices of women and men. Retrieved from https://www.ilo.org/wcmsp5/groups/public/—dgreports/—dcomm/—publ/documents/publication/wcms_546256.pdf
[13]Harrison, J. (1973). The political economy of housework. Bulletin of the conference of socialist economists, 7.