Unutmayalım, insanların tadı kaçmadıkça değişim mümkün değil. Gülmeyelim, idare etmeyelim, kulak tıkayıp geçmeyelim, desteğimizi çekelim ve değişimi talep edelim.

Bu metni dildeki cinsiyetçiliğin neye, nasıl hizmet ettiğini örnekleriyle açıklayabilmek için kaleme alıyorum.

Eril dil çok kapsamlı ve katmanlı bir başlık. Metinde esas olarak günlük konuşmalardaki sözcüklere odaklanıyorum.

Kültür ve dil

Dil, kültürün kodlarını oluşturur ve kabullerimizi ve algılarımızı tekrar tekrar biçimlendirir. Sözcüklerle düşünürüz ve aynı zamanda kullandığımız sözcükler düşünme biçimimizi belirler. Bu sebeple toplumsallığımız ve politika üzerine herhangi bir konuda düşünmeye başladığımızda, o alanın sözcüklerinin nereye ve nasıl sirayet ettiğini fark ve idrak etmek ilk işimiz olur. Patriyarka (ataerki), mizojini (kadın düşmanlığı) ve toplumsal cinsiyet eşitliği üzerine düşünmeye başladığımızda cinsiyetçi dilin nasıl hayatın her alanına sızdığını ve bu biçimiyle kadınları/kadınlığı nasıl değersiz, ikincil, vazgeçilebilir, görmezden gelinebilir olarak kodlayacak biçimde işlev gördüğünü fark ederiz. Daha da ileri giderek kadınların ve normatif erkekliği performe edenler dışındakilerin, maruz bırakıldıkları ayrımcılıktan (içinde barındırdığı tüm şiddet biçimleriyle birlikte) sorumlu oldukları, bunu arandıkları, hak ettiklerine, acı çekebilir olduklarına dair içselleştirilmiş kanıyı nasıl perçinlediğini görürüz.

Dil değişirse dünya değişir

Dilden cinsiyetçiliği atmak, ataerkinin kuşatmasını içeriden kırmaya başlamaktır. Düşünce dünyamızı değiştirmenin ilk ve en büyük adımıdır. Cinsiyetçi dile karşı durmakta ısrarcı olmak, insanları dillerini cinsiyetçi ifadelerden arındırmaya davet etmek ve hatta zorlamak, toplumsal alanda cinsiyet temelli ayrımcılık ve şiddetin azaltılmasına yardımcı olur çünkü artık şiddeti normalleştiren ve hatta meşrulaştıran kültür aksi yönde dönüşmeye başlar.

Çocuk doğduğu andan itibaren, önceden belirlenmiş kurallar ve değerlerle çevrelenip yönlendirilir. Kız ve oğlan çocuk farklı cinsiyetçi kodlarla sosyalleşir, aile, okul, sosyal çevre ve kitle iletişim araçları gibi çocuğun sosyalleşmesinde yer alan tüm kurum ve kişiler çocuğu “biyolojik” cinsiyetine uygun kalıp yargılara göre yetiştirir. Hem kızlara hem de oğlanlara bu roller yaşam boyu hatırlatılarak, bu rollerin yeniden üretilmesi sağlanır. Kızlardan “iyi ev kadını”, “iyi anne” ve “iyi eş” rolü bekleyen toplum, oğlanlardan iş, başarı ve ailenin geçimini sağlamaya yönelik roller bekler.

Türk toplumunda sıklıkla kullanılan “hanım hanımcık” deyimi kadına yönelik toplumsal beklentiyi özetler.

Türk Atasözler ve Deyimlerinde Kadına Yönelik Toplumsal Cinsiyet Rolleri, 2010, Aysel Günindi Ersöz

 

Cinsiyetin müstehcenleştirilmesi

“Kız mıdır kadın mıdır bilmem…”

Türk Dil Kurumunun çevrimiçi sözlüğünde kız sözcüğünün tanımı şöyle:

Kız:

1. isim Dişi çocuk

“Oğlu savaşın birinde şehit düştü, iki kızı da evlenip ücra yerlere gittiler.” – Halikarnas Balıkçısı

2. isim Üzerinde kadın resmi bulunan iskambil kağıdı: Karo kızı.

3. ünlem Dişi cinsten birine daha yaşlı biri tarafından kullanılan seslenme sözü.

Her ne kadar Türk Dil Kurumunun dili tartışmalı olsa dahi, devletin resmi kurumu olarak devletin resmen kabul ettiği ve bu anlamda kullanması gereken devlet dilini tarif ediyor olması açısından önemli.

-Dikkat: Alttaki ilk paragraf negatif tonlu cinsel ifadeler içerdiği için tetikleyici olabilir. Bir sonraki paragraftan devam edebilirsiniz-

Kız sözcüğünün tanımları arasında “cinsel ilişkide bulunmamış dişi kişi” vb. ifadeler görmüyoruz. Bununla birlikte halk arasında hatta devletin en tepesindekiler dahi kadın yerine bayan kullanmanın “kibarlığını” buradan tarif ediyorlar. Kız sözcüğü, “penetrasyon deneyimlememiş” anlamına geliyormuş gibi yapıyorlar. Ya da tersinden bakılacak olursa kadın demek “vajinasında penetrasyon gerçekleşmiş” dişi insan (!) demekmiş gibi. Yaşı kız demek için büyük olan birine, onu belirli bir biçimde cinsellik yaşamış olma “töhmeti altında” bırakmamak “inceliğini” göstermek adına kadın demiyorlar. İşte bu yüzden “bayan daha kibar geliyor bana” cümlesini sıkça duyuyoruz.

Kadın sözcüğü, patriyarkanın kültürel yapılanması içerisinde yaygın biçimde aktif bir cinsel hayata atıfta bulunuyormuş gibi kodlandığı için ve cinselliğin yaşanmasının “uygun”luğunun yapısal ve kültürel bir ikiyüzlülükle halen üzerinde tepinilebilir bir mesele olması hasebiyle müstehcenmiş gibi davranılıyor. İşte burada bayan kelimesi tüm pespayeliğiyle hayatlarımıza sokuluyor. Yaşı yetenler özellikle AKP döneminde bayan ve hanım sözcüklerinin stratejik olarak, gayet incelikle ve yaygın olarak toplumsal hayata yerleştirildiğine tanıklık edeceklerdir.

Nüfusun yarısının “adını” müstehcenleştirmenin, ağza almamanın elbette hem toplum hem kadınlar nezdinde çok derinden ayrımcı ve doğrudan şiddeti çağıran etkileri var. Bu sebeple başladığımız yer tam da burası:

Bayan değil kadın!

Ve yine bu yüzden çarşıda pazarda adamların dilinde “bayan, yenge, abla, teyze, hala, anne, bacım” oluyoruz. Çünkü eğer bunlardan biri değilsek kadınlar olarak kendine ait bir bedeni ve cinselliği olan özerk insanlarız demektir! Ve evet, aynen de öyleyiz!

Cinsiyet adları ve hitapların kullanımı

Öncelikle bu kısmı toplumda yerleşmiş ikili cinsiyet sistemi içerisindeki doğru kullanımları işaret etmekle sınırlı tutacağımı ifade etmek istiyorum.

Cinsiyet adlarını ve hitaplarını kullanırken simetriye bakmak hem dilin kuralları hem de dildeki cinsiyet ayrımcılığı ile mücadele etmek açısından işlevsel:

Kız

Kadın

Hanım

Bayan

Hanımefendi

Oğlan

Erkek

Bey

Bay

Beyefendi

Çocuklar için doğru cinsiyet adları: kız ve oğlan.

Toplumumuz kızları yetişkinleştirmekte ne kadar ağırdan alıyorsa oğlanları yetişkinleştirmekte o kadar aceleci davranıyor. Kadınları lisede, üniversitede hatta ondan sonra evlenene kadar hatta hatta kimi zaman çocuklar doğurana kadar yetişkin kabul etmezken ve neredeyse hiçbir zaman özerk bireyler olarak görmezken, erkekleri bir an evvel oğlanlıktan çıkarmak için elbirliği ediyor. Sünnet ve ergenlik bir oğlana “sen artık erkek oldun” demek, onu erkekliğin imtiyazlarıyla donatmak vesilesi olarak iş görüyor.

Yasalara göre 18 yaşına değin çocuk olmalarına rağmen kadınlar bir türlü çocukluklarından çıkarılmıyor, erkekler ise bir an önce çocukluk denen alandan çekilip koparılıyor. Üstelik oğlan kelimesinin yerleşik kullanımlarından biri eşcinsellik ifade ediyor. TDK sözlüğünde bu tuhaf ikilik çok net olarak gözler önüne seriliyor. 1. Anlamında “erkek çocuk” olarak ifade edilen oğlan kelimesi 4. anlamında “Cinsel bakımdan erkeklerin zevkine hizmet eden sapık erkek.” biçiminde, devletin ideolojisini bas bas bağıran bir biçimde “sapkınlık” da atfedilerek ortaya konuyor. Bu bağlamda bakılınca, halk düzeyinde oğlan bir an önce oğlanlıktan çıkmalı, kız ise bir başka erkeğe “teslim” edilmedikçe kız kalmalı biçiminde özetlenebilecek ayrımcı kodlamanın yaygın olduğunu görüyoruz.

Ergenlikteki çocuklardan oğlan diye bahsetmek bize zor gelebilir, sözcük kendi kulağımızı tırmalayabilir. Benzer bir biçimde lisede veya üniversitedekiler için de kadın sözcüğünü kullanmak zor gelebilir. Belki “genç kadın”, “genç kadınlar” diyerek hem kendi kulağımızı hem başkalarınınkini alıştırmaya başlayabiliriz.

Cinsiyetçi ifadeler

Bu kısımda günlük dilde cinsiyetçi ifade kullanımları örneklerini sıralıyorum. Kimi başlıkların altında anlamdaş olan ve ayrımcı olmayan sözcük önerilerini de bulabilirsiniz.

Olumsuzluk yakıştırılan davranışların kadın üzerinden ifade edilmesi veya kadın üzerinden olumsuzlaşan davranışlar 

  • Karı gibi dedikodu yapmak
  • Karı gibi gülmek
  • Kız gibi koşmak
  • Karı kılıklı
  • Karı gibi kıvırtma!
  • Hanımköylü olmak

Herhangi bir davranışın başına “kız gibi” veya “karı gibi” getirildiğinde o davranışın işaret edebileceği en büyük olumsuzlamayı ifade etmesi durumu ve ayrıca kimi zaman kadının olası etkisinin erkeklik zafiyeti olacağına işaret eden ifadeler.

Bu ifadeler kadınları cinsiyet temelli olarak doğrudan hedef aldığı, hedef gösterdiği için her duyduğumuzda var gücümüzle itiraz edip, ortamın tadını kaçırmamız gereken ifadeler. İtirazı “ama erkekler de …” şeklinde kurmak yerine doğrudan “Bu sözler cinsiyetçi, ayrımcı ve kabul edilemez” diyebiliriz.

Olumlu davranışların ve durumların erkeklikle eş tutulduğu ifadeler

Bunu kullanma Bunu kullan
Adam gibi

Adamakıllı

Adam etmek

Sözünün eri

Erkek sözü vermek

Erkeklik öldü mü?

Adamın dibi

Taşaklı

Babalar gibi

Delikanlı gibi söyle

Erkekliğe sığmaz

Baba evi

Düzgün

Doğru / Düzgün / Layıkıyla

Düzeltmek

Sözüne sadık

Söz vermek

İnsanlık öldü mü?

Cesur, gözüpek, sağlam

Cesur, gözüpek, sağlam

Dosdoğru

Doğruyu söyle

İnsanlığa sığmaz

Ebeveynlerin evi, aile evi

Yukarıdaki ifadelerin kullanımı cesur, doğru, güvenilir karar ve davranışların ancak erkekler tarafından ortaya konduğu kanısını perçinler. Herhangi bir yetişkinin olağan yükümlülüklerini kahramanlaştırır ve bir erkeklik alanı olarak tarif eder. Bu ortaya koyuş patriyarka için çok kullanışlı bir biçimde tam aksi yöndeki söylemin kanıksanmasına da hizmet eder: Kadınlar korkak, yanlış ve güvenilmez olarak kodlanır. Sözleri, davranışları, ihtiyaçları, talepleri, kararları bu çerçeveden algılanır ve bu hesapla değer görür (görmez).

Bu noktada doğrudan hedef almıyor gibi görünse de kadınları hem zarara uğratan hem de tehlikeye atan ya da var olan tehlikeleri görünmezleştiren bu ve benzeri söylemlere hemen müdahale etmek yerinde olur. Genellikle “lafın gelişi, ağız alışkanlığı, o anlamda demedim” ve benzeri biçimlerde cevaplar duysak da insanları bezdirene kadar tat kaçırmaya devam edebiliriz.

Erkeğin insan temsili olarak kullanıldığı ifadeler

Adam adama

Adam başı

Adamdan saymak

Adamına göre davranmak

Adama sormazlar mı?

Tam adamına sordun

İnsanoğlu

Adam olana

Bilim/ iş adamı

Bire bir

Kişi başı

İnsan yerine koymak

Kişisine göre davranmak

(İnsana) Sormazlar mı?

Tam kişisine/insanına sordun

İnsan

İnsan olana

Bilim/ iş insanı

Bu ifadelere tepki verdiğimizde oflar ve amanlarla karşılaşabiliriz. “Suyunu çıkardığımız, abarttığımız, büyüttüğümüz, gıcıklık yaptığımız, bu kadarının da fazla olduğu” ifade edilebilir. Ve tabii elbette ki niyetleri “öyle” değildir.

İletişim alanında insan temsili olarak kadını (yanında bir erkek olmadan) görmeyiz. İnsanı temsil eden figür daima erkektir. Erkek adeta insanın yalın hali, standart insanın ifadesi gibi kabul edilir. Tabelalarda, ikaz ve işaretçilerde, ders kitaplarında, mizahta, performans sanatlarında vb. Kadın eğer bunlardan birine giriyorsa hikayedeki güçlendirici öge olan ek klişe karakter olarak bulunur. Masum ve saf, şımarık, davetkar ve şuh, kırılgan, hamile, şirret, cadı, sevecen eş, kutsal anne, gözü doymaz erkek avcısı, saçını süpürge etmiş ana, fesat kaynana, erdemin sesi nine… Asla sadece herhangi bir insanı temsilen kadın figürü konulmaz.

“Kadınlar İnsan mıdır?” tartışmasının yürütüldüğü ve insan olmadıklarının “kanıtlandığı” kitabın 1595’te yayımlandığını düşünürsek meselenin ne kadar köklü bir geçmişi olduğunu daha iyi anlarız.

Argümanımızı güçlendirmek için dünya tarihinde el üstünde tutulan Fransız Devriminin en önemli kıymeti olan İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi’nin Fransızca başlığının “La déclaration des droits de l’homme et du citoyen” olduğunu ve homme’un adam/erkek anlamına geldiğini, bu bildirgeye cevaben Olympe de Gouges’un Kadın ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’ni yayımladığını ve bu fikirleri nedeniyle 1793’te giyotin ile idam edildiğini, 1792 İngiltere’sinde Mary Wollstonecraft’ın yine aynı biçimde Kadın Haklarının Gerekçelendirilmesi metnini kaleme aldığını anlatacak enerjimiz olmayabilir. Ancak belki diyebiliriz ki “İnsan diyerek nüfusun sadece yarısından bahsettiğinde diğer yarısını görünmezleştirmiş olursun. Buna hizmet etmek istediğine emin misin?”

Bilim insanı ve iş insanı sözcüklerinin kullanımının yaygınlaşmasını örnek vermek iyi olabilir. Madem cinsiyetçi dilin değişmesi mümkün, insanlara değişimin parçası olmayı mı, statükoyu güçlendirmeyi mi tercih edeceklerini sormak yerinde olabilir.

Kullanımın en çok yaşandığı alanlardan biri de spor. Futbol, basketbol, güreş vb. spor dallarının çoğunda akla erkek sporcular ve erkeklerden oluşan takımlar geliyor. Örneğin erkeklerin oynadığı maçlar için futbol kullanılıyor. Basketbol da. Ancak kadın futbolu/basketbolu dendiğinde bu maçlarda oyuncuların kadın olduğu anlaşılıyor. Voleybol bir istisna olabilir. Ülkemizde voleybola daha çok kadın sporu gözüyle bakılıyor. Bunun zemini daha okuldayken oluşturuluyor aslında. Beden eğitimi derslerinde çoklukla oğlanlara basketbol veya futbol topu verilirken kız öğrencilere voleybol topu veriliyor. Bu kadar basit. Voleybolun saha yüzeyinin de sporcunun alanı ve rolünün sınırları, rakiple temas noktasının azlığı sebebiyle kadınlara daha uygun bulunuyor olması muhtemel. Aynı biçimde oyuncuların kendi sınırlı alanlarında kaldıkları tenis de kadınlara uygun görülen sporlardan. Kadın ve erkeklerin tenisteki bilinirlikleri diğer spor dallarına oranla birbirine daha yakın.

Özellikle medya dilinde benzer bir kullanımı mesleklerin çoğu için de görüyoruz. Hakim/ kadın hakim, muhabir/kadın muhabir biçimindeki kullanım konu cinsiyetle alakasız da olsa sık sık karşımıza çıkıyor.

Son olarak bu konunun en üst noktası olarak gördüğüm kadın yönetici ve kadın şoför!

İster kamuda ister özel sektörde olsun erkeklerin iyi, kötü, vasat, hırslı, hödük, aksi, ters, babacan (!) yöneticiler olma hakları hep saklıyken yöneticinin kadın olduğu durumlarda en ufak olumsuzlukta yöneticinin “kadın” olmasından dem vurulmasının, bu konuda şakalar yapılmasının olağanlığını kırmak bambaşka bir seviyede sabır gerektirebiliyor. Kadın şoförler için de durum çok benzer. Sanki gerçekleşen yüzlerce trafik kazası analiz edilmiş, kadın erkek sürücüler, bunların trafikteki oranı ve bu kazalarda sorumluluğun kadınlarda olanları hesap edilmiş de kadınların “kötü” sürücüler oldukları bilimsel olarak kanıtlanmışçasına rahat şikayetler, alaylar, göndermeler, karikatürler, skeçler… Kucağına üç-beş yaşındaki oğlunu alıp düt düüüt diyerek araba kullanan babaları, ergenliklerinde arabayı ufak ufak kaçırarak kullanmayı öğrenen oğullarını bir kenara koyalım. On sekizini bitirdikten sonra ehliyet kursuna yazıldığında eli direksiyona değen ya da yetişkinliğinde ancak kendi arabasını alabilecek duruma geldiğinde araba kullanmaya başlamış, babası veya kocası ile alıştırma yapıyorsa sürekli azarlanma kaygısı duyarak sürücülüğü öğrenen kadınların, ehliyet almaya hak kazanıp trafikte her gün ve her an maruz bırakıldıkları ayrımcılık ve tacizle mücadele etme dirayetleri ile ancak gurur duyulabilir aslında.

Kadını değersizleştiren ifadeler

Kendimi tutmayıp serbest söylenmeyi planladığım bir kısma geldik. Aşağıdaki örnekler metropollerin merkezlerinde yaşayanlar için artık geçmişin bir parçası gibi görünse de Türkiye’nin bütününde halen yaygın olarak kullanılıyor.

  • Kız almak/vermek… Marketten soğan mı alıyorsun? Evlilik neden iki yetişkinin kendi iradeleriyle bir araya gelmesi olamıyor? Devletin bunca kutsallık yüklediği bu kurum insanların iradesine bırakılamaz da “büyüklerin” mühürlediği bir alışveriş akdi olarak mı ancak varlığını yürütebilir? Ve neden alınan verilen taraf kadın oluyor? Daha da acayibi, pek çok evliliğin öncesinde gerçekleştirilen kız isteme ritüelinin sorgusuz sualsiz uygulanmasının problematiğini ne zaman yaygın biçimde konuşabileceğiz?
  • Kadın başına/Elinin hamuruyla… Sokağa tek başına çıkamaz, kendi kararlarını veremezsin, hayatla ilgili fikirlerin olamaz ama evi çekip çevirir, en kıymetlimiz çocukları yetiştirebilirsin, geniş ailenin yaşlı, hasta ve sakatlarına bakım verir, mutfağı ve evin ekonomisini yürütür, sürekliliği sağlayabilirsin. Ama yetmez büyüklerin ve erkeklerin kırılganlıklarını yüzlerine vurmaz, onları hoş tutabilirsin. Acını paylaşmaz, içine atar, fedakarlık yaparsın ve bu demektir ki aslında dayanıklı ve dirayetlisindir. Ailenin bir araya geldiği sosyal olayları organize eder, herkesin duygusal yükünü taşır idare edersin. Ama bir türlü becerinin, deneyiminin, bilginin, birikiminin yeterliliğini ispatlayamazsın. Ya da belki okumuş etmiş, meslek edinmişsin, çalışıyorsundur ama eğer metropollerden birinde değil de ailenin yaşadığı ilde/ilçede vb. yaşıyorsan evlenmeden ayrı eve çıkamazsın, kendi başına yaşayamazsın. Hem kendi içerisinde tutarsız hem de yine ancak bir aidiyet olursa kadının ayakta kalabileceğini öneren bu ifadeleri kimse ağzına alamamalı!
  • Kadınlarımız/Analarımız… Hop hop! Yok öyle yağma (gerçekten de bir yağmalama modeli değil midir patriyarkal düzen?) Varlığımızın kıymeti sizin sahipliğinizden geçmiyor beyler. Kaldı ki ne babaya ne kocaya, ne abiye, ne ataya değil kendimize aitiz.
  • Evde kalmış… Evlenmeyi tercih etmeyen kadınlar vardır. Evlenmek istediği halde ülkenin yasaları yapmak istediği evliliğe uygun olmayan kadınlar vardır. Kimse siz susun diye evlenmek zorunda değil!
  • Kızlık soyadı… Evlenmeden önceki soyadı. Mesela bize “Annenizin kızlık soyadının ilk iki harfi” diyen her operatörü düzeltsek? Sonra şikayetçi olsak? Firmaları düzeltmeye zorlasak? Sohbet arasında kendisi adına bu tabiri kullanan kadınları bi küçük dürtsek? Düşünmeden farkında olmadan kullanıyorsa belki değiştirmek isteyebilirler…

Kadınların duygularını ve düşüncelerini değersizleştiren ifadeler

Kadınların erkeklerden sıklıkla duydukları ancak erkeklerin ne kadınlardan ne de erkeklerden neredeyse hiç duymadıkları aşağıdaki ifadeler kadınları baştan savmakta kullanılan, sözünü, duygusunu kıymetsizleştiren ve göz ardı edebilmeyi kolaylaştıran ifadeler. Bunları kullananlara sözlerinin duygusal şiddete varmakta olduğunu ifade ediniz. Ne dediğinizi anlamamakta ısrar ediyorlarsa belki de sağlıklı sınırlar çizmenin vakti gelmiş geçiyor olabilir.

  • Muayyen gününde misin?
  • Kadınlar zayıf/duygusal/kırılgan yaratıklardır.
  • Sen anlamazsın.
  • Büyütüyorsun/Abartıyorsun
  • Saçmalama
  • Ne alakası var? (Yazmasam olmazdı)

Dinlenilmek, duyulmak ve anlaşılmaktaki cinsiyete dayalı eşitsizlikten bahsedince şu örneği de vermenin tam zamanı: Amerika’da yapılan bir çalışma için bir grup satış temsilcisinin müşterileri ile iletişimleri incelenmiş ve erkek satıcıların kadın müşterilerle olan iletişimlerinde dinleme süreleri ortalama yüzde 39 iken erkek müşterilerde ortalama yüzde 56 olduğu ortaya çıkmış. Yani bu erkek satıcılar kadınlarla iletişimlerinin yüzde 61’inde kendileri konuşurken erkeklerle iletişimlerinin yüzde 44’ünde kendileri konuşuyorlarmış. Bu elbette dünya çapında bilimsel bir araştırma değil ancak bununla birlikte pek çoğumuzun uygulamada bildiği bir gerçeğin altını çiziyor. Erkekler zorunda olmadıklarını düşündüklerinde kadınları dinlememeyi tercih ediyorlar! Her gün birbirinden şenlikli örnekleriyle karşılaştığımız (kitabı yazarından daha iyi bilen adam, bir Fransız televizyon kanalında yorumculuk yapan kadına Fransızca öğrenmesini öğütleyen adam ve daha niceleri) mansplaining kültürü ile çok iç içe geçen bir olgu bu.

Kadını/Kadınsılığı hedefe koyan dışavurumcu ifadeler ve cinsiyetçi küfürler

-Dikkat: Küfür ve cinsel saldırı içeriği tetikleyici olabilir. Sonraki bölümden devam edebilirsiniz-

  • Anasını satayım/Anasını sattığımın
  • Anasını ağlattım
  • Amına koyayım/Amına koduğum
  • Orospu çocuğu
  • Ananı sikeyim
  • İbnenin evladı

Gol olmadığında, serçe parmağını mobilyaya vurduğunda, arkadaşla şakalaşmada ya da sadece ünlem ve nokta niyetine cinsiyetçi küfürlerin kullanıldığını sıkça duyuyoruz.

Öncelikle şunu net söyleyebilmek lazım: Cinsiyetçi küfür tecavüz kültürünü besler. Nasıl?

Cinselliği onaya dayalı bir yakınlaşma olmaktan çıkarıp, öfkeli anlarda cezalandırma amaçlı kullanılabilecek bir silaha dönüştürerek. Bu silahın kullanımının tek yönlü, yani erkekten kadına doğru olduğunu hepimiz biliyoruz. Cinselliği kişilerin onay çerçevesinde birlikte paylaştığı bir haz alanı olmaktan çıkarıp kadının acı çektiği tek taraflı bir cezalandırma fiili olarak kodlayarak. Bir paylaşım olmaktan çıkarıp birinin diğerine yaptığı bir şey olarak tanımlayarak. Bir keresinde bir öğretmenle girdiğim tartışmada giyimin ahlakla alakalı olduğunu düşünmediğimi söylediğimde bana dedi ki: “Kadın yarı çıplak gezerse erkek de ona tecavüz eder tabi”. Donakalıp kekeledim. “Hocam sen ne dediğinin farkında mısın? Bir başkasının beden bütünlüğüne zarar vermekten bahsediyorsun. Kadın giyimi ile sadece kendi bedeninin sınırlarında bir şey yapıyor. Bu ikisini nasıl birbirine bağlarsın?” Şu sorularla devam etmiş olmak isterdim: Yarı çıplak gezmek erkeğe itaatsizlik etmek oluyor, erkek de doğal olarak cezasını veriyor diye mi düşüneceğiz? O erkek kim oluyor? Ne hakla kadının bedeninin kendi müdahale alanı olduğunu düşünebiliyor? Kadının ne yaptığı, nasıl giyindiği neden onunla ilgili oluyor? Erkeklik ne menem hassas ve kırılgan bir şey ola ki yoldan geçen herhangi bir kadının nasıl giyindiğinden bu kadar etkileniyor? Kültürel kodlama o kadar güçlü ki eğer üstüne düşünmemişsen bu sorular insanların aklına gelmeyebiliyor. Onun yerine şunları duyuyoruz: “O saatte orada ne işi varmış? Öyle giyinmeseymiş.” Mağdur suçlayıcılık. Tecavüzün normalleşmesi, yani tecavüz kültürü işte böyle böyle kök salıyor.

Cinsiyetçi dışavurum ve küfürlerin yaygınlığının bir başka etkisi de cinsiyetler arasındaki güç dinamiğini manipüle etmesi. Bu ifadeler alakalı alakasız her konuda öfkeyi, aşağılamayı, cezalandırmayı kadına, kadınsılığa ve kadın bedenine taşır. Bu hedef saptırma başka pek çok durumda kadına sözel ya da fiziksel şiddete kolayca başvurabilmenin kapısını açar. Kadın adeta öfkenin mıknatısı haline gelir. Yorgunken, başı ağrıyorken, başkasına kızmışken, açken, çok tokken, ayakkabısı sıktığında, yolu bulamadığında, alışverişte, kısacası hayatın her alanında kadına çıkışmasını, onu terslemesini, azarlamasını, ona “patlamasını” kolaylaştırır. Kadınlar etraflarındaki erkeklerin “huyunu” öğrenip onları kızdırmamayı öğrenmeye zorlanır. Çünkü erkeğin davranışı yargılanmaz, kadın suçlanır: “Biliyorsun madem huyunu neden üstüne gidiyorsun?”. Kadınlar nesiller boyu zaten kadına patlayan erkekler, erkekleri “kızdırmamak” için parmak uçlarında yürüyen kadınlarla büyümüşlerdir.

Cinsiyetçi dışavurum ifadelerini ve küfürleri duyduğumuzda “ne alakası var?” diye sormak iyi bir başlangıç olabilir. Golün kaçması ile amın ne alakası var? Ayağın taşa takıldığında kimin olduğu belirsiz bir anayla seks yapmak düşüncesi sana iyileştirici mi geliyor? Bu kadar basit ve bunca yabancılaştırıcı bir yerden başlamak “Ya ben onu mu kastediyorum? Ağız alışkanlığı işte, takılma yeaa… Rahat rahat küfür de mi edemeyeceğiz? Wokelar ifade özgürlüğü bırakmadı” nevinden itirazları boşa düşürmek için iyi bir zemin olabilir. Belki bundan sonra daha derinlikli tartışma yürütebilirsiniz. Ancak unutmayalım, insanların tadı kaçmadıkça değişim mümkün değil. Gülmeyelim, idare etmeyelim, kulak tıkayıp geçmeyelim, desteğimizi çekelim ve değişimi talep edelim.

Bitirirken

Yıllardır bir feminist olarak en zorlandığım mekanlar öğretmenler odası ve hısım, akraba, geniş aileyle bulunmak durumunda kaldığım yerler. Cinsiyetçi dile tanık olup susmakta çok zorlanıyorum. Öğretmenler odasında daha şanslıyım çünkü yukarıda verdiğim olumsuz örneğe rağmen pek çok meslektaşım konuya ilgi duyuyor ve eninde sonunda bildiğim kadarını paylaşabileceğim bir imkan oluşuyor ve hatta bunları konuşup tartışmak zamanla normalleşiyor ve toplumsal cinsiyet eşitliği konuşmaları teneffüslere, öğle yemeklerine yayılıyor.

Bu metin, daha önce cinsiyetçi dil meselesiyle doğrudan karşılaşmamış kişiler için bir derleme toparlama oluşturmak arzusuyla ortaya çıktı. Gündelik konuşma dilinden olabildiğince çok örneği bir araya toplamaya çalıştım. Elbette atasözleri, deyişler, masallar, hikayeler, şarkılar, diziler, televizyon, medya, yani dilin başat olduğu pek çok alan bu çerçevenin dışında kaldı. Oralara da uzanan bir farkındalık için küçük bir katkıda bulunabilmiş olmayı umuyorum.

Tat kaçırmaktan, oyun bozmaktan, keyif törpüsü diye anılmaktan korkmayalım. Şimdi değilse, ne zaman değişecek? Biz değiştirmeyeceksek, kim değiştirecek?

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.