Bir grup araştırmacı beş sene boyunca kadınlara kürtaj yaptırma -ya da yaptırmama- deneyimi üzerine sorular sordu. Kadınların cevapları bize ne söylüyor?
Margaret Talbot
Farz edelim ki…diyerek başlatılan çalışmalardan biri olarak düşünebileceğimiz bir sosyal deney türü vardır. Temel demografik alanlarda ortaklaşan ve benzer koşullarda seçim yapmak durumunda kalmış bireyleri konu alırlar. Araştırmacılar, etik olmayacağından dolayı katılımcıların belirli bir yolu mu diğerini mi seçeceklerini tayin edemez bu tür araştırmalarda. Ama diyelim ki hayatın az çok gelişigüzel işleyen bir kuralı bu seçimleri araştırmacılar yerine tayin etmiş olsun. Bu durumlarda araştırmacılar kendiliğinden oluşmuş bu iki grubu zaman içerisinde takip ederek, bu iki gruptaki insanların hayatlarının nasıl farklı yollara evrildiğini izleyebilir. Kulağa spekülatif kurmaca gibi gelse de çıkarımları gerçektir ve istatistiki önem taşır.
Bu tür araştırmaların en önemlilerinden biri de 2007’de başlayan Turnaway Araştırmasıdır. Üç sene boyunca San Francisco’daki Kaliforniya Üniversitesi bünyesinde nüfus bilimci Diana Greene Foster önderliğinde bir grup araştırmacı, 21 eyaletteki 30 kürtaj kliniğinin bekleme odalarından 1132 kadını bu araştırmaya dahil etti. Bu kadınlardan bazıları kürtaj oldular, bazılarıysa kliniğin koyduğu fetüs için gebelik haftası sınırını geçtikleri için geri çevrilmişlerdi. Foster ve diğer araştırmacılar kürtaj olmak isteyip olabilenler ve istenmeyen gebeliklerini sürdürmek zorunda bırakılanlar diye ayrılan iki gruptaki kadınları beş sene boyunca, yılda iki kez görüşmeye alarak birçok ölçütün zaman içinde nasıl evrildiğini anlamak için değerlendirmeye karar verdi.
Bu araştırmanın bu kadar önemli olmasının bir nedeni de çok akıllıca bir şekilde kurulmasından kaynaklanıyor. Araştırmaya katılan kadınların hepsi o kadar istenmeyen bir gebelik yaşıyorlardı ki faal olarak kürtaj olmaya çalışıyordu. Sadece bu kadınların araştırmaya katılması, Foster’ın deyimiyle “karşılaşılan mutlu sürprizlerle hayat karartan felaketleri bir potada eriten” plansız gebelik araştırmalarının yaptığı yanlışın tekrarlanmasını önledi. Yaş, ırk, gelir, sağlık durumu açısından sadece iki gruptaki kadınlar hem birbirlerine hem de ülkede genelinde kürtaj olmak isteyen diğer kadınlara benziyorlardı. (Foster bilgisi dahilinde araştırmaya katılan trans erkek ya da non-binary (ikili olmayan cinsiyet) birey olmadığından katılımcılardan bahsederken kadın demeyi tercih etmiş.) İlk gittikleri klinikte kürtaj olamayan kadınların yüzde 70’i istenmeyen gebeliklerini sonuna kadar götürmüş. Diğerleriyse ya düşük yapmışlar ya da başka bir yerde daha geç bir dönemde kürtaj olabilmişler. Foster ve diğer araştırmacılar bahsi geçen son grubun da deneyimlerini takip etmiş.
Erken davranmayarak kürtaj olabilecekleri son tarihi kaçırdıklarından dolayı klinikten geri çevrilenlerin daha karmaşık bir hayatı olduğunu düşünebilirsiniz ancak araştırma bu sonuca varmıyor. Kürtaj olan kadınlardan (tüm katılımcıların yarısı) bazılarının kliniğin belirlediği zaman sınırından hemen önce kürtaj olduklarını; kürtaj istekleri reddedilenden (tüm katılımcıların dörtte biri) bazılarınınsa bu sınırı birkaç gün ile kaçırdıklarını görüyoruz. (Geri kalan dörtte bir ise gebeliklerini ilk üç ayda sonlandırmışlar ki ABD’deki kürtajların yüzde 90’ı bu zaman diliminde gerçekleşiyor.) Ortalaması alındığında kürtaj istekleri reddedilen kadınların yoksulluk sınırı altında yaşıyor olma ihtimali kürtaj olabilenlerden daha fazla idi. (Kişilerin gebeliklerinin ilerleyen evrelerinde kürtaj olmaya çalışması çoğu zaman hem gerekli prosedürler hem de kliniğe ulaşmak için para biriktirmeleri gerekliliğinden kaynaklanıyor.) Yine de genele bakıldığında Foster “ilk görüşme sırasında, iki grubun çarpıcı bir biçimde birbirine benzediğini ancak kürtaj olup olmadıklarıyla doğrudan bağıntılı olarak hayatlarının farklılaştığını” söylüyor.
Geçtiğimiz birkaç sene içerisinde Turnaway Araştırması’nın bazı sonuçları bilimsel dergilerde yayımlandı ve birkaç kez de medyada geniş yer buldu. Foster “Turnaway Araştırması: Ten Years, a Thousand Women, and the Consequences of Having—or Being Denied—an Abortion.” [‘Turnaway Araştırması: On Yıl, Bin Kadın, ve Kürtaj Olmanın ya da Reddedilmenin Sonuçları’] adlı yeni kitabında sabırla hazırlanmış bilgilendirici bir özet sunuyor. Kitabın ana fikri kürtajın çoğu kadına zarar vermek yerine ölçülebilir yararları olduğu yönünde. Çoğu zaman insanların istenmeyen bir gebeliği sonlandırmak yerine doğurmak zorunda bırakıldığında başlarına gelecekler hakkında haklı çıkarımlarda bulunduğunu görüyoruz. ‘Bu bariz değil mi?’ diye düşünebilirsiniz; ancak günümüzde çoğu kürtaj karşıtı yasa, ehil yetişkinlerin çocuk sahibi olmak konusunda karar verirken çok da bir fikirleri olmadığını düşüncesine dayanıyor. Dolayısıyla kararlarını tekrar düşünmek için onlara süre verilmesi (karar verene kadar “yeterince iyi düşünememişlerdir” der gibi), prosedürün tıbbi riskleri ve duygusal kalıntılarının ağırlığı hakkında (çoğunlukla yanlış yönlendiren) bilgiler sunulması ve embriyo yahut fetüsün ultrasonuna bakmak zorunda bırakılmaları gerekiyor. Akıl almaz bir ikiyüzlülüğün ürünü olan bu taramalar insanlara sunulmuş haklar olarak öne sürülüyor. Hukuk araştırmacısı Carol Sanger bu durumu “oraya giderken verdiğiniz kararı uygulamama konusunda ikna edilme hakkı” olarak adlandırıyor.
Buna benzer bir araştırmanın belki de ilk ve en önemli temel sorusu kadınların kürtaj yaptırma kararı verdikten sonra nasıl hissettikleri üzerine. Turnaway Araştırması’na katılanlar arasında kürtaj yaptıran ve beş sene boyunca görüşme yapılan kadınların yüzde 95’inden fazlası verdikleri kararın onlar için doğru karar olduğunu söylüyor. Çalışmaya bu kadar uzun süre dahil olmuş kadınların büyük çoğunluğunun bir biçimde durumu böyle algılaması olasılık dahilinde; çünkü yaptırdığı kürtajdan utanan ya da pişmanlık duyan biri altı ayda bir araştırmacılarla telefonda görüşmeye katılmaktan çekinebilir. (Her ne kadar Foster pişmanlık duyan kişilerin araştırmaya katılmaya daha yatkın olacaklarını ileri sürse de ben ilk senaryonun psikolojik açıdan daha mantıklı olduğunu düşünüyorum.) Yine de yüzde 95 oldukça çarpıcı bir oran. Kürtaj yaptıran ABD’li kadınların dört ya da üçte birinin suçluluk duygusuyla yerle bir olacağına dair önermeyi sıkça gündeme getiren kürtaj karşıtı argümanlar bu oranı daha da dikkate değer kılıyor. (ki bu çok fazla son derece pişmanlık duyan kişi var demektir.) Araştırmayı, katılımcıların araştırmaya katılımlarını sürdürme oranı üzerinden eleştirebilirsiniz- ki bazı eleştirmenler, özellikle de kürtaj karşıtı olanlar bunu zaten yaptı. Binden fazla kadının katılımını sağladıktan sonra 956 kadın ile ilk görüşme gerçekleştirilmiş. Bunların yüzde 58’i son görüşmeye de katılmış. Ancak, Foster’ın bana attığı bir e-mailde belirttiği gibi, ortalama olarak araştırmaya katılan kadınlar 11 görüşmeden 8.4’ünü tamamlamışlar ve bu çok etkileyici bir oran. Buna ek olarak da araştırma dahilinde toplanan bazı veriler – ölüm raporları ve kredi skorları gibi – araştırmaya başından beri katılan 1.132 kadının hepsini kapsıyor.
Başkaları gibi Eski Yüksek Mahkeme Yargıcı Anthony Kennedy’ye göre de “bazı kadınların yarattıkları ve sürdürdükleri infant hayatını sonlandırma kararı pişmanlıkla sonuçlanabilir fikri olağan” görünüyor. 2007’de kürtaj hakkında açılan bir davada, Kennedy kürtaj sonrası “ağır depresyon ve düşük öz saygı” gibi sonuçların olabileceğini not düşmüş. Olabilir; ancak Turnaway Araştırması’nı değerlendiren epidemiyologların, psikologların, istatistikçilerin ve diğer araştırmacıların vardığı ortak sonuç, bu olasılığın düşük olduğu yönünde. “Bazı deneyimlerin tesiri ömür boyunca görülür”- çocuklukta görülen istismar bu tür deneyimlerden biridir – “ancak kürtaj bu deneyimler arasında yer almıyor” diyor Foster. Kısa vadede, kürtaj hakkı tanınmayan kadınların psikolojik sağlıklarının daha kötü olduğunu, daha kaygılı hissettiklerini ve kendilerine güvenlerinin azaldığını görüyoruz. Araştırmacıların “kürtaj yaptırabilmiş ve kürtaj hakkı tanınmamış kadınların depresyon, kaygı, travma sonrası stres bozukluğu, kendine güven, hayattan tatmin olma, madde bağımlılığı ve alkol kullanım bozuklukları açısından uzun vadede çok da farklı olmadıklarının” altını çiziyorlar. Psikolojik sağlık açısından kürtajın çok da ağırlığı olan bir faktör olmadığını görüyoruz. Foster ve diğer yazarlar kürtaj olmak isteyip olabilen kadınlarda en çok hissedilen duygunun “rahatlama” olduğunu gözlemlemiş. Bu rahatlama sürekliliğini korurken zaman içerisinde etkisi azalıyormuş.
Diğer olumlu sonuçların etkileri daha kalıcı. Araştırmaya katılan kadınlar arasından kürtaj olmak isteyip olabilmiş kadınların “çok iyi” olarak tanımladıkları bir ilişki içinde olma ihtimallerinin daha yüksek olduğunu görüyoruz. (İki senenin sonunda kürtaj yaptırabilmiş kadınlar için bu oran yüzde 47, yaptıramamışlar için yüzde 28 olarak gerçekleşmiş). Eğer kadınlar istenmeyen gebelikleri sırasında onlara fiziksel şiddet uygulayan bir erkekle beraber idiyseler, halen şiddet görüyor olma olasılıklarının düştüğünü çünkü bu erkekle görüşmeye devam etmediklerini görüyoruz. (Kitap yazım sürecinde görüşülen bazı katılımcılar beraber bir çocuk sahibi olarak korkunç bir eşe bağlı kalmak istemediklerinin altını çizmiş.) İstedikleri şekilde kürtaj olmuş kadınların, kürtaj hakkı tanınmayan kadınlara göre, kürtajlarını takiben beş sene içerisinde isteyerek gebe kalmaları daha olası görünüyor. Aynı zamanda bu grup devlet yardımına daha az gereksinim duyduklarını; genelde de yemek, barınma ve ulaşım için yeterli paraya sahip olduklarını bildirmekte. Bu kadınların evlerinde daha öncesinde çocukları varsa, bu çocukların yoksulluk içinde yaşama olasılıkları da düşmekte. Kadınların kendi beyanlarına göre fiziksel olarak sağlıkları biraz daha iyi. Araştırmaya katılan ve kürtaj hakkı tanınmayan kadınlardan ikisi doğum sırasında çıkan komplikasyonlardan dolayı ölmüş; kürtaj olabilen gruptansa kimse bu nedenle ölmemiş. Bunun kürtajın genel anlamda güvenli olduğuna dair elimizdeki diğer verilerle örtüştüğünü de söylemeliyiz. Foster’ın meslektaşlarından Ushma Upadhyay, Kaliforniya eyaletinde Medicaid
[1] programı kapsamında yapılan kürtajlara dair komplikasyonları incelemiş ve örneğin bulgularından biri komplikasyonların tüm vakaların yüzde 2’sini oluşturduğu yönünde – ki yirmilik diş çekiminde bu oran yüzde 7 iken doğum sırasında yüzde 29’a çıkıyor. ABD’de gebelikte anne ölümü oranlarının artmakta olduğu bir gerçek- 1987’de ile karşılaştırıldığında bu oran iki katına çıkmış. Siyah kadınlar söz konusu olduğunda ise hem doğum öncesi erişebildikleri sağlık hizmetlerindeki ve hem de doğum yaptıkları hastanelerdeki ırkçı ayrımlar gibi nedenlerden ötürü bu oran daha da hızlı artmıştır.
Ancak Foster’in belirttiği gibi birçok eyalette kürtajı kısıtlayan yeni çoğu yasa kürtajın sadece ve sadece zarar verebilecek bir prosedür olduğunu öne sürer ve kürtaja getirilen dolambaçlı düzenlemeler güya kadınları korumayı amaçlıyormuş gibi lanse edilir. Yüksek Mahkeme’nin geçen pazartesi günü hükümsüz kıldığı Louisiana eyaleti yasası tam da bunu yapıyordu. Yasa, kürtaj yapacak doktorlar için hastasını en fazla 30 mil uzaktaki bir hastaneye kabul ettirebilme şartı getiriyordu. Hâkim Stephen Breyer’in çoğunluk görüşüyle kaleme aldığı gibi, “elimizdeki veriler, hastanelerde kürtaj prosedürü nedeniyle hastaneye sevk edilen hasta sayısının yok denecek kadar az olduğunu gösteriyor. Bu şu anlama geliyor; kadın hastalıkları ve doğum alanında aktif olarak çalışmıyorlarsa Louisiana’da kürtaj yapan sağlık profesyonellerinin son dönemde bir hastane bünyesinde hizmet vermiş olması pek de olası değil”. Hastaneler, bir doktorun hastasını kabul etmeden önce hastane deneyimleri olup olmadığını dikkate aldıklarından, kürtaj yapan sağlık profesyonelleri bir çıkmaza sürükleniyorlar; öyle ki hastaneler hastalarını kabul etmiyorlar çünkü gerçekte tıbbi anlamda hiç hastaneye ihtiyaçları olmamış oluyor. Böylesi bir yasanın yürürlüğe girmesi sadece yasanın çıkarılmasına ön ayak olan amaca, yani eyalette yasal olarak kürtaj yapabilen doktorların sayısının hatırı sayılır bir biçimde azalmasına hizmet eder görünüyor.
Turnaway Araştırması’nın bulguları üreme sağlığı alanında adalet arayanlar tarafından oldukça iyi karşılansa da bu alanda mücadele etmeleri için illaki gerekli olmamalı. Kürtaj yapma olanağı olan ve 5 sene boyunca araştırmaya katılmayı sürdüren kadınların çok büyük bir kısmı kararlarından pişmanlık duymuyor. Ancak kürtaj hakkı tanınmayan kadınların büyük bir çoğunluğu da artık gebeliklerini sonlandırabilmiş olmayı dilemediklerini belirtmiş, çocukları dünyaya geldikten dört ya da beş sene sonra. Ve bu iyi bir şey- siz de doğurdukları çocukları gerçekten seveceklerini umar ve dayanıklı, mutlu olmaları için onları desteklersiniz.
Ancak bunların hiçbiri temel otonomi ilkesini değiştiremez: insanlar kendi vücutlarını ve hayatlarını bu kadar yakından ve derinden etkileyecek konular hakkında kendileri adına karar verebilmeli. Pişmanlık ve kararsızlık, bir kararın diğerini imkânsız hale getirmesi hayatın bir parçasıdır ve bir o kadar da değişken ve kişiseldir. Bireylerin şu an, ya da hipotetik olarak ileride, bu duyguları ne kadar şiddetli hissedeceklerini tahmin ederek yasaklayıcı yasalar yapılamaz, kısıtlamalar getirilemez.
Turnaway Araştırması her ne kadar özenle hazırlanmış ve gerçekleştirilmiş olursa olsun siyaset yapmak için yorumlanacak, eleştirilecek ve kullanılacak. Bunun önüne geçemeyeceğimiz düşünüldüğünde araştırmanın siyasete en büyük katkısının altını çizmekte fayda var: bu araştırma, son zamanlarda kürtaja getirilen kısıtlamaların dayandığı temeli, yani kürtajın kürtaj olmayı seçenler için sadece ve sadece zararlı olabileceği düşüncesini, araştırmanın bulgularına dayanarak yerle bir ediyor.
Çeviren: Deniz İnal
Bu yazının orijinali 07.07.2020 tarihinde The New Yorker’da yayınlanmıştır.
[1] ç.n.: Sınırlı gelir kaynaklarına erişimi olan kişilerin tıbbi masraflarını karşılamaya yardımcı olan federal ve eyalet programı.