Doğu ve Afrika Çalışmaları Okulu Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları Merkezi’nde okutman olan Dr. Awino Okech ile söyleştik. Dr. Okech, 12 yıldan fazladır Doğu Afrika, Büyük Göller bölgesi ve Güney Afrika’da adalet, sosyal adalet dönüşümü alanlarında eğitim veriyor ve araştırmalarına devam ediyor. Ayrıca kadın hakları, çatışma dönüşümü, gözetim ve güvenlik sektörü yönetişimi konularında uluslararası ve hükümetler arası kuruluşlarla çalışıyor ve onları destekliyor.
Bugün bizimle konuşmayı kabul ettiğin için teşekkürler Awino. İlk sorumuzla başlayalım. Afrikalı feministler karşı karşıya oldukları küresel zorluklara ilişkin olarak ne düşünüyor ve tartışıyorlar? Başka bir deyişle, Afrikalı feminist düşünürlerin boğuştuğu meselelerden öne çıkanlar hangileri ve neden?
Bu noktada Afrikalı feminist hareketlerin, Afrikalı entelektüellerin ve akademisyenlerin, Afrika kıtasında geniş çapta ilgilendiğine inandığım üç ana meseleden bahsetmek istiyorum. Tabii Afrika hakkında konuşurken 54 farklı ülkeden, farklı coğrafi dinamiklerden bahsettiğimizin farkında olarak. Ancak bu üç meselenin, Afrika kıtasının farklı bölgelerinde ortaya çıkabilecek konuları kestiğini düşünüyorum.
İlk olarak Afrikalı feminist akademisyenlerin özellikle uğraştığı, toplumsal cinsiyet konularıyla ilgili kazanımların kaybına ve bunun etrafındaki tartışmalara değinmek istiyorum. Avrupa’dan başlayıp Amerika’ya, Afrika’nın değişik bölgelerine ve Güney Yarımküre’nin kalanına yayılan bu tartışmanın aktörleri, bilerek veya bilmeyerek toplumsal cinsiyet ve trans kimliği ile ilgili söylemlere karşı çıkmaya çalışarak, toplumsal cinsiyet özgürlüğü ve adaleti ile ilgili mücadeleyi de 40 yıl geriye, kadınların ve erkekliğin muhafazakar yorumlarına geri götürüyor.
Yani, özünde, çok temel bir örneğe geri dönecek olursak, kadınlar mutfağa geri itiliyor. Kadınlar, dışına çıkmak için çok çalıştıkları ev içi alanlara geri itiliyor. Halbuki güçlü toplumsal hareketler ve akademik çalışmaların toplumsal cinsiyet kuralları, toplumsal cinsiyet normları ve bunların cinsiyetle ilişkisi ile ilgili yerleşik fikirlere meydan okuması, bu çıkışı sağlamıştı.
Afrikalı akademisyenlerin, feminist akademisyenlerin ve aktivistlerin cebelleştiği ikinci meselenin kaynak talancılığı olduğunu vurgulamak istiyorum. Burada, çeşitli aktörlerin Afrika kıtasındaki kaynaklara saldırısına atıfta bulunuyorum; ister Avrupalıları düşünelim, ister Rusya’dan bahsedelim veya Amerika’dan veya Çin’den, fark etmez. Kaynaklar dediğim zaman doğal kaynaklardan bahsediyorum, minerallerden ve topraktan.
Bunun emek meselesi üzerinde büyük bir etkisi var. Çünkü kaynak için geniş araziler talep etmeye başladığınız anda, hem hayatlarını sürdürmek hem de ekonomik değer için o toprağa bel bağlayan insan gruplarını oradan uzaklaştırıyorsunuz. Ama özellikle Afrika feminist hareketlerinin son 20 yıldır yürütmekte olduğu toprak ve bölgesel adaletle ilgili mücadeleler sayesinde bunun tersine çevrildiğine tanık oluyoruz. Bu, kadınların toprak mülkiyeti, toprağı kullanabilmesi ve kendi topluluklarındaki babaları, erkek kardeşleri veya erkek akrabalarıyla doğrudan bağlantılı olmadan toprakta iş yapabilmeleriyle ilgili bir mücadele.
Afrikalı feministlerin, renklilerin ve aktivistlerin uğraştığına inandığım üçüncü konu ise güvenlik meselesiyle ilgili. Bu konu özellikle, 2020 yazında ABD’de, Birleşik Krallık’ta, Avrupa’nın diğer bölgelerinde ve hatta Afrika kıtasında yaşanan polis vahşeti ve küresel Siyah Hayatları eylemleri ve tartışmaları ile beraber tekrar canlandı.
Polis vahşeti, Afrika kıtasında farklı görünümler alıyor. Örneğin Nijerya’da pek çok şehrin sokaklarında gençler tarafından gerçekleştirilen End SARS protestoları, özel kolluk kuvvetlerinin güvenliği arttırma kisvesi altında kapatma yapmasına ve insanları öldürmesine yol açtı. Benim geldiğim Kenya gibi yerlerdeki polis vahşeti, büyük ölçüde insan hakları savunucularını hedef alan bir tür yargısız infaz ve terörle mücadele adı altında insanların kaybedilmesi biçimini alıyor. Etiyopya, Güney Afrika, Zimbabwe gibi yerlerde polis vahşeti, hükümetlerin üzerindeki şehirleşme kaynaklı ve giderek artan baskıya verdikleri yanıt etrafında şekilleniyor. Şehirlerin bu şekilde temizlenmesi de bildiğimiz gibi neredeyse her zaman ve en fazla kayıt dışı sektörlerde çalışan insanları etkiliyor. İstatistikler, Afrika kentlerinde kayıt dışı sektörde kadınların orantısız biçimde daha fazla çalıştığını söylüyor.
Bunlar gerçekten önemli meseleler. Batılı feminist araştırmaların veya Batı feminizminin Afrika ülkelerindeki kadınların koşullarını ne kadar açıkladığını merak ediyordum.
Batı akademisinde öne çıkan kimi tartışmaları düşünerek, bu bilgi birikiminin Afrika kıtasında araştırma yapan Batılı feministlerden bağımsız olarak var olmadığını söylemeliyim. Kendilerini Afrika uzmanı olarak gören ve farklı etnografik araştırmalar yürütmek için Afrika kıtasının çeşitli bölgelerine seyahat eden, buna dair akademik makaleler yayınlayan Batılı araştırmacılar arasında bir bilgi alışverişi var. Batı biliminin içinde, Afrika kıtası ile ve dünyanın diğer bölgeleri ile her zaman böyle bir iletişim olmuştur. Elbette daha sonra eylemle bilgi siyaseti etrafındaki tartışmalara girebiliriz, ancak şu anda bunun içine girmek istemiyorum.
Bunu söyledikten sonra, şunu tartışmak istiyorum; ücretsiz bakım işi ve devletin etkili sağlık ve eğitim hizmetleri verememesinin bir sonucu olarak kadınların toplumlarımızda üstlendikleri görünmeyen emek tartışmaları, şimdi COVID-19 ile tekrar görüyoruz ki, bir Batı tartışması değil. Bence bu, kadın deneyimi denilen şeyi küresel anlamda kesen tartışmalardan biri. Çünkü ev içindeki deneyimlerimiz, özel alanın, evin, hane halkının deneyimleri küresel olarak aynı. Devlet bir refah devleti değilse, insanların çocuklarını götürebilecekleri kreşler yoksa aynı durumlar her yerde yaşanıyor. İnsanların çocuklarını okula gönderip çalışabilmelerine olanak tanıyan ücretsiz devlet okulu sistemleri var; bu olanakların olmadığı yerlerdeyse, isteyerek ya da istemeyerek çocuk sahibi olan kadınların deneyimi aynı. Hane halkının bakımıyla ilgilenerek üçlü bir yükün altına girmeye devam ediyorlar; çocuklara bakmak, hastalara bakmak, evdeki yaşlılara bakmak. Bu yük, bağlamdan bağımsız olarak her zaman orantısız bir şekilde kadınlara ve kızlara yükleniyor. Devletin, kadınların sunacağı emeği dışarıdan temin etmek için etkili mekanizmaları devreye soktuğu durumlarda, bu durum değişebiliyor. Ancak ne yazık ki devletin artık hizmetleri dışarıdan temin edemediği COVID-19 salgınında bu durum daha da sertleşti. Yani okullar kapandığı, yaşlılarımızı ve çocuklarımızı bakım için götürdüğümüz yerler kapandığı ölçüde, “sözde” gelişmiş dünyada bile kadınlar, orantısız bir şekilde bu yükü üzerlerine aldı.
Dolayısıyla bence bu konu küresel olarak kadınların deneyimini kesen konulardan biri. Elbette toplumlarımızda farklı türde destek sağlayan geniş aile ağlarımız olabilir. Ancak bu genişletilmiş ağlar bile toplumsal cinsiyetten azade olmayacak, değil mi? İşe gitmeniz veya size gelir sağlayan başka tür işler yapmanız gerektiğinde, destek almak için yine halalarınıza, teyzelerinize, kadın kuzenlerinize güveniyor olacaksınız.
Ele almak istediğim ikinci nokta ise, geçimlik tarım meselesiyle ilgili. Haneyi doyurmak için geçimlik çiftçilik yapmakla, gelir getiren bir iş olarak tarım yapmak arasında ayrım yapmalıyız; çünkü burada, daha sonra kendi aile çevreniz için kaynak sağlamak üzere bir artı değer üretiyorsunuz. Ancak bu durumda bile, ücretli iş ve onunla ilişkili olarak bakım emeği ve üreme ile ilgili sorunlar hâlâ kilit bir mesele olmaya devam ediyor. Ve bu da Batı bağlamında feministlerin, kadın ve kızların deneyimleri ile Afrika kıtasındakiler arasında bir çakışma noktası.
Kadınların çocuklara, yaşlılara ve toplumun hasta üyelerine sağladığı ücretsiz emeğin ve bakım emeğinin önemi konusundaki değerli katkılarına katılıyorum. Oyěwùmí, kendi araştırmasında Batı fikirlerinin ve geleneklerinin sömürgecilik yoluyla dayatılmasının Oyo-Yorúbá toplumunda toplumsal cinsiyete dayalı hiyerarşi ve eşitsizlik oluşturduğunu öne sürüyor. Batı feminizminin bu argümanlarından bazılarının, Afrika’daki mevcut sömürge veya emperyalist ilişkileri sürdüren şekillerde işlediğini düşünüyor musunuz? Batı merkezli bilgi üretimi ile Afrika’daki sömürgeci, sömürge sonrası veya emperyalist ilişkilerin sürdürülebilirliği arasında hâlâ bağlantılar görüyor musunuz?
Oyěwùmí’nin temel çalışmasındaki gerçekten önemli tartışması, o dönem Batı feminizminde bir baskı alanı olarak görülen kadınlık fikrine dair yerleşik algıyı veya saplantıyı ortaya çıkarmak veya buna karşı görüşler ortaya koymaktı.
İnsanlar, Oyěwùmí’nin argümanını Oyo-Yorúbá topluluklarında toplumsal cinsiyetin önemli olmadığı şeklinde okuma eğilimindeler, ki bu yanlış. Oyěwùmí’nin yürüttüğü tartışma bu değildi. Toplumsal cinsiyetin örgütlenmenin merkezinde olmadığını iddia ediyordu. Oyo-Yorúbá topluluğu içinde toplumsal cinsiyet, güçsüzleştirmeye veya haklardan mahrum bırakmaya yol açan merkezi bir güç veya merkezi bir kurum değildi. Yaş daha öncelikliydi ve tabii ki toplumsal cinsiyetle de kesişiyordu.
Oyěwùmí’nin belirttiği ikinci nokta ise kadınlığın bir iktidar alanı olduğuydu. Elbette, iktidar alanı hakkında düşündüğünüzde bu iktidar alanları hâlâ toplumsal cinsiyetlendirilmiş iktidar alanları olacak değil mi? Çünkü mesela üreme fikri hâlâ çok önemli. Hâlâ evlilik fikrine fazlasıyla değer veriliyor. Öyleyse, yıllar sonra, iktidarı ortadan kaldırdığınızda veya patriyarkal zeminle bağını kopardığınızda kadınların iktidarla ilgili ne düşüneceklerini, o zaman bu iktidarın nasıl bir iktidar olacağını insan merak ediyor.
İnsanlara her zaman Oyěwùmí’yi, makalenin kritik noktalarını ortaya çıkaran ve savunduğu argümanların değerini gösteren Bibi Bakare-Yusuf’un karşı- tartışmalarıyla beraber okumalarını öneririm. Aynı zamanda bu tartışmalar Oyo-Yorúbá toplumunun çok daha güçlü bir şekilde anlaşılması ve Nijerya’da kadınların deneyimleri, baskı ve dışlanma ile ilgili fikirlerin nasıl geniş bir alana yayıldığının görülmesi için de önemli.
Bunu söylememin gayesi, Afrika kıtasındaki kadınlığı veya kadınların deneyimlerini anlama yöntemlerimizi özcü bir yerden kurar duruma düşmemek. Çünkü sömürge fikirlerine başvurmaya başladığımızda bunun olma ihtimali var. Batılı feminist akademik çalışmaların söylediği şeye en zıt gibi gelen şeyi seçebilirsiniz ve sonra aynı bağlamda bu fikirler üzerine inşa edilen başka eleştirel feminist sesler olsa da onlarla eleştirel bir şekilde ilişkilenmeyebilirsiniz.
Vurgulamak istediğim ikinci nokta ise, bugün feminizmle ilgili ve aynı zamanda kadınlık, kızlık ve dişilikle ilgili Batılı argümanları her zaman daha ileri bir noktada konumlandırmaya dair. Bunun kendi başına Batılı feminist akademik çalışmalara içkin bir gerçek olduğunu düşünmüyorum. Ama bu, toplumsal cinsiyet ve kalkınma söylemlerinde derinlemesine yer alan ve tabii ki ırkçılık ve kapitalizm ile ilişkilendirebileceğimiz bir şey. Sürekli başka yerleri kurtarmak, “başka” yerleri medenileştirmek… Bu yeni sömürgeciliğin ta kendisi. Ancak Batı feminizminin bunu, kapitalizmden, geniş kalkınma söyleminden, ırkçılığın ve ırksallaştırmanın bu söylemlere içkin halinden izole bir şekilde yaptığını düşünemeyiz.
Evet, bence bu çok iyi bir nokta. Tek başına, izole bir şekilde değil. sistemik eşitsizliklerine ve baskılara entegre bir şekilde. Başka bir soruyla devam edelim. Küresel baskı, sömürü ve eşitsizlik sistemlerinin mevcut koşulları altında ne tür bir ulus ötesi feminizm, enternasyonalist politika ve dayanışmanın yararlı olacağını düşünüyorsunuz?
Benim öncülerim, feminist öncülerim, Chandra Mohanty ve bu meseleyle ilgilenen diğerleri, ulus ötesi feminist politika etrafında bu argümanların güçlü ve etkili bir biçimde tartışmasını yürütenler var ve söylediğim şeyler aslında bu mevcut literatüre ve fikirlere dayanıyor.
Birincisi, enternasyonalist siyasetin, ulus ötesi dayanışmasının etkisizliği ya da yetersizliğine dair bazı durumlar, yıkmaya çalıştığımız keskin Küresel Kuzey, Küresel Güney güç hiyerarşisini hareketin içinde yeniden üretiyor ve bu hiyerarşiler hareketlerin içine aksettiriliyor. Bu da sıklıkla paranın nereye gittiği üzerinden oluyor. Kim kimi ne yapması için fonluyor? Bu da bu bağlamda taleplerde bulunmanızla veya dayanışmanın nasıl olması gerektiğine dair yönlendirmenizle sonuçlanıyor. “Çünkü o işi yapman için sana 10.000 dolar veriyorum; bu yüzden, ne yaptığınızı ve nasıl yapacağınızı ben belirleyeceğim.”
Ve bu hâlâ hepimizin uğraştığı bir şey. Akademisyen olarak çalışsak da, aynı zamanda ulus ötesi dayanışma faaliyetleri de yürütüyoruz. Bunu patriyarka ve ırkçılığa meydan okumak için topluluklarda çalışan ve hareketlere katılan insanlar olarak yapıyor olsak da, hükümetlerimizin ve küresel sistemin bize dayattığını iddia ettiğimiz güç dinamiklerini nasıl yeniden üretmeyeceğimizi biz de henüz tam olarak çözemedik.
Benim her zaman öne sürdüğüm basit bir yol var. İster kuir dayanışmasını ister kadın hakları mücadelesini düşünün, ya da ırkçılık karşıtı mücadeleyi düşünün, her zaman gücü, sesi, konunun merkezinde olan insanların ellerine vermelisiniz.
Yani şöyle ki ayakkabıyı giyen benim, ayakkabının ayağımın neresini vurduğunu ben biliyorum. Gelip o ayakkabıyı nasıl farklı şekilde giymem gerektiğini veya örneğin ayakkabıyı değiştirip değiştirmemem gerektiğine karar vermek sizin işiniz değil.
Siz Küresel Kuzey’de akademisyen, araştırmacı ve öğretmensiniz. Bilgi üretim sürecinde bu eşitsiz güç ilişkilerini yeniden üretmekten kaçınmak için ne tür stratejiler geliştirdiğinizi merak ediyoruz.
Eğitimimi burada almadığım için, henüz Küresel Kuzey bilgi üretim ve aktarım sistemlerine o kadar dahil değilim. Buraya iş için taşındım ve bu beni biraz farklı bir şekilde konumlandırıyor.
Ama özellikle üç şey söylememem gerekir. İşimi, bir akademisyen, bir araştırmacı, Orta Afrika’ya dair bilgi üreten biri olarak tanımlıyorum. Yani sınıfta ve işle ilgili olarak yaptığım şey bu. Benim çalışmam, doğrudan Afrika kıtasındaki feminist hareketlerin mücadeleleriyle ilgili. Çalışmalarımı okumasını istediğim, çalışmaları benim işimi ilgilendiren insanlar, bunlar. Bunlar benim etkilemek istediğim ve beni etkilemesini istediğim insanlar. Bu nedenle, kimin için yazdığım, neden ve ne öğrettiğim, öğrencilerimin kiminle etkileşime girmesini ve etkileşimde bulunmasını istediğim konusunda çok netim.
İkincisi, hareketten aktivistlerin seslerini yazıma dahil etmeyi görevim olarak görüyorum. Bu bir ayrıcalık, işinizin bir parçası olarak araştırma ve yazma talebiniz olan bir akademisyen olarak var olmak bir ayrıcalıktır.
Hareketin aktivistlerinin, çalışmalarının taleplerini yerine getirmek için gerekli zamana sahip olmalarını, hatta buna gerek bile duymamalarını talep ediyorum.
Dolayısıyla, Küresel Kuzey’de ve bir üniversite ortamında bulunan birisi olarak, proje ve bilgi üretiminde ve entelektüel fikir geliştirmede her zaman hareket aktivistler ve yazarlarla işbirliği yapmak, birlikte yaratmak stratejimin bir parçası.
Üçüncü nokta ve hedefim ise Siyah akademisyenleri güçlendirmek ve desteklemek. Özellikle doktora araştırmacıları, yüksek lisans öğrencileri akademik bir kanaldan geçerler ve Küresel Kuzey’deki kurumlar, Siyahlara ve daha genel olarak renkli insanlara karşı son derece düşmanca davranabiliyor ve zorluk çıkarabiliyorlar. Üniversitelerimizde çok az olduğumuz için, bu kurumdan ayrıldığımızda, bizden sonra gelenlerin şu anda mücadele ettiğimiz şeylerle mücadele etmek zorunda kalmayacakları türden koşullar yaratmak bizim için önemli. Çünkü çok azız. Bu yüzden benim görevim, ben buradan çıktıktan sonra da yeni nesil akademisyenlerin çalışmalarını devam ettirebilecekleri bir sistem, topluluk kurmak ve yeni nesil akademisyenleri yetiştirmek, tıpkı bizden önce gelen insanların bizim için yaptığı gibi.
Son olarak, burada Birleşik Krallık’ta bulunma ve hükümet araştırma fonuna erişim sahibi olma ayrıcalığımı özgürleştirmeyi görevim olarak görüyorum. Bundan kastım: Afrika kıtasındaki meslektaşlarla işbirliği yapmak, Afrika’mız için önemli olan türden araştırma ve çalışmalar yapmak. Bu, çalıştığım belirli ülke için önemli. Afrika benim evim. Ve yatırım yapmaya devam ettiğim yer.
Bize son çalışmalarından bahseder misin diye sormak isterim. Şu anda ne üzerinde çalışıyorsun?
Büyük projemin bir parçası; bilgi zenginliği, deneyim zenginliği, Siyah Hayatlar Değerlidir hareketiyle yaz aylarında gördüğümüz acı zenginliğinin bir sonucu olarak, burada Birleşik Krallık’ta, ABD’de ve dünyanın diğer bölgelerinde ulus ötesi dayanışmanın anlamı hakkında derinlemesine düşünmek. Bu yüzden, şu anda üzerinde çalıştığım proje, kavramsallaştırmaya, arşivlerimize geri dönmeye ve küresel Siyahlık ve ulus ötesi dayanışma üzerine düşünmeye çalışmakla ilgili.
Harika. Çok teşekkürler Awino. Eklemek istediğin herhangi bir şey var mı?
Düşünmeye ve tefekkür etmeye davet ettiğiniz için teşekkürler.