Kimsenin karısı değiliz, kimsenin kızı değiliz, kimsenin kadını değiliz, bizler birilerinin uzuvları olarak anılmak, nesne olarak değerlendirilmek istemiyoruz. Bu hayatta birer özneyiz; bedenimizle, emeğimizle, kendi ismimizle, kendi sözlerimizle, kendi tercihlerimizle, kararlarımızla, haklarımızla, kendi isyanımızla; sadece ve sadece kendimiz olarak varız. Böyle var olacağız. Eşitlik böyle gelecek.
Birçok kadın gibi bir erkeğe, eski erkek arkadaşına “hayır” dediği için öldürülen Pınar Gültekin’in aramızdan alınışıyla “yine” ortaya çıkan erkek aklı üzerine söyleyeceklerim var. Öyle bir akıl ki bu, canımıza kastetmişlerin arasında bile kadınları birbirine çarpıştırmaktan, ölümleri yarıştırmaktan ve tabii ki kadınlara akıl vermekten geri duramıyor.
Erkekler bu düzene kattıklarını bırakmaya başladığında, yani işe kendilerinden başladıklarında; kadınlar için yapacakları en önemli ve belki de yapmaları gereken tek şeyi eyleme geçirmiş olacaklar; ama en zoru ve olması gerekeni yapmamak için her şeyi yaptıkları bir şekle bürünmeyi tercih ediyorlar. Mesela, akıl veren erkeklere “Siz susun artık kadınlar konuşsun,” diyorlar; ama şiddet faili bir erkeği savunmaktan vazgeçmiyorlar. Kadınların eşitlik mücadelesini yok saymıyorlar, ama parti içi tacizlere sessiz kalıyorlar. “Kadınlar için yapacağınız en iyi şey erkekliğinizle yüzleşmek,” diyorlar; ama arkadaş çevrelerinde türlü fobilere yol veriyorlar, hiçbir şey yokmuş gibi davranıyorlar, kadınları sömürmeye devam ediyorlar. Feministleri destekledikleri için iyi bir şey yaptıklarını düşünüyorlar ki öyle, evet, ama bunun için takdir bekliyorlar. Takdir alamadıkları zaman da feminist düşmanlarına yöneliyorlar. Feministlerden daha çok feminizm konuşuyorlar ve bunu normal buluyorlar. Bir türlü asıl meseleye gelemiyoruz biz: Kendilerinde bir şeyleri değiştirmeye gelince kocaman bir duvara tosluyor oluşumuza. İstiyorlar ki onlar oldukları gibi kalsınlar, hiçbir tutum ve davranışlarını değiştirmek zorunda olmasınlar, onlara kimse dokunmasın, her şey lafta dursun, devrim de gelecekse böyle gelsin. En acıklı kısmı da şu; bu kendilerine çalışmış halleri.
Evet, konumuz kadın haklarına taraf olan, kadınları ve savunucuları düşünen, hatta feminizm yandaşı olan ünlü/ünsüz erkekler. Yani ünsüzler yetmiyormuş gibi bir de ünlü isimlerin cehaleti başımızdan aşağı boca ediliyor. En azından bu süreçte keşke eksik kalsalar da bir de onlarla uğraşmasak diyoruz; ama bizde böyle bir şans yok. İlla ki Bilal’e anlatır gibi anlatmak zorundayız. Georgi Gospodinov’un Hüznün Fiziği kitabında aklımda kalan cümlelerinden biriydi: Bizim insanımız söylediği sözün ağırlığını bilmez. Bizim de “erkeklerimiz” söylediği sözün ağırlığını bilmez diyeceğim. Ünlü de olsa böyle ünsüz de olsa böyle, bizimle dayanışsalar da böyle dayanışmasalar da böyle.
Tabii ki yakın zamanda karşılaştığımız Zülfü Livaneli ve Haluk Levent örnekleri üzerinden ilerleyeceğim ünlüler köşemizde. Gerek Zülfü Livaneli gerek Haluk Levent, gerekse “feminist dostu” ünsüz erkekler; bu erkeklerin kadın katliamlarına üzülmediğini söyleyebilir miyiz? Bence söyleyemeyiz, bir kadının öfkesinin, isyanının, acısının yanına yaklaşamayacak olsalar da üzüldüklerini düşünüyorum, ama erkeklik denen şey öyle bir bela ki ortaya çıkar çıkmaz hüzün de yalan oluyor endişe de. Geriye kalan ve önemli olan tek şey kendileri ve kendilerinin kırılan erkeklik gururu oluyor.
Haluk Levent’in “tavsiyesine” bir bakalım: “Kızlar! Haluk abinizin tavsiyesi! İlişkinizin ilk günlerinde erkek arkadaşınız kıskançlık ile, başka bir durum ile az da olsa size şiddet uygularsa hoş görmeyin. Hatta bazıları gibi bunu sosyal medyada gösterip “erkeğim benim” demeyin. Şiddeti meşrulaştırmayın. Yoksa ölürsünüz :(“ Biz şimdi Haluk Levent’e erkek egemenliğinin, bu sistemin ne olduğunu mu anlatalım? Kadın cinayetlerinin sorumlusu kadınlar değildir mi diyelim? Şiddeti meşrulaştıran kadınlar değildir mi diyelim? Bu cümlelerle bütün erkekleri, katilleri hatta iktidarı akladığını mı anlatalım? Nereden başlayalım? Derken bir özür açıklaması geliyor: “Duygusal davranıp bu tweeti attım. Erkek egemen toplumda kadınlar bu kadar aşağılanırken her gün kadın tecavüz şiddet ve ölüm haberleri var iken ve erkeğin hafif darp etmesi kimi yerlerde övünç kaynağı gösterilirken bu tweette biraz abartmış olabilirim. Lütfen bağışlayın.” Bağışlamak isterdik eğer erkekliğine yenilmeseydi ve doğru düzgün özür dileyebilseydi. Ama geri adım atarken bile hâlâ sadece abartmış olduğunu düşünüyor. Oysa ki kendisine o tiviti attıran duygularından ziyade erkek aklıydı. “Erkek egemen toplum” cümlesini kurduğu için birtakım fikirleri ve değerleri olduğunu düşünebilirsiniz, ancak bunların hepsi bir gösterişten ibaret ve zaten bunun böyle olduğunu bir sonraki açıklamasında görüyoruz: “Ooooffff offff. Yeter be özür filan da dilemiyorum! İyice cılkı çıktı işin. Sevin sevmeyin fikirlerim bu. Tweeti tekrar yüklüyorum. Sondaki ölürsünüz kelimesini ‘dayak yersiniz, şiddet görürsünüz’ olarak değiştirebilirsiniz.” Sonra yine bütün dengesizliği ile “Bir daha okudum bla bla” gibi cümleler sarf ediyor. İçlerinde “kadınlarımız” geçen cümleler kurduğunu da yazayım ve daha fazla devam etmeye değer bulmadığımı belirterek noktalayayım. Sizin ağzınıza sakız ettiğiniz kadınların hayatları, oyuncak değil. Bahsettiğiniz kadınların hayatları sizin dengesizliğinize, erkekliğinize konu olacak malzemeler değil. Öfkemiz, acımız, duygularımız bize böyle cümleler kurdurmuyor. Haluk Levent kimdir? Bu cüreti nereden alıyor?
Kadınlar dün de “Yanlış erkek seçtiniz, yanlış davrandınız, orospuluk yaptınız, mini etek giydiniz, alkol aldınız, evine gittiniz” ve daha fazlasını söyleyen erkeklerin, erkek egemen düzenin ahlak anlayışı gereğince suçlanıyordu, değerlendiriliyordu, katlediliyordu, bugün de. Erkekler dün de kadınların katledilmelerine, şiddet görmelerine “Onu yapmasaydı böyle olmazdı, şunu yapmasaydı şöyle olmazdı” diyerek haklı gerekçeler buluyordu, bugün de. Hatırlatalım, söyleyelim: Erkek şiddetinin bahanesi olmaz. Katledilen kadınların öldürülmesinin bahanesi, gerekçesi olamaz. Katledilen bir kadının arkasından söylenecek ilk cümle “Abinizden size tavsiye” olamaz, “Hoş görürseniz dayak yersiniz, ölürsünüz, şiddet görürsünüz” olamaz. Eğer bunu yapmayı tercih ederseniz bile isteye bu sisteme hizmet etmiş olursunuz, yine dönüp dolaşıp “kadının suçu” diyenlerin eline koz vermiş olursunuz. Bir gün bir kadını katleden bir erkek karşımıza çıkar “Ama ben ona daha önce şiddet uygulamıştım, benimle beraber olmasaydı.” der ve bunu diyene hiçbir şey olmaz, ceza almaz, kadın öldürüldüğüyle kalır. Siz nerede yaşıyorsunuz? Aynı gökyüzü altında mıyız biz? Hem sözlerine hem de Haluk Levent’e kollarını açanlara; erkeklik gururu incindiği için kendisine sevgi gösterisinde bulunanlara, mesela Ece Temelkuran meselesine girip de canımızı daha da sıkmak istemiyorum gerçekten.
Sıra Livaneli’de, demiş ki: “Beyinlerdeki hastalık korkunç düzeyde. Bazı kadınlar korkunç cinayetleri unutmuş, ‘kadınlarımız’ dememi eleştiriyor. Peki, çocuklarımız, yurttaşlarımız, yoldaşlarımız, işçilerimiz de demeyelim. Kadınlarımız diyen Nazım Hikmet’i de sansürleyelim. Oldu mu?” Oldu. Ama ondan önce aşağılamaya bir bakar mısınız demek istiyorum. “Beyinlerdeki hastalık korkunç düzeyde”, neden böyle bir değersizleştirmeyle karşı karşıya kalıyor eleştiren kadınlar? Birilerinin kadınları olarak anılmak istemedikleri için. Kendince bu konuyu “şimdi” konuşulabilir önemde görmüyor. Söyleyelim o zaman; bunun zamanı yok, şimdi konuşacağız.
Devam ediyor: “Peki bu kadar soğukkanlı biçimde davrandığınız öldürülen, yakılan kadınlar için öneriniz ne? Kadınlarımız’ı kadınlar’a çevirmek mi?” Evet. Biri kesinlikle bu. Uzun vadede, biri kesinlikle bu ve kadınlar böyle olması gerektiğini yıllardan beri söylüyor. Cinsiyetçi küfürleri temizlemeye çalışırken de aynı şeyleri söylüyorlar. Bütüncül bir yaklaşımla mücadele edilmesi gerektiğini söylüyor kadınlar. Pınar Gültekin ve katledilen bütün kadınlar için sokağa dökülenler söylüyor bunu. Hayatlarına, haklarına sahip çıkmak için mücadele eden kadınlar söylüyor; İstanbul Sözleşmesi uygulansın diye canını dişine takan kadınlar, sizin ağzınızdan çıkan bu laflarla beslediğiniz düzende sağ kalabilmek için savaş veren kadınlar söylüyor. Bu bir öneri değildir ayrıca; eşit ve özgür yaşamayı isteyenler olarak sahip olmamız gereken bir tutumdan bahsediyoruz, bu lafın arkasında yatan arkaik aklı, sistemi görünür kılmak istiyoruz. Sizin kendinizde de değiştirmeniz gereken bir zihniyetten söz ediyoruz.
Devam ediyor, en can alıcı kısmı: “Koruma isteyen kadına elektrikli şok cihazı verilsin önerime karşı çıkanlar da bir garip. Erkeklerin tamamı silahlı. Zaten memleket cephanelik gibi. Ama diyelim ki haklısınız. O zaman bir öneri getirin. Şiddet kapınıza gelene kadar bekleyecek misiniz?”. Bakınız burası zaten kadın mücadelesine dair hiçbir bilgisi olmadığını, olmuş olsa bile erkeklik gururunun bilgisini çerçöp ettiği/edeceği yer: “Şiddet kapınıza gelene kadar bekleyecek misiniz?” diyor Zülfü Livaneli, bu cümleyi bize söylüyor, kadınlara. Bir erkek olarak, çok bildiğini ve çok haklı olduğunu zannettiği bir yerden söylüyor. Şiddet bizim kapımızdan ne zaman çıktı ve gitti ki? Bazı cümlelerin cehaleti ve saçmalığı karşısında sözsüz kalıyor insan. Hatırlatalım, söyleyelim; kadınlar için en tehlikeli yer evleri. 2019 yılında erkekler kadınların yüzde 52’sini ev içinde, yüzde 26’sını kamusal alanda öldürdü mesela. Basına yansımayan oranın yüzde 23 olduğu ifade ediliyor: “2019’da en az 185 kadını kocası/dini nikâhlı kocası/ eski kocası, 44 kadını sevgilisi/eski sevgilisi, 39 kadını akrabası (baba, abi, damat, kardeş, oğul, torun), altı kadını tanıdığı, dokuz kadını tanımadığı, bir kadını polis, bir kadını müşterisi, dört kadını komşusu, dokuz kadını arkadaşı, bir kadını işvereni, bir kadını evine giren hırsız ve bir kadını da ev sahibi öldürdü. En az 27 kadını öldüren kişinin yakınlık derecesi basına yansımadı” [1]. Kadınlar daha kamusal alana çıkamadan, özel alanda evlerin içinde katlediliyorlar. Dün de böyleydi, bugün de.
“Diyelim ki haklısınız,” diyor. Nasıl anılacağımıza, kendimizi nasıl savunacağımıza dair düşüncelerimizde, kendisine yönelik eleştirilerimizde haklı olmak gibi bir ihtimalimiz yok belli ki onun dünyasında; ama hani “diyelim ki” haklıyız: “O zaman bir öneri getirin.” Koskoca feminist/kadın hareketi kalkıp da Zülfü Livaneli’ye ve benzerlerine yılların deneyim ve mücadelesiyle kavrulmuş hâlihazırda var olan önerilerini anlatmayacaktır. Hadsizliğin, kibrin sınırı yok hakikaten. Görmek isteyen için anlamak isteyen için her şey herkesin önünde duruyor zaten.
Ve konu nasıl ve neden Nazım Hikmet’e geldi? Kendisi neden konunun yönünü çevirmeye ihtiyaç duydu? Buralara girmeye gerek var mı bilmiyorum; çünkü bu kısımlarda biraz daha çirkinleşiyor işler. Nazım Hikmet’i ortaya atınca destekleneceğini ve birtakım “kitleleri” arkasına alacağını biliyor Zülfü Livaneli. Hâlâ, 2020’de bile cinsiyetçi küfürlerini savunmak için Can Yücel’i örnek verip “Küfür işçi sınıfının ağzında açan çiçektir” diyen erkeklerle yaşamaya çalışıyoruz biz. İnanır mısınız, bir feminist olarak erkeklik jestlerine karşı epey bilgi sahibi olduğumu düşünüyorum; gözümden kolay kolay kaçmıyor, istesem de kaçamıyor hatta, feminist bilincin bir kadına verebileceği en muazzam marifetlerden biri bu kanımca. Feministler bu yüzden de pek sevilmez tabii. Evet, Nazım Hikmet çok iyi bir şair, sevilen bir yol arkadaşı olabilir; ama bu kendisinin “kadınlarımız” diye şiirler yazan, “bacımız” diye konuşan bir “adam gibi adam” olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Vera ile, Piraye ile, Münevver ile yaşadığı ilişkilerdeki erkekliği sorgulamak da işinize gelmiyor. Hiç kimseye de bu gerçekleri aklayacak kadar tapınmadığımız için üzgün olamıyoruz. Kimse eleştirilemez değildir ve sanırım erkeklerin kadınları kendilerine eşit gördüğü bir konumda ancak bunun böyle olduğu idrak edilebilir. Ayrıca hiçbir ünlü isim, hiçbir ünsüz isimden de daha değerli değildir. Dayanışma içinde olduğunu zanneden ünlü isimler de cahil olabilir.
Bu süreçte daha çok dillendirdim, dillendirmek zorunda kaldım; sizin en dayanışmacı haliniz bile bu değirmene fazlasıyla su taşıyor. Yani şunu anlamak için ortalama bir zekâ yeterli diye düşünüyorum ben: Nasıl yaşayacaklarını, nasıl bir eylemde bulunacaklarını, nasıl harekete geçeceklerini, nasıl mücadele edeceklerini, kiminle birlikte mücadele edeceklerini ya da etmeyeceklerini, neler yapılması gerektiğini, neler söylenmesi gerektiğini en iyi kadınlar bilir, siz değil. Kadınların hayatları için neyin doğru ve işe yarar olduğunu yine kadınlar bilir, siz değil.
Böyle bir zamanda bile kadınların kendi hayatları için konuşmalarına izin vermiyorsunuz. Öznelere söz sırası gelmiyor, gelemiyor; en çok siz konuşuyorsunuz. Kadınlardan daha çok konuşuyorsunuz. Yüzyıllardır susturulan kadınlardan. Kadınların hayatlarıyla ilgili konuşuyorsunuz üstelik ve bu durumdan hiç rahatsız olmuyorsunuz. Siz daha bu çağda bile kadınları dinlemeyi, onlardan öğrenmeyi, yöneltilen eleştirileri almayı, kabul etmeyi öğrenemediniz. Kadınlar sözlerini söylediklerinde de, erkekliğinize dair en ufak eleştiri yapıldığında da oturup ağlıyorsunuz. Kendinizi değiştirmeyi bile beceremiyorsunuz. Sizin vaziyetiniz bu. Sizden ne beklememizi istiyorsunuz tam olarak, anlamıyorum. “Aç pipisini göster amcalara”, “Bakın bu bir erkek” diye adı konan, erkek olduğu için gurur duyulan, erkeklerin sürekli pohpohlandığı ve buna alışık oldukları bir toplumsal düzende “erkeklerimizin” eleştiri kabul etmekte zorlanmalarının anlaşılmaz bir yanı yok. Sorun şu, böyle bir profilden ne beklenir? Ne beklememizi istiyorsunuz? Trump gibi, Erdoğan gibi, Viktor Orbán gibi masa başına oturup habire kadınları, LGBTİ+’ları ve hayatlarını, haklarını konuşan ve onlara dair kararlar alan bu adamlardan ne farkınız var? Televizyonda kadın haklarının, İstanbul Sözleşmesi’nin ne olduğunu konuşmak için bir araya gelen erkeklerden ne farkınız var? Reddedildiği için öldürmeyi kendinde hak gören bir erkekle, reddedildiği, eleştirildiği için bir kadını değersizleştiren, itibarsızlaştıran erkeğin birbirinden ne farkı var? Benim doğrularım geçerli diyen bir babadan ne farkınız var? İçerik değişince biçimin, yaptıklarınızın da farklılaştığını mı düşünüyorsunuz? Eğer öyleyse, çok yanılıyorsunuz. Hiçbir fark yok; aranızda/aralarında sadece ve sadece çok ince bir çizgi var. Açık değil, örtük bir erkeklik var, ince ince sızan ve bu gibi turnusol zamanlarda daha da görünür olan bir erkeklik.
Birilerine ait bir mal gibi anılmak sizin hoşunuza gidiyor olabilir, ancak sizin hiç mücadele etmek zorunda kalmadığınız ve bize yüzyıllardır reva görülen bu hayattan bizler kurtulmak istiyoruz. Kimsenin karısı değiliz, kimsenin kızı değiliz, kimsenin kadını değiliz, bizler birilerinin uzuvları olarak anılmak, nesne olarak değerlendirilmek istemiyoruz. Bu hayatta birer özneyiz; bedenimizle, emeğimizle, kendi ismimizle, kendi sözlerimizle, kendi tercihlerimizle, kararlarımızla, haklarımızla, kendi isyanımızla; sadece ve sadece kendimiz olarak varız. Böyle var olacağız. Eşitlik böyle gelecek. Ya buna saygı duyarsınız, ya da bunları ağlayarak günlüklerinize yazarsınız. Tercih sizin.
[1] Erkekler 2019’da En Az 328 Kadını Öldürdü: http://bianet.org/bianet/erkek-siddeti/219203-erkekler-2019-da-en-az-328-kadini-oldurdu