Bilimsel ağbimizden şiddet yorumu: “İşte genç kızlarımız da beyefendi erkekler dururken böyle zibidilerle arkadaş oluyorlar.”
Ekrandan gelen sese başlarımızı çevirdiğimizde; bir kadını tekmeleyen, saçını çeken ve yere atan adam ile sadece elleriyle kendisini korumaya çalışan genç bir kadını gördük. Adam daha sonra kadını arabaya atıp götürüyormuş. Ekrandaki ses öyle söyledi ama biz görmedik, sonrasında olanları görmediğimiz gibi… Biz dediğim masada oturan sekiz on kişiyiz, üçümüz kadın. Yirmi iki aydır cezaevinde tutulan bir arkadaşımız, ilk kez hâkim karşısına çıkacak, onunla dayanışmak için adliyedeyiz.*
Biz üç kadın görüntülerin etkisiyle ağzımızı açamadan, gözlerimiz ekrana kilitli otururken, masadaki bir erkek -ki çok da fazla tanımıyoruz kendisini- her karma grupta kadın-erkek ilişkileri, kadına yönelik şiddet, kadınla ilgili bir durum konuşulurken her zaman olduğu gibi, ilk yorumu yapmayı hak görüyor kendinde. Hadi tamam ilk yorumu yaptın, görüntü yani genç bir kadına uygulanan erkek şiddeti daha ekrandan silinmeden yapılan yorum şöyle mi olmalıydı: “İşte genç kızlarımız da beyefendi erkekler dururken böyle zibidilerle arkadaş oluyorlar…”
Devamını düşünüyorum içimden: “Başlarına da böyle şeyler geliyor doğal olarak…” Çünkü o kadar çok duyuyoruz ki bu tür cümleleri… Dost sohbeti dediğimiz sohbetlerde, otobüste, yolda, yazılı-görsel basında, çok yakınımızdakilerle konuşmalarımızda… Tabii o kadar da cüretkar olup, doğal kelimesini kullanmıyorlar. Ama bugün, bu masada duymak çok daha ağır geliyor. Söyleyeni her ne kadar tanımasam da aynı masadayız ya, aynı duygular içerisinde olmayı umuyorum her zamanki gibi saflıkla. Ama hayır ve yine çoğu zamanki gibi, “Konuşmayacağım,” diyorum, “sen ki kadının şiddete uğradığı bir görüntü üzerine hemen yine kadını suçlu çıkaran bir cümle kurabiliyorsun, kendine her şeyi hak görenleri eleştirirken, bunu kendine hak görüyorsun, konuşmayacağım”.
Kadınlar birbirimize bakıyoruz hâlâ şaşırarak, üzgün ve bir o kadar kızgın. İçimizden biri tutamıyor kendini. “Nasıl yani….” ile başlayan “kadını dövüyor, nasıl hâlâ kadını suçlayabiliyorsun…”la devam eden, “bu söyleminiz kadına yönelik şiddeti olumluyor…”la süren cümleler kuruyor. Kızgınlığını gizlemeye çalışarak. Aynı masadayız ya… Sözü söyleyenin de hiç olmazsa aynı masada olduğumuzu düşünerek, mahçup bir ifade ile “Kusura bakmayın, özür dilerim,” falan dediğini düşünüyorsunuz değil mi? Ama hayır, lanet olsun ki bu kez de hayır! “Ya ben espri yaptım,” diyor bu kez. Kızgınlığım daha da artıyor. Susamıyorum. “Kadını dövüyorlar ve siz espri yaptım diyebiliyorsunuz,” diyorum. “Kadınla ilgili her durumda espri yapma hakkını nereden buluyorsunuz?” diye soruyorum.. Ama yok illa haklı çıkacak ya bu kez “Ben bilimsel araştırmalardan bahsediyorum,” diyor bilimselliğe çark eden ağbimiz. Bilmem hangi üniversitenin, bilmem hangi dekanının araştırması varmış. Genç kızlar günümüzde böyle tiplerle birlikte oluyormuş. O, bilimsel verilere dayanarak konuşuyormuş. (Bilimsel veriler böyle dile gelir çünkü.)
Masadaki kadınlardan diğeri tane tane anlatmaya başlıyor. Kadına yönelik şiddeti, erkek egemen söylemin içimize kadar işlediğini, hepimizin zaman zaman konuşurken bazı ataerkil söylemlere elimizde olmadan düşebileceğimizi ama kadınlar nasıl mücadele ediyorlarsa kendi kurtuluşları için, erkeklerin de -gerçekten kadınların eşit olması için mücadeleye gönüllü olanların- kendilerini yetiştirebileceklerini… Herhalde o da benim gibi düşünüp, bunları söylersem, evet biz de bazen böyle söylemlere düşüyoruz, sözlerim yanlıştı, diyeceğini düşünüyor bilimsel ağbimizin. Ama yok, yine hayır! Bu kez hemen telefonunu karıştırmaya başlıyor. Biz ne olacak, derken biraz önce konuşan kadın arkadaşımızın gözüne sokuyor telefonunu, sanki delil istemişiz gibi… “Bakın bizim bir grubumuz var. Biz bu konuları konuşuyoruz aramızda. (Yani biz boş durmuyoruz.) Sadece erkekler. (Ne güzel.) Her ay bir konu belirliyoruz ve tartışıyoruz.(Önümüzdeki ayın konusunu da dil olarak belirleyin lütfen!) Hem içimizde akademisyenler, doktorlar falan var. (Kadro tamam, böyle unvanlı kişiler olduğu zaman her şey düzelebilir.)”
Bu arada masada sekiz on kişiyiz, üçümüz kadın demiştim ya bunlar konuşulurken, diğer masa arkadaşlarımız önce telefonlarına bakmaya başlıyor, sonra başları başka taraflara çevriliyor, ardından masadaki sayı azalıyor. Sadece bir erkek, eril dilin, ataerkinin öğretilmiş davranış kalıplarının kodlarımıza işlendiğinden, öncelikle dilimizi düzeltmemiz gerektiğinden bahsederken, genç kızların seçimini zibidilerden yana kullandığı bilimsel verisiyle konuşan ağbimiz, mal bulmuş mağribi gibi, dile sarılıyor hemen: “Ben bunu anlamıyorum işte. Bizim kadın arkadaşlarımız kadın konusu konuşulurken hemen saldırganlaşıyorlar!” Tamam, ben de ne zaman bunu söyleyecek diye bekliyordum. Çünkü gerçekten o kadar aynı gidiyor ki bu tür konuşmalar, sonunda kadınları, daha doğrusu feminist kadınları böyle sıkıştırmayı uygun görüyor, erkeklik giysisini üzerlerinden bir türlü çıkarmayı dene(ye)meyenler. Dil mi dersiniz, al işte! Seni senin söyleminle alt eder, etkisiz duruma getiririm.
Artık dayanamıyoruz ve iki kadın masadan kalkarken, diğer kadın yine tane tane anlatmaya devam ediyor: “Siz fikrinizi söyleyeceksiniz, biz karşı çıkınca saldırgan olacağız…”
Dışarı çıkınca sesli düşünüyoruz. Masadaki konu, göçmenler, azınlıklar, Kürt sorunu olsaydı, yani kadın hariç diğer ötekileştirilenler olsaydı, üç kadın dışındakilerin yine hiç mi sözleri olmazdı acaba diye. Bu dezavantajlı gruplar arasında yüzyıllardır yer alan kadınları aynı masadakiler ne zaman görmeyi başarabilecek, görme yolunda da, en azından saygılı davranmayı becerebilecekler diye…
* Bu arada; aylardır hakkında iddianame dahi hazırlanmadan cezaevinde tutulan ve yirmi iki ayın sonunda ilk duruşmasına çıkarılan arkadaşımız, ilk duruşma sonunda özgürlüğüne kavuştu.