Her davada yargılanan kişi benmişim gibi hissettim. Davayı kazandığımda bile lehime bir cümleymiş gibi “namus ve iffetine” sözlerini kulaklarım tırmalanarak dinledim. Tüm bunlara rağmen ben değil, biz, vazgeçmedik.
23 Nisan 2019’da Neşe Can adında bir kadın, metrobüste kendisine cinsel saldırıda bulunan adamın videosunu çekip sosyal medyada ifşa etti. Fatih Özdemir adındaki saldırganın pantolonunun ön tarafında boşalmadan olduğu anlaşılan bir ıslaklık vardı. Neşe haykırıyordu. “Şerefsiz, üzerime boşalan bu şerefsiz… Sen kendini ne sanıyorsun? Bir saattir seni tutmaya çalışıyorum. Diyorum ki metrobüs kalabalık diyedir. Dönüyorum, fermuarını açmışsın, üzerime boşalmışsın.” Bu arada Neşe etrafta “Sakin ol,” diyenlere hitaben “Sakin falan olmayacağım,” dedikten sonra otobüsteki çocukların psikolojik zarar görmemesi için “En azından bu çocukları çekin”, “Böyle şerefsizler başka hiçbir kadını taciz edemeyecekler”, “Ben susmayacağım, sen utanacaksın! Sen utanacaksın! Sen utanacaksın!” diye öfkeyle bağırmaya devam ediyor.
Neşe’nin müdahalesi, söyledikleri ve ifşası çok yerinde olduğu gibi, benzer saldırılarla karşı karşıya kalan kadınları da güçlendiriyor. Cinsel taciz ve saldırının utancının kadına ait olmadığını, başımıza böyle bir şey geldiğinde susmamanın da bir seçenek olduğunu herkese duyuruyor. Neşe, yaptıklarıyla sadece kadınları güçlendirmekle kalmıyor, aynı zamanda otobüste, vapurda ve sokaklarda kol gezen, cinsel taciz için fırsat kollayan erkeklere de korku salıyor. Saldırının ispatı için delil de sayılacak olanve hızlı bir refleksle sosyal medyada yaygınlaştırdığı video, bir yanda dayanışma ağını büyütürken; bir yandan da #MetrobüsteTacizVar etiketiyle binlercekez paylaşılıyor.
Kuşkusuz bütün kadınların cinsel şiddete maruz kaldığında aynı tepkiyi vermelerini bekleyemeyiz. Şiddeti kendimizden uzaklaştırmak için yüzyıllardır, türlü çeşit yöntemler geliştirdik/geliştiriyoruz. Her saldırı/taciz karşısında aynı tepkiyi göstermek doğru da değil zaten. Bazen şiddeti savuşturmayı, yüzleşmemeyi tercih edebiliyoruz. Bazen yolumuzu ya da oturduğumuz yeri değiştiriyoruz. Çantamızı arkamıza, otururken aramıza koymak, aldığımız başka bir önlem. Bazen maruz kaldığımız tacizi yakınlarımıza anlatarak başlıyoruz tepkilerimize, kimi zaman sosyal ortamlarda, kimi zaman mahkemelerde sürüyor mücadelemiz… Birbirimizle konuştukça, deneyimlerimizi paylaştıkça, dayanışmayı arttırdıkça, tepki verme konusunda da güçleniyoruz. Son dönemlerde cinsel şiddete uğradığımızda veremediğimiz tepkiler, yaşadığımız travmalar ve cinsel şiddete uğradıktan sonraki destek mekanizmaları üzerinde durmaya çalışırken, cinsel şiddet üzerimize gelirken ya da cinsel şiddete uğradığımız anda ne yapacağımız üzerine daha az konuşur olduk. Cinsel taciz anında doğrudan “hayır” diyememek, olay anında ifşa edememek içinde yaşadığımız patriyarkal sarmalda çok yaygın, aynı oranda da çok anlaşılır. Böyle durumlarda, maruz kalanı sorgulama, suçlama pozisyonuna düşmeden, kadınlara akıl vermeden, verilen/verilemeyen tepkileri sorgulamadan maruz kalan kadınla dayanışma ilişkisi kurmak öncelikli olan. Ancak yaygın ve patriyarkal sistem dolayısıyla anlaşılır olanı sabitlememek için cinsel şiddete karşı mücadelede verdiğimiz/veremediğimiz tepkileri konuşmaya ve paylaşmaya bugünkünden daha fazla alan açmak iyi olur. Bunun bir yolu da kadın dayanışmasını önceleyen bir yöntemle, karşılaştırma yapmadan, “doğru tepki budur” demeden cinsel tacize/şiddete uğradığımız anda farklı tepkiler verilebileceğini de görünür kılmak olabilir.
“Metrobüste Taciz Var” cümlesiyle kamusallaşan bu cinsel saldırı sonrası neler oldu
Metrobüs saldırganına Neşe’nin verdiği tepki sonrasında, muhtemelen yanı başında gerçekleşen cinsel tacizlere sessiz ve ilgisiz kalan hatta bazıları cinsel tacizin faili olabilecek metrobüsün erkek ahalisi hemen saldırgana saldırıya girişiyorlar. Kaçması engellenen saldırgan Fatih Özdemir gözaltına alınıyor.
Sonrasında, Neşe’nin şikâyetiyle karakol, adliye safhasına geçiliyor. Yani bizim özneyi belirgin kılmak için “Erkek adalet” dediğimiz, patriyarkal adaletin işleyişi içinde gerçek adaletin peşine düşülüyor.
Önce saldırganın pantolonundaki ıslaklıktan örnek alınması isteniyor, ancak karakol polisleri bu talebe direnç gösteriyor. Lekenin idrardan kaynaklandığı konusunda Neşe ve avukatını ikna etmeye çalışıyorlar. Bununla da kalmıyorlar; nihayet görevini yapmayı kabul eden polisler, örnek almaya giderken, Neşe Can’ı saldırganla aynı arabayla götürmeyi teklif edebiliyorlar. Örnek, beş saatlik baskı sonucunda alınabiliyor ve incelenmek üzere Adli Tıp Kurumu’na gönderiliyor. Fatih Özdemir tutuklanıyor.
Küçükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığı Fatih Özdemir hakkında 5237 sayılı TCK’nın 102/1. 2 cümle[i] 102/3.e[ii] maddesi kapsamındaki insanların toplu olarak bir arada yaşama zorunluluğunun bulunduğu ortamların sağladığı kolaylıktan faydalanarak sarkıntılık yapmak suretiyle cinsel saldırı suçundan ve TCK 125/1 maddesi uyarınca hakaret suçundan cezalandırılması talebiyle kamu davası açıyor.
Küçükçekmece 20’nci Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülen davanın 9 Temmuz 2019 tarihindeki ilk duruşmasında saldırgan Fatih Özdemir’in avukatı Muharrem Ercan, Neşe Can’ı suçlayacak sorularla savunmasını yapıyor. “Paranoyak mıyım acaba diye röportaj verdin mi?” “Cinsel organını gördüğünde erekte halde miydi? Tam boşalma anını gördün mü?” İlk duruşmada İstanbul Barosu Kadın Hakları Merkezi (İBKHM) davada müdahillik talebi veriyor. Kabul ediliyor. İBKHM davanın bundan sonraki aşamalarının takipçisi oluyor.
Ayan beyan, videolu tanıklı, belgeli cinsel saldırı sonrası açılan davanın, dört ay sonra yapılan üçüncü duruşmasında Fatih Özdemir tahliye ediliyor. Üstelik bu karar, saldırganın “Korktuğum için altıma kaçırdım” ifadesini boşa çıkaran, pantolon üzerinde lekelerde sperm hücresi tespit edildiğini içeren Adli Tıp raporunun mahkemeye geldiği gün veriliyor.
İlk duruşmadan itibaren Neşe’nin avukatları, savunmalarında iddianamedeki sevk maddesinin aksine cinsel saldırı suçunun sarkıntılık düzeyini aşarak işlendiğini anlatmaya çalışarak, saldırganın tekrar tutuklanmasını talep etseler de saldırgan tutuklanmıyor.
Aradan bir yıldan fazla süre geçtikten sonra, 6 Kasım 2020’de savcı tarafından verilen mütalaada suç tanımının, Neşe’nin avukatlarının talebi yönünde değişmiş olduğu görülüyor. Saldırganın uyarısına rağmen eylemini uzun sayılabilecek bir süre devam ettirdiği, eylemini belirli bir yoğunluğa ulaştırarak boşaldığı, eylemin ani olmayıp süreklilik arz eden ve sarkıntılık boyutunu aşacak mahiyette olduğu, dolayısıyla sanığın eylemine uyan TCK’nın 102/1.1[iii]maddesi gereğince cezalandırılması isteniyor. Ancak Fatih Özdemir hakkında ceza arttırılması istenmesine rağmen yine tutuklanmıyor. Mütalaada dikkat çeken başka bir ayrıntı ise suç yeri olan metrobüsün insanların toplu olarak bulunduğu bir yer olduğu, ancak insanların toplu olarak bir arada yaşama zorunluluğunun bulunduğu yerlerden olmadığı dolayısıyla cezada arttırmaya gidilmesinin istenmemesi oluyor.
19 Kasım 2020’de metrobüste cinsel saldırı davası, bir önceki duruşmada verilen mütalaa doğrultusunda sonuçlanıyor. Fatih Özdemir’in sarkıntılık boyutunu aşan cinsel saldırı suçu işlediğinin sabit olduğuna karar veriliyor. Suçun işleniş biçimi, suçun konusunun önem ve değeri, sanığın amaç ve saiki, suçun işlendiği yerin bir toplu taşıma aracı olması da dikkate alınarak, hiçbir indirim de uygulanmıyor. Söz konusu suça verilen cezanın alt sınırının üstüne de çıkılarak 6 yıl hapis cezası veriliyor. Cinsel saldırı suçunda 6 yıl hapis cezası alındığında, denetimli serbestlikten yararlanmak için 3 yıl hapis cezasınır, ceza infaz kurumunda çekilmesi gerektiği halde Fatih Özdemir yine tutuklanmıyor.
Patriyarkal adaletin sınırları
Bu davada suç kapsamının sarkıntılıktan cinsel saldırı olarak değiştirilmesi ve hiçbir indirim uygulanmaması olumlu tarafı. Patriyarkal adalet karşısında kadınlardan yana adalet isterken, verilen ceza miktarına değil, yargılama süreçlerindeki patriyarkal işleyişe dikkat çekip, ceza miktarını ve cezadaki indirimleri belirleyen gerekçeler üzerinde duruyoruz.
Bu davada 6 yıl ceza çıkması, başta maruz kalan Neşe olmak üzere, kadın dayanışmasıyla peşi bırakılmayan mücadelenin etkisiyle mümkün oldu. Ancak yargılama sürecinde Neşe’nin maruz kaldığını tekrar tekrar anlatmak zorunda kalması, sanık avukatı tarafından suçlanması, Fatih Özdemir’in verilen 6 yıl cezaya rağmen sadece 4 ay tutuklu kalması, yine erkek adaletin devrede olduğunu gösteriyor. Bu karardaki bir başka sorunlu yan, ilk iddianamede olmasına ve kadının avukatlarının ısrarına rağmen, metrobüsün insanların toplu olarak bir arada yaşama zorunluluğunda olunan biryer olarak değerlendirilmemesi.
Son olarak, kararın gerekçesi olarak yazılan ‟Cinsel saldırı davalarında ‘Şüpheden sanık yararlanır’ şeklindeki evrensel ilkenin, cinsel saldırı suçları açısından mutlak bir şekilde uygulanmaması gerekecektir.” şeklinde ifadeler olumlu gibi gözükse de bunu kadının iffet, namus ve onuru ile gerekçelendirmesi erkek adaletin aynası. “Namus ve iffeti ile ilgili bir konuda yalan beyanda bulunmasının ve sanık ile herhangi bir husumetinin bulunmaması nedenleriyle kadının yalan beyanda bulunmasının hayatın olağan akışına uygun olmadığı,” “suçlar açısından mağdurun kendi iffet ve onurunu zedeleyecek şekilde beyanda bulunması beklenemeyeceğinden” gerekçeleri, kadınların cinsel saldırıya uğramalarını bir iffet-namus sorunu olarak ele alan patriarkal anlayışı yansıtıyor. Bu anlayışın yansıması olarak, cinsel taciz/saldırı davalarında, cinsel saldırıya uğrayan kadınların iffetlerinin yargılama süreçlerinde sorgulanarak, iffetli olduklarını ispata zorlandıklarına zaten çok kez tanık oluyoruz.
Hem İBKHM hem de Neşe’nin avukatları, mahkemenin verdiği karara karşı, özellikle cinsel saldırının toplu taşımada gerçekleşmesi dolayısıyla, cezanın arttırılması istemiyle istinafa başvuruyorlar. İstinaf kararı beklenirken, son sözler, maruz kaldığı cinsel saldırıya karşı kadın dayanışmasıyla mücadele eden Neşe Can’ın:
“Metrobüste yaşadığım cinsel saldırıda saldırganı videoya çekip twittera atarak hızla tutum almıştım. Bu tutum beni güçlü hissettirmişti. Ardından kadınların desteği, sosyal medya ve eylemlilikler bana tutumumun arkasında durmam gerektiğini hatırlattı. Fakat dava süreci çok daha uzun soluklu, yıpratıcı, sabır gerektiren bir süreçti. Bu nedenle ilk tutum anında destek verenlere ne kadar teşekkür etsem de sonuna kadar gidenlere, kış günlerinde beni yalnız bırakmayan, istisnasız her davaya gelen ya da arayan kadınlara ayrı bir teşekkürü borç biliyorum. Her davada yargılanan kişi benmişim gibi hissettim. Davayı kazandığımda bile lehime bir cümleymiş gibi ‘namus ve iffetine’ sözlerini kulaklarım tırmalanarak dinledim. Tüm bunlara rağmen ben değil, biz, vazgeçmedik. Ben düşecek olsam kolumdan tutacak kadınlar her seferinde sendelememe bile izin vermedi. Bu sayede mahkemenin sonucundan memnunum.
Son olarak, dava süreçleri çok yıpratıcı. Ben kadınlar üzerine çalışan gönüllü bir psikiyatrdan bu süreçte destek aldım. En çok bu terapiler sayesinde bu travmanın altından kalkabildim. Mahkeme sürecinde karşı taraf avukatları benzer davalarda olduğu gibi, bana suçluluk duygusu vermeye çalıştı. Olay anına ilişkin ‘Metrobüste en başta neden çığlık atmadın o zaman?’ gibi söylemlerde bulundular. Kadın dayanışması, benzer davalardaki kadınların deneyimleri ve terapiler sayesinde bunu aştım. O gün tacize karşı hiç ses çıkarmamış olabilir ya da bir ay sonra da şikayete gidebilirdim. Bu haklılığımda hiçbir şey eksiltmezdi. Saldırı anında ses çıkarmak ne kadar doğalsa, sessiz kalmak ya da sonradan kendini ifade etmek de o kadar doğaldır. Benim ses çıkarmama sebep olan şey daha öncede kadın dayanışmasının gücünü biliyor olmamdı bence. O yüzden bu konuda destek olan her kadına teşekkür ederim. Umarım böyle bir şey kimse yaşamaz. Ama yaşayan kim olursa ben de bu kez onun yanında olacağım. Birlikte ses çıkaracağız.”
[i]Cinsel davranışın sarkıntılık düzeyinde kalması hâlinde iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası verilir.
[ii]İnsanların toplu olarak bir arada yaşama zorunluluğunda bulunduğu ortamların sağladığı kolaylıktan faydalanmak suretiyle,işlenmesi hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre verilen cezalar yarı oranında artırılır.
[iii]Cinsel davranışlarla bir kimsenin vücut dokunulmazlığını ihlâl eden kişi, mağdurun şikâyeti üzerine, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.