Yargıtay cinsel taciz, cinsel saldırı ve cinsel istismar suçlarında eğer fiziksel bulgu, görgü tanığı, görüntü kaydı gibi deliller bulunmuyor ise beraat kararı verme eğilimi gösteriyor ve kendi yerleşik içtihatlarıyla oluşturduğu, en hafif tabirle cinsiyetçi diyebileceğimiz birtakım “mağdurda olması gereken kriterler”i tartışarak suçun ispat edilip edilmediğine bakıyor.
Feministler olarak kendi aramızda “ifşa” üzerinden tartışmalar yürütüyor, ceza/cezasızlık/adalet gibi kavramları feminist bakış açısıyla yorumlamaya çalışıyorken bir yandan da var olan hukuk sistemi içerisinde cinsel şiddet suçlarının Yargıtay eliyle giderek daha fazla cezasız bırakıldığını görüyoruz. Son dönemde Yargıtay’ın özellikle cinsel saldırı, cinsel istismar ve cinsel taciz dosyalarında yerel mahkemelerde verilen cezalandırma kararlarını bozduğu ve sanıkları tahliye ettiğine dair haberler sıkça karşımıza çıkıyor.
“Yargıtay 14’üncü Ceza Dairesi, 12 ve 13 yaşındaki iki kızına cinsel istismarda bulunduğu iddiasıyla yargılandığı davada mahkûm edilen sanık babaya verilen cezayı mağdurelerin aşamalardaki çelişkili anlatımları, müşteki annenin istikrarlı olmayan beyanları, tanık öğretmeler ve mağdurelerin dedesinin ifadeleri ile sanığın savunması nazara alındığında sanığın beraat etmesi gerektiği gerekçesiyle bozup tahliye kararı verdi.”
“Yargıtay 14’üncü Ceza Dairesi, dört yıl boyunca aynı odada kalmaya zorlandığı halasının oğlunun cinsel istismarına uğradığını söyleyen kız çocuğunun beyanlarına itibar etmeyerek yerel mahkemenin verdiği mahkumiyet kararını sanığın suçu işlediğine ilişkin yan delil olmadığı gerekçesiyle beraat etmesi gerektiğine ve tahliyesine karar verdi.”
“Yargıtay 14.Ceza Dairesi, çalışanına, ‘maşallah, çok güzelsin, fıstık gibisin’ deyip kalçasına dokunarak cinsel tacizde bulunan müdür hakkındaki kararı, ‘Babacan tavır sergilemiş’ diyerek bozdu.”
Aynı şekilde takip ettiğim bir dosyada, yerel mahkemede 72 yıl hapis cezası alan cinsel istismar sanığı babanın cezasını Yargıtay “raporda fiili livata* bulgusunun bulunmaması, katılan annenin mağdur ve diğer tanık beyanlarıyla çelişen anlatımları nedeniyle mahkumiyet kararlarının yerinde olmadığı,” yani beraat kararı verilmesi gerektiği gerekçesi ile bozdu ve sanığın tahliyesine karar verdi.
Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğü verilerine göre cinsel dokunulmazlığa karşı suçlara bakan Yargıtay 14. Ceza Dairesi’nin 2019 yılında 13.680 dosya incelediğini ve dosyalardan 3316 dosyada onama, 1765 dosyada ise bozma kararı verildiğini görüyoruz. Genel olarak yerel mahkemelerde verilen birçok beraat kararının da bu onamalar içerisinde yer aldığını ve bozmaların çoğunun ise “beraat” kararı verilmesi gerektiğinden bahisle yapıldığını söyleyebiliriz.
Buradan hareketle Yargıtay’ın cinsel dokunulmazlığa karşı suçlarda nasıl bir değerlendirme yaptığı, kararları verirken delil olarak nelere dikkat ettiği veya etmediği, hangi kriterleri kullanıp kullanmadığı noktasında tartışma yürütmekte fayda var.
Yargıtay cinsel taciz, cinsel saldırı ve cinsel istismar suçlarında eğer fiziksel bulgu, görgü tanığı, görüntü kaydı gibi deliller bulunmuyor ise beraat kararı verme eğilimi gösteriyor ve kendi yerleşik içtihatlarıyla oluşturduğu, en hafif tabirle cinsiyetçi diyebileceğimiz birtakım “mağdurda olması gereken kriterler”i tartışarak suçun ispat edilip edilmediğine bakıyor.
Mağdurun şikayet süresi Yargıtay için oldukça önemli bir kriter. Şayet şikayet Yargıtay’ın makul gördüğü bir sürede yapılmamış ise kolaylıkla sanıklar hakkında beraat kararı veriyor. Yargıtay açısından yaşanan cinsel şiddet sonrası mağdurun yaşadığı travma ve bu travmaya bağlı olarak yaşadığı şiddeti hatırlayıp hatırlamadığı veya çok geç hatırlayabildiği durumlar tamamen yok sayılıyor. Yani mağdurun psikolojik durum değerlendirmesi mahkemelerde olduğu gibi Yargıtay tarafından da dışlanıyor. Yargıtay 14. Ceza Dairesi bir kararında; “Katılanın, olayın meydana gelmesinden üç gün sonra şikayetini dile getirmesi, sanığın, camide yaşanan olay nedeniyle arada husumet bulunmasından dolayı suç isnadında bulunulduğu yönündeki savunması, mahkemece katılana ilişkin yapılan gözlem, tanık polis memuru İlhan’ın duruşmada katılanın psikolojik durumu hakkındaki beyanı ve tüm dosya kapsamı nazara alındığında, katılanın başka delille desteklenmeyen beyanları dışında, sanığın atılı (basit cinsel saldırı) suçu işlediğine dair cezalandırılmasına yeter, her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil bulunmadığı gözetilerek beraati yerine yazılı şekilde mahkumiyetine karar verilmesi, bozma nedenidir,” (Yargıtay 14. Ceza Dairesi, Karar: 2019/11624) diyerek üç gün sonra yapılan şikayeti beraat gerekçesi olarak sunmuş.
Mağdurun beyanlarının hayatın olağan akışına uygun, tutarlı, somut ve çelişkisiz olup olmadığı Yargıtay’a göre cezalandırma için en önemli şartlardan biri. Yani “mağdurun beyanı tüm aşamalarda birbiriyle uyum göstermeli, samimi, ısrarlı ve herhangi bir tereddüde mahal bırakmayacak şekilde açık olmalıdır,” diyen Yargıtay, kendisi için “ideal” mağdurdan yaşadığı şiddeti açık, tutarlı ve çelişkisiz bir biçimde karakolda, mahkemede aynı şekilde anlatmasını bekliyor. Mağdur herhangi bir şekilde yanılsa veya yaşadığı travmanın etkisiyle olayları bir an karıştırsa cezasızlık ile karşı karşıya kalıyor. Emniyetten mahkemeye uzanan süreçte sağlıksız ifade alma yöntemleri üzerinde hiç durmayan Yargıtay’a göre ne olursa olsun aynı ifadeyi verebilmek cezalandırılmanın neredeyse birinci şartı. Bu tür durumlarda fiziksel bulgu olsa dahi eğer mağdur ifadeleri çelişkiliyse bu kez fiziksel bulguyu “rıza” ya bağlama gayreti içerisine giriyor. Aynı ceza dairesi, “Yargılama sırasında şikayetinden vazgeçen mağdurenin çelişkili ve tutarsız beyanları, savunma, mağdure tarafından kovuşturma evresinde kabul edilen yazışma içerikleriyle sanık müdafisinin temyiz dilekçesi ekinde yer alan yazışma muhtevasının mağdurenin soruşturma evresindeki beyanına aykırı oluşu ve tüm dosya kapsamı nazara alındığında sanığın, mağdurenin rızası dışında konutuna girerek cinsel ilişkide bulunduğuna dair cezalandırılmasına yeter, her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil bulunmayıp, mevcut haliyle mağdureye gönderdiği tespit edilen mesaj içerikleri nedeniyle eyleminin kül halinde tehdit suçunu oluşturduğu gözetilmeden, yazılı şekilde mahkumiyeti hükümleri kurulması, bozma nedenidir,” (Yargıtay 14. Ceza Dairesi-Karar: 2019/11684) şeklinde bir karar da vermiş bulunuyor.
Yine bir başka kararında: “Olayın intikal şekli ve süresi, katılanın beyanları ile savunmaya göre sanık ile katılanın 24.10.2013 tarihinde evlenmesinin ardından yaşanan geçimsizlik nedeniyle bir süre sonra ailesinin yanına dönen katılanın 24.04.2014 günü sanığın kendisiyle zorla ilişkiye girdiğini iddia ederek şikayetçi olması, aşamalardaki ifadelerinde cinsel ilişkilerin zorla gerçekleştiğine dair anlatımlarının zorun ne şekilde olduğuna yönelik tarifleme içermeyip, soyut nitelikte bulunması ve tüm dosya içeriği nazara alındığında sanığın üzerine atılı suçu işlediğine dair cezalandırılmasına yeter, her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil bulunmadığı gözetilerek beraati yerine yazılı şekilde mahkumiyetine karar verilmesi,” (Yargıtay 14. Ceza Dairesi-Karar: 2019/10528) diyerek yaşadığı şiddeti yeterince tarif edemeyen mağduru cezalandırıyor ve sanığın beraat etmesi gerektiğine karar veriyor.
Mağdur ile fail arasında husumet bulunup bulunmaması da Yargıtay’a göre bir kriter. Husumetten kastı ise anlaşmazlık, gerginlik, sürtüşme dahil her türlü fiil ve fiziki temas olarak tanımlanıyor. Yani herhangi bir sebeple tartıştığınız biri tarafından cinsel saldırıya maruz kaldığınızda daha önce o kişi ile yaşadığınız tartışma nedeniyle cinsel saldırı suçu cezasız kalabiliyor. 14. Ceza Dairesi husumet olarak kabul ettiği bir olay üzerinden şu kararı veriyor: “Mağdureler ile sanık arasında husumet bulunduğunun ve tarafsız tanığın görgüye ilişkin herhangi bir beyanının olmadığının tüm dosya içeriğinden anlaşılması karşısında, katılanın soyut iddiası dışında sanığın mahkumiyetine yeterli her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil olmadığı gözetilmeden, beraati yerine yazılı şekilde hüküm tesisi, bozma nedenidir.” (Yargıtay 14. Ceza Dairesi-Karar: 2019/11339)
Yukarıda sayılanlar dışında, mağdurun direnme ve yardım isteme imkanı varsa bu imkanı kullanıp kullanmadığı, mağdurun yaşadığı cinsel şiddeti yakınlarına hemen anlatıp anlatmadığı, faille mağdurun suçtan önceki iletişimi ve ilişki geçmişi kısacası tüm yargılama boyunca hayatı didik didik edilen mağdurun tüm geçmişi Yargıtay için birer kriter niteliğinde.
“Sanıkla katılanın olay günü ve öncesinde arkadaşlıklarının olduğunu gösteren cep telefonu arama kayıtları, mesaj kayıtları ve içeriği, katılanın aşamalarda sürekli farklı beyanlarda bulunması ve beyanlar arasında derin çelişkilerin olması, sanıkla katılanın olaydan 2-3 yıl öncesine dayanan cinsel birlikteliklerinin olmasının, sanığın beyanlarını doğruladığı, sanıkla katılanın olay tarihinde de rızalarıyla cinsel ilişkiye girdikleri, daha sonra ise bilinmeyen bir sebeple aralarında yaşanan tartışma sonucu birbirlerini yaralama şeklindeki eylemlerin yaralama suçunu oluşturduğu gözetilerek, bu suçtan hüküm kurulması gerekir. Sanığın cinsel saldırı suçundan mahkumiyetine karar verilmesi hukuka aykırıdır.” (Y. 14. CD.K: 2014/2270)
“Olayın ortaya çıkış şekli, mağdurenin beyanları arasındaki çelişkiler, yine mağdurenin başka erkeklerle de ilişkide bulunarak mazbut olmayan bir yaşam sürdüğü dikkate alındığında; sanığın savunmasının aksine cezalandırılmasını gerektirir her türlü kuşkudan uzak yeterli delil bulunmadığı gözetilmeden sanığın beraati yerine yazılı şekilde mahkumiyetine karar verilmesi…” (Yargıtay 5. Ceza Dairesi-Karar: 2010/15109)
Yargıtay’ın içtihatları ile oluşturduğu bu kriterden de anlayacağımız üzere şayet mağdur, aradığı mağdur özelliklerini taşıyorsa yani bir cinsel şiddet sonrası hemen gidip şikayet etmişse, yakınlarına anlatmışsa, yaşadığı şiddeti her aşamada açık, net, hayatın olağan akışına uygun ve tutarlı bir şekilde ifade edebiliyorsa, saldırı esnasında yardım isteyip çığlık atmışsa, sanık ile daha önceden arasında bir husumet yoksa ve saldırı mümkünse hiç tanımadığı biri tarafından gerçekleştirilmişse işte o zaman sanığın cezalandırılmasına karar veriyor!
Bu kadar kriterin bir arada bulunmasını isteyen Yargıtay, mağdurun geç şikayet etmesine, yaşadıklarının sıralamasını karıştırabilmesine, kendini ifade edememesine neden olabilecek yani kendi kriterlerini bütünüyle değiştirebilecek ruh sağlığına ve yaşadığı travmaya ilişkin tek bir değerlendirme yapmıyor. Bu da cinsel istismar ve cinsel saldırı suçlarında daha fazla cezasızlıkla karşılaşmamıza neden oluyor. Dolayısıyla değerlendirme kriterleri arasında yer alamayan, bilimsel delil olma özelliğini mahkemelerin gözünde giderek yitiren ve bir yan delil muamelesi gören psikolojik raporların yeniden mahkemelerin ve yargıtayın gündemine girmesi gerekiyor.
Aslında 2014 yılından önce “suçun sonucunda mağdurun beden veya ruh sağlığının bozulması” hali Türk Ceza Kanunu’nda ağırlaştırıcı neden olarak bulunmaktaydı. 6545 sayılı Türk Ceza Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile “Cinsel Dokunulmazlığa Karşı Suçlar”da bir kısım değişlikler yapıldı ve cinsel saldırı ve cinsel istismar suçu için ağırlaştırıcı neden olarak öngörülen “suçun sonucunda mağdurun beden veya ruh sağlığının bozulması” hali de bu değişikler kapsamında yürürlükten kaldırıldı. O dönem en çok tartışılan konular arasında yer alan bu mesele, feministler tarafından cinsel istismar ve cinsel saldırıya maruz kalan herkesin herhangi bir araştırma yapılmaksızın ruh sağlığının bozulmuş kabul edilmesi gerektiği, cezanın alt sınırının yükseltilmesi, ruhsal ve bedensel travmaya ilişkin süreçlerin tamamen ortadan kaldırılmadan eğer rapor alınacaksa bunun üniversite hastanelerinden alınması gerektiği şeklinde değerlendirildi ve talepler bu doğrultuda oluşturuldu. Çünkü mahkemelerde “suçun sonucunda mağdurun beden veya ruh sağlığının bozulması” hali suçun ağırlaşmış halinin uygulanması için değil de sanki suçun ispatı için alınması zorunlu gibi değerlendirilerek rapor zorunluluğu getirilmişti. Mahkemeler bu raporları mutlaka Adli Tıp Kurumu’ndan alıyordu; adli tıp uzmanından, tam teşekküllü devlet hastanesinden ve üniversite hastanelerinden alınan raporlar Yargıtay tarafından kabul edilmiyordu. Yıllarca Adli Tıp Kurumu’ndan gelecek raporların beklenmesi, gelen kötü raporlar, mağdurun defalarca rapora gönderilmesi sonucu travmanın tetiklenmesi ve iyileşmenin zorlaşması gibi bir dizi sorun yaşandı. Bu fıkranın kaldırılmasıyla mağdurların rapor alma sürecinde Adli Tıp’ta yaşadığı eziyet önlenmiş, cinsel saldırı veya cinsel istismar eyleminin, mağdur açısından bir araştırma gerektirmeksizin ruh sağlığını bozmuş da kabul edilmesi gerektiği tescillenmiş oldu. Fakat bir yandan da “suçun sonucunda mağdurun beden veya ruh sağlığının bozulması” hali kaldırılıp yerine yeni bir düzenleme yapılmadığı için ruh sağlığına ilişkin değerlendirmenin mahkemeler kanalı ile yapılması zorunluluğu da ortadan kalkmış oldu ve mahkemeler giderek daha fazla maddi delil arama yolunu seçmeye başladı. Cinsel şiddet davalarında eksiksiz bir yargılamanın, bağımsız tıp uzmanlarınca düzenlenecek psikolojik durum değerlendirmesini de içermesi gerekliliği yok sayılarak asli bir delil ve bulgu olan “ruh sağlığı raporları” yargılamanın neredeyse dışına itildi ve mağdurun suçu ispat olanaklarından biri daha eksildi. Yani değişiklikler yapılır iken “cinsel dokunulmazlığa karşı işlenen suçlara” suç siyaseti açısından daha ağır cezalandırma ve dolayısı ile caydırıcılık sağlama amaçlanırken uygulamada, çoğu kez fiziki bulguları bulunmayan bu suçların ispatında “ruh sağlığı raporları”nın alınmaması faillerin daha düşük cezalar almasına ya da daha kötüsü cezasızlığa neden oldu.
Yasal olarak mahkemeler tarafından alınması zorunlu olmaktan çıkan “ruh sağlığı raporları” hakimlerin takdir hakkına bırakılmış durumda. Ama ne zaman bir husus hakimlerin takdir hakkına bırakılsa o durum kadınların aleyhine işliyor. Zaten artık mahkemelerde psikolojik rapor talepleri genellikle reddediliyor ve sanıklar delil yetersizliğinden beraat ediyor çünkü hakimler “Psikolojik rapor alma zorunluluğu kaldırıldı,” düz mantığı ile hareket ediyor. Haricen bir üniversite hastanesinden rapor alarak suçun ispatı yoluna gidilse de başka delillerle desteklenmediği sürece beraat kararı verilmesinin önüne geçilemiyor.
“Kuşadası’nda yaşayan 13 yaşındaki İ.A.’ya babası L.A. tarafından yapılan ‘nitelikli cinsel istismar’ davasında beraat kararı verildi. Mahkeme heyeti Adli Psikiyatrik Değerlendirme istemini reddetti ve delil yetersizliğinden sanığın beraatına karar verdi.”
Cezasızlığın giderek arttığı bu durumda mahkemelerin ve Yargıtay’ın cinsiyetçi kriterleri yerine, kadınlara yönelik şiddetle mücadeleye ilişkin olarak bugüne kadar hazırlanmış en kapsamlı uluslararası sözleşme olan İstanbul Sözleşmesi’nin cinsel şiddetle mücadelede uygulanması gereken kriterlerini daha fazla görünür kılmaya ihtiyacımız var.
Sonuç olarak cinsel şiddet erkeklerin kadınlar üzerinde tahakküm kurmasının yollarından birisi olarak temellerini patriyarkadan aldığından sorun bizim açımızdan hukuki/cezai bir sorun olmaktan çok politik bir sorun. Yani yargının cinsiyetçiliği bizim için yeni değil. Dolayısıyla Yargıtay’ın giderek daha fazla cinsel istismar ve cinsel saldırı dosyasında beraat ve tahliye kararı vermesi de tesadüf değil.
* livata: anal yoldan tecavüz.
Not: Yazıda geçen “mağdure” ifadesi Yargıtay’ın kullandığı bir ifade olup kararlar olduğu gibi aslından alıntılanmıştır.