Otoriter iktidarlardan kurtulduğumuz, özgür, eşit bir yaşam için umudu büyütmek, neoliberal politikalardan, heteroseksüel aile modeliyle dayatılanlardan, ırkçılık ve türcülükten uzaklaştığımız, hiçbir varoluşu diğerine üstün tutmadığımız, eşitsizliklerin karşısında durduğumuz, birlikte yaşanacak bir dünya için mücadele olanaklarını düşünmek, hayata geçirmek zorundayız.

18 Ocak, Washington D.C. (Brian Munoz/St. Louis Public Radio/NPR)

Dünya bir yandan baskıcı otoriter iktidarların yükselişine tanıklık ederken bir yandan da bu baskıcı politikalara karşı direnenlerin tarihine tanıklık ediyor. Geçtiğimiz günlerde, ABD’den Sırbistan’a, Yunanistan’dan İtalya’ya, İspanya’dan İsrail’e, Gürcistan’dan Meksika’ya dünyanın birçok yerinde sokaklar adalet, eşitlik, özgürlük talepleriyle çınladı. Muhaliflerin nasıl yön verebileceğine göre belirlenecek olmakla beraber belki de küresel bir direniş dalgasının habercisi olan bu eylemlerin neredeyse tamamında kamusal hizmetlerin tasfiyesi sonrasında aşırı kâr hırsıyla hareket eden, denetimsizliğin, cezasızlığın cesaretlendirdiği yağma ve talan kültüründen, göz göre göre yaşanan “kazalardan”, yangınlardan, halkların, emekçilerin, öğrencilerin, doğanın zarar görmesiyle ilgili protesto ve talepler ön plandaydı.  Gerçekten güvende hissedebilecekleri bir yaşam talebini dillendirdi göstericiler. Sadece kendi yaşam koşulları değildi protesto edilen; hükümetlerin Filistin’de yaşanan soykırıma sessiz kalan ikiyüzlü tavırları, silahlanma ve savaş politikaları da diğer önemli bir başlık olarak karşımıza çıktı bu direnişlerde.

ABD’de 50 eyalette 1200 noktada, içlerinde Trump’ın ortaklarının da olduğu milyarderlerin yönetimleri ele geçirmesi, verimlilik bahanesiyle 200 bin çalışanın işine son verilmesi, yaşlı ve engellilere ayrılan fonların kesilmesi, kürtaj hakkına saldırılar, Gazze protestolarına katılanların sınır dışı edilmesi, yolsuzluklar gibi başlıklarla Trump ve Elon Musk’ın politikaları protesto edildi. Komşu Kanada ve Meksika’da da benzer protestolar vardı.

İtalya’da Avrupa’nın silahlanma planına karşı çıkanlar doldurdu meydanları. Sağlık ve eğitime kaynak ayırmak yerine silahlanmaya milyarlarca Euro harcanmasına karşı çıkıldı. Gösterilerde “Netanyahu’yu, soykırımı durdurun” denilerek Filistin’de yaşanan katliama sessiz kalınmasına karşı da tepki gösterildi.

İsviçre ve İspanya’da halk barınma hakkı için sokaklardaydı; kira fiyatlarının aşırı yükselişi ve hükümetlerin barınmayı rant alanına çeviren politikalarına karşı binlerce kişi farklı eylem noktalarında protesto gösterilerindeydi.

İsveç’te liman işçileri İsrail’e silah sevkiyatının durdurulmasına dönük eylem yaptı. Irkçılık ve Trump’ın Filistin halkını zorla yerinden etme politikaları farklı tarihlerde protesto edildi.

İsrail’de on binlerce kişi polis saldırılarına rağmen Netanyahu hükümetinin Gazze’ye saldırılarına karşı eylemler düzenledi. Trafiğin yavaşlatıldığı sivil itaatsizlik eylemleri yapıldı.

Sırbistan’da 2024’te Novi Sad Tren İstasyonu’nun beton gölgeliğinin çökmesi sonucu 16 kişinin yaşamını kaybetmesiyle başlayan protestolar öğrenci direnişine dönüştü. Polisin sert müdahalelerine, tutuklamalara rağmen yükselen protestolar sonucu başbakan istifa etmiş olsa da, eylemler üniversite binalarının işgal edilmesiyle, kitlesel mitinglerle sürüyor. Halk, denetimsizlik politikalarının son bulması, sorumluluğu olanların yargılanması, tutukluların serbest bırakılması, eğitime ayrılan bütçenin arttırılması gibi taleplerle sokaklarda olmaya devam ediliyor.

Yunanistan’da 57 kişinin yaşamını yitirdiği tren kazasının ikinci yılında genel grev çağrısı yapıldı. 28 Şubat’ta iki milyondan fazla kişinin katılımıyla yapılan genel grev sonrası 9 Nisan için yeniden çağrı yapıldı. Atina’da binlerce kişi tren kazasının politik sorumlularının cezalandırılması, özelleştirmelerin son bulması, parasız ve nitelikli eğitim ve sağlık hizmeti sağlanması, sosyal güvenlik sisteminin çalışanlar lehine düzenlenmesi, insanca yaşayacak ücretler verilmesi, savaş ve silahlanma politikalarından vazgeçilmesi gibi taleplerle etkili bir grev gerçekleştirdi.

Gürcistan’da, Ekim 2024 seçimleriyle başlayan protestolar Tiflis’te yeniden alevlendi. Hükümetin seçimlerde hile yaptığını, Rusya’yla iş birliği yaptığını söyleyen binlerce protestocu sokaklarda çadırlar kurdu ve hükümetin istifasını talep etti.

Kuzey Makedonya’da 59 kişinin ölümüne ve 150’den fazla kişinin yaralanmasına neden olan gece kulübü yangınıyla ilgili eylemler düzenlendi. “Bu ülkede yaşamak istiyoruz ama kendimizi güvende hissetmiyoruz, sorumluların hesap vermesini istiyoruz” denilen eylemlere binlerce kişi katıldı.

Almanya, Avusturya, Hollanda, Kanada, Meksika gibi birçok ülkede Filistin ile ilgili kitlesel katılımlarla yürüyüşler düzenlendi.

Türkiye’de kimsenin ses çıkaramadığı, cesaret edemediği dönemlerde bile kadınların yıllardır terk etmediği sokaklar İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun diplomasının iptali ve sonrasında tutuklanmasıyla başlayan; gençlerin, öğrencilerin aktif olarak belirleyici olduğu, milyonlarca insanın katıldığı gösterilerle doldu taştı. Protestolar, gözaltında taciz ve çıplak arama işkencesine karşı kadınların gösterilerinden yürüyüşlere, boykotlardan forumlara farklı biçimlerde devam ediyor.

Söylemde de olsa insan hakları, hukukun üstünlüğü gibi evrensel ilkeler, normlar üzerine kurulu liberal dünya düzeninin parçalandığı, uluslararası kurumların, örgütlerin, anlaşmaların işlevsizleştiği bir dönemden geçiyoruz. 11 Eylül ile hayatımıza giren “güvenlik stratejisi” paradigmasıyla güvencesizliğin dayatıldığı, özgürlüklerin yok edildiği, kontrollerin, baskının arttırıldığı, kirli ticari ilişkilerin otoriter iktidarlarca beslendiği, kamusal hizmetlerin tasfiyesiyle, denetimsizliklerle, sorumluların hesap vermeyişi ile ölümün sıradanlaştığı, eşitsizliklerin derinleştiği, savaşların, yolsuzlukların norm haline geldiği yeni dünya düzeninin sonuçlarını yaşıyoruz yıllardır. Bu sonuçlar insanları dünyanın dört bir yanında sokaklara döken. Mülteciler, kadınlar, LGBTİ+lar, işçiler, yoksullar, engelliler gibi gruplar hedef haline getiriliyor bu yeni dünya düzeninde. Yoksulluk, yangınlarda, tren kazalarında, göçüklerde, iş kazalarında ölümler, işsizlik, açlık, güvencesizlik sunuyor bu düzen. Dini ve sosyal yapıları birbirinden ne kadar farklı olursa olsun baskıcı iktidarlar kadın ve LGBTİ+larla ilgili ortak söylemlerde buluşuyor. Muhafazakâr, milliyetçi, ataerkil söylem ve uygulamalarla kadın ve LGBTİ+ların haklarını yok ediyor. Otoriter iktidarlardan kurtulduğumuz, özgür, eşit bir yaşam için umudu büyütmek, neoliberal politikalardan, heteroseksüel aile modeliyle dayatılanlardan, ırkçılık ve türcülükten uzaklaştığımız, hiçbir varoluşu diğerine üstün tutmadığımız, eşitsizliklerin karşısında durduğumuz, birlikte yaşanacak bir dünya için mücadele olanaklarını düşünmek, hayata geçirmek zorundayız.

Umut yaratılan da bir şey ve bizim, krallar, imparatorlar, beyler, diktatörler devirmiş bir tarihimiz de var. Yeni bir dünyanın ayak sesleridir belki duyulan. Baskılara, bizlere dayatılanlara karşı ezilenlerin cevabı olan bu direnişlerle saçılacak belki de dünyayı değiştirme inancımızı, umudumuzu yeşertip büyütecek, eşit, adil, özgür bir dünyanın başlangıcını yaratacak olan tohumlar. İranlı şair Füruğ Ferruhzad’ın dediği gibi

“ellerimi bahçeye dikiyorum,

yeşereceğim, biliyorum, biliyorum, biliyorum”

Bir cevap yazın

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.