Çalışmanın hayatta kalmak için tek yol olarak tanımlandığı bir toplumda, insan onuruna yaraşır bir yaşam sürebilmek için yeterli gelir elde etmek giderek zorlaşıyor ve geniş kesimler gelir elde edemez konuma düşüyor. Bu kesimler içinde kadınlar ezici bir yer tutuyor. Temel gelir bu eşitsizliği ve süregelen güvencesizliği azaltmanın bir yolu.
Kadınlar için temel gelir güvencesi ne anlama geliyor? Dünyanın en yoksulları olan ve istihdamdan dışlanan kadınlar için çalışmadan bağımsız olarak ödenen bir paranın ne anlama geleceği çok açık. Ama önce temel gelir güvencesi talebinin ortaya çıktığı manzaraya göz gezdirelim. Ülkemizde gelir dağılımındaki adaletsizlik ve eşitsizlik had safhada. Süregelen bu durum, COVID-19 salgınının derinleştirdiği ekonomik krizle daha da ağırlaştı. Mülk ve servet sahipleri gitgide daha çok gelir elde ederken emekçilerin, yoksulların, kadınların geliri azaldı. Çalışmanın hayatta kalmak için tek yol olarak tanımlandığı bir toplumda, insan onuruna yaraşır bir yaşam sürebilmek için yeterli gelir elde etmek giderek zorlaşıyor ve geniş kesimler gelir elde edemez konuma düşüyor. Bu kesimler içinde kadınlar ezici bir yer tutuyor. Temel gelir bu eşitsizliği ve süregelen güvencesizliği azaltmanın bir yolu.
Temel gelir, bir ülkede yaşayan 18 yaşını bitirmiş herkese ayrım gözetmeksizin kamu kaynaklarından aylık periyodlar halinde gelir güvencesinin sağlanması demek. Bu ifade önemli, çünkü yoksul ülkelerde ekonomilerin çökmesi daha doğrusu çökertilmesi, iklim yıkımı ve savaşlar nedeniyle birçok insan kendi ülkesinden farklı bir ülkede hayatını sürdürmek zorunda. Her türlü güvenceden yoksun milyonlarca göçmene de uluslararası dayanışma ve kaynaklar harekete geçirilerek gelir güvencesi sağlanmalı. Bizim ülkemizde beş milyona yakın göçmen yaşıyor. Ayrımcılığa uğrayan göçmen kadınlar sistemli olarak erkek şiddetine, zorla evlendirilmeye ve insan ticaretine maruz kalıyor. Dolayısıyla sadece yurttaşlar değil, ülkede yaşayanlar gelir güvencesinin öznesi olarak ifade edilmeli.
Temel gelir güvencesi olağanüstü boyutlara varan gelir adaletsizliğini azaltmak ve toplumsal zenginliğin yeniden paylaşılmasını sağlamak için önerilen bir gelir dağıtımı sistemi. Servetin bir avuç insanın elinde toplanması, servetin yeniden paylaşılmasını zorunlu hale getiriyor. Bu koşullarda toplumsal zenginlikten pay almanın tek yolunun emek gücünü satmak olmaması, emeğin görece özgürleşmesi, emekçinin patronlar karşısında pazarlık gücünün artması gibi sonuçları bakımından önemli.
Temel gelir her bireye, gelirine, medeni haline ve bir iş sahibi olup olmamasına bakılmaksızın veriliyor; teoride böyle, yani çalışmadan ya da gelir düzeyinden bağımsız olarak ödenen bir para. Ancak çeşitli ülkelerdeki örnekler incelendiğinde toplumun her bireyine değil, gelir düzeyi düşük kesimlere yönelik uygulamaların ağırlıkta olduğu görülüyor. Özellikle salgın ve salgının ağırlaştırdığı ekonomik kriz, artan yoksulluk, gelir adaletsizliği koşullarında minimum refah seviyesinin altında yaşayanlardan başlayarak kademeli bir uygulama daha acil. Bu kademeli uygulamada kadınlara öncelik vermek de bir toplumsal talep haline getirilebilir.
Temel gelir güvencesine neden gerek var? Salgın dışında teknolojinin gelişmesi, endüstri 4.0 üretim, otomasyon sistemleri ve yapay zekânın yaygınlaşması özellikle bazı iş alanlarında canlı emeğe duyulan ihtiyacı azalttı. Bu da ekonomik krizlerle birlikte kalıcı bir işsizliğe neden oldu. Yani insanlara “yaşamak için çalışmak zorundasın” denilen bir dünyada yaşamak için çalışılacak bir iş yok. Üstelik işsizlik kalıcılaştı. Temel gelir güvencesi ise toplumsal üretime katkı sağlayan ancak iş bulamadığı için bu olanaktan yoksun olanlar da dahil olmak üzere herkesin üretimin sonuçları üzerinde pay ve hak sahibi olduğunun kabul edilmesi anlamına geliyor ki, toplum olarak yaşamanın ya da toplum olduğunu iddia etmenin kaçınılmaz sonucu olmalı bu.
En önemlisi, dünyanın tükenen ve yok edilen kaynakları büyümeyi artırarak istihdam sağlamaya elvermiyor artık. Aslında bu ekolojik argüman temel gelir önerisinde kritik bir yer teşkil ediyor. Dünyanın sınırlarına gelindi; iklim yıkımı, küresel ısınma, türlerin yok edilmesi… Bu da büyümeye bağlı ekonomilerin sonu demek, eğer dünyanın sonu olmayacaksa.
Temel gelir güvencesi bir insan hakkı. Devlet ülkede yaşayanların barınma, beslenme, ulaşım, iletişim gibi ihtiyaçlarını karşılamakla ve kaynaklarını öncelikle buna ayırmakla yükümlü. Temel gelir güvencesinden söz açıldığında, iki itiraz karşımıza çıkıyor. Devlet bu parayı niye versin? İkincisi kaynağı nereden bulacak? İtirazların ilki, neo-liberal hegemonyanın gücünü ortaya koyuyor. Burada söz konusu olan, ülkede yaşayanların ya maaş bordrosundan kesilen, ya da adaletsiz vergi sistemiyle, dolaylı vergilerle halkın cebinden alınan para. Bu para bizim cebimizden alınıp vergi ayrıcalıkları ve çeşitli yollarla sermayenin cebine konuluyor. Vergilerimizle sağlanan kamu kaynaklarının sermayenin, yandaşların çıkarları ya da yıkıcı savaş ve operasyonlar için değil, toplumun ihtiyaçlarına ayrılmasını istiyoruz. Yanıt bu kadar net. İkinci soruya gelince, ülkenin kaynakları temel gelir güvencesini sağlamak için yetersiz değil. Bu tamamen iktidarın bütçe öncelikleriyle ilgili. Bunun dışında özellikle rant ve gayrimenkul zenginlerinden, dolar milyoner ve milyarderlerinden alınacak yüksek oranlı gelir, servet ve veraset vergilerinden temel gelir güvencesi için kaynak sağlanabilir. Bir diğer kaynak hazine garantili dolar üzerinden yapılmış kamu özel işbirliği anlaşmalarının iptal edilmesi. Sadece bütçe önceliklerini değiştirerek bile geniş bir kesime temel gelir güvencesi sağlamak mümkün. Bunun hayata geçirilmesi için temel gelir güvencesinin toplumun bütün kesimleri tarafından kuvvetle sahiplenilen bir talep haline gelmesi gerekiyor.
Altının çizilmesi gereken diğer bir konu şu: Salgın, eğitim ve sağlık gibi kamusal hizmetlerin piyasanın insafına teslim edilemeyeceğini çok belirgin bir şekilde ortaya koydu. Temel gelir güvencesinin parasız nitelikli eğitim ve sağlık hakkıyla bir arada savunulması elzem.
Temel gelir güvencesi, kadınlar için ne anlama gelir
Temel gelir güvencesi, dünyanın en yoksulları olan ve gelirleri erkeklerle kıyaslanmayacak kadar düşük olan, eğitim olanaklarından eşitsizlik nedeniyle yararlanamayan, çoğunlukla kayıt dışı işlerde çalışan, ücretsiz ev içi emeğin yükünü sırtında taşıyan kadınların bağımsız olarak sahip olacakları bir gelir olarak, güvencenin yanı sıra özgürlük anlamına geliyor. İktidar cinsiyetçi, dinci ve gerici politikalarıyla kadınları istihdam dışına sürerek eve kapatmaya çalışırken, temel gelir güvencesi önemli bir mevzi.
Şurası çok açık ki, kadınlar eğitim olanaklarına daha zor ulaşıyor, iş bulmaları kolay değil, düşük ücretlerle kayıt dışı güvencesiz işlerde çalışıyorlar. Bir çok kadın, çocuk ve yaşlı bakımı için işini terk etmek zorunda kalıyor. Öte yandan işgücü içinde olup da istihdam olanağı bulamayanların ağırlıklı bölümü kadın. COVID-19 etkisiyle geniş tanımlı kadın işsizlik oranı yüzde 45,3 (5 milyon 219 bin).
Sosyal güvenlik sistemine gelince, Türkiye’de sosyal güvenlik istihdam odaklı. İşini kaybeden, işi olmayan, kayıt dışı çalışan, zaten yetersiz olan güvenlik kalkanının da dışında kalıyor. Yani kadınların çoğu güvenceden yoksun.
Sosyal yardımlara ise oldukça büyük bir bütçe ayrılıyor. İktidar kamu kaynaklarını, sosyal yardım adı altında hak temelli olmayan sadaka dağıtmak için ve tabiyet ilişkisi kurma aracı olarak kullanıyor.
Türkiye’de nüfusun önemli bir bölümü sosyal yardımla ayakta duruyor. Pandemiyle birlikte son verilere göre 8 milyon hane sosyal yardımdan yararlanıyor. Kadınlar da sosyal yardımdan yararlanıyor, ancak iktidarın cinsiyetçi ve hak temelli olmayan yaklaşımının sonucunda bütçe kadına yönelik şiddetle mücadeleye, bakım hizmetlerini kamusallaştırmaya ve ücretsiz erişilebilir hale getirmeye değil, bakım hizmetini kadınların sırtına yıkan para yardımlarına ayrılıyor. Yani, yaşlı bakımında uzmanlaşmış kamu kurumları, engellilere yönelik rehabilitasyon ve bakım merkezleri, kadınların şiddete uğradıklarında destek alabilecekleri sığınakların yerine ev içi bakım emeğini kalıcılaştıran bir sosyal yardım var.
İngiliz yardım kuruluşu Oxfam’ın yakın zamanlı raporu, tüm dünyada karşılığı ödenmemiş bakım emeğinin yüzde 75’inden kadınların sorumlu olduğunu gösteriyor. Dünyadaki kadınlar ve kız çocukları dünyanın dönmesi için her yıl 12,5 milyar saatten fazla harcıyor. Kırsal bölgelerde ve yoksul ülkelerde ise kadınlar günün 14 saatini bakım emeğine harcıyor, tamamen karşılıksız olarak.
Esas olan elbette bakım emeğinin yani emek gücünün üretimi için gereken temel ihtiyaçların kamusal kaynaklarla ücretsiz olarak karşılanması, yani kadınların sessiz sedasız ve karşılıksız olarak verdiği bu hizmetin ücretsiz, kamusal hizmet olması.
Bakım emeği, şu bildiğimiz dünyanın dönmesini sağlıyor, buna karşılık varlığı hiçbir zaman tanınmıyor. Sadece yemeklerin yapılması, bulaşıkların yıkanması, evin temizlenmesi değil, çocuklar, yaşlılar ve evdeki engelli bireylerin bakımı da bakım emeği. Bakım emeği, metalaşmış emek gücünün yeniden üretimi için zorunlu. Buna karşılık ücretsiz. Pandemi ise kadınlar üzerindeki bakım emeği yükünün artmasına neden oluyor. Yani artık kadınlar daha fazla zaman harcayıp daha fazla yoruluyor.
Bakım emeğinin ücretsiz kamusal hizmet haline gelmesinin yanı sıra, dünyanın en yoksulları olan kadınların bağımsız bir gelire sahip olmaları bir çok açıdan özgürleştirici. Kayıtsız, güvencesiz, onur kırıcı işlerde çalışmak zorunda olmamak, hayatın hakkında karar verebilmek, varlığını zenginleştirici faaliyetlere zaman ayırabilmek, aile ve çevre otoritesine boyun eğmek zorunda kalmamak, şiddete mahkûm olmamak, boşanma ve yalnız yaşama konusunda daha avantajlı konuma gelmek… Zamanını patriyarkayı yıkmak için ayırmak.
Temel gelir fikrinin öncülerinden Guy Standing’le yapılan röportajlardan birinde Hindistan’da yapılan bir temel gelir uygulamasından söz ediliyor. Bölgenin adı Madhya Pradesh. Uygulamaya sekiz köyden yaklaşık 6 bin kadın, erkek ve çocuk katılıyor ve katılımcıların her birine 18 ay boyunca gelir güvencesi sağlanıyor. Uygulama sonucunda, temizlikte ve sağlık hizmetlerinde iyileşme, çocuklar ve yetişkinlerin daha iyi beslenmesi, insanların sağlık durumlarında düzelme, okula giden çocukların sayısında ve öğretim performansında artış gözleniyor. Ama asıl çarpıcı sonuçlar kadınlar arasında ortaya çıkıyor, okula kaydolan ve devam eden kız çocuklarının sayısı artıyor. Kadınlar ekonomik faaliyetler için bir gelir sağlıyor. Standing söyleşide ilk defa böyle bağımsız bir gelir sahibi olmanın bireyler üzerindeki özgürleştirici etkisinden de söz ediyor. Örneğin, köylerden birinde yaşayan genç kadınlar büyüklerin ne diyeceğini umursamadan peçelerini çıkarmışlar.
Temel gelir lehine başka bir konuya da kısaca değinelim. Gelir güvencesinin uygulanmasıyla, demokratik süreçlerin güvence altına alamadığı yoksullar ve emekçi kesimlerin otoriter ve popülist söylemlere itibar etmesinin kısmen de olsa önüne geçilmiş olacak. Dünyada da görüldüğü gibi bu kesimler yaşanan felaketin sorumlusu olarak azınlıkları, göçmenleri, kadınları ve engellileri görmeye meyilliler.
Temel gelir güvencesi, kuşkusuz kapitalist sistemin mülkiyet ve üretim ilişkilerini değiştirmiyor. Ama bu haliyle bile bütün insani ve toplumsal değerleri, doğayı, kâr hırsıyla yıkıma uğratan piyasa mantığına önemli bir müdahale. Toplumsal zenginliğin yeniden bölüşülmesi, dağıtılması anlamında, kadından ve emekten yana bir müdahale. Elbette kapitalizmi ve patriyarkayı ortadan kaldırmak hedefi korunarak.