Araştırmalar gösteriyor ki partnerleri tarafından fiziksel zorbalıkla cinsel ilişkiye zorlanan kadınların %30-40’ı yaşadığı olayı tecavüz olarak tanımlarken, partner dışı biri tarafından fiziksel olarak zorbalıkla cinsel ilişkiye zorlanan kadınların %55-72’si yaşadığı olayı tecavüz olarak tanımlamakta.
Cinsel şiddet dendiğinde ilk akla gelen senaryo; yabancı biri tarafından, ıssız ve karanlık bir sokakta gerçekleşen, failin mutlaka fiziksel zorbalık kullandığı ve maruz kalan kişinin fiziksel zorbalığa karşı koyduğuna dair kanıtlarının olduğu, saldırganın akıl sağlığının “normal” olmadığı bir durum. 1980’lerde çok daha hakim olan bu “gerçek tecavüz” senaryosunun etkisi, günümüzde azalmakla beraber hâlâ varlığını koruyor. Peki bu senaryo “gerçeği” ne kadar yansıtıyor?
Cinsel şiddet tarihçesine bakış
Susan Brownmiller, Cinsel Zorbalık kitabında cinsel şiddetin tarih içerisinde ortaya çıkışını ele alır ve erkeklerin ilk bir araya gelip, ortaklaşıp, dayanıştığı eylemin toplu tecavüzler olabileceğini ileri sürer [1]. Kitapta cinselliğin şiddet biçimi olarak kullanılmasının ateş ve taş baltanın keşfi kadar önemli bir keşif olduğu vurgulanır. Çünkü cinsel şiddet; maruz kalan kadınların tekrar cinsel şiddet uygulayarak karşılık verecekleri bir misilleme durumuna izin vermeyen, kadına hamilelik ve çocuk büyütme gibi zor sorumluluklar yükleyen, kadın açısından fiziksel olarak yaralanma veya ölümle sonuçlanabilecek bir şiddet eylemidir. Brownmiller, kadınların bu şiddete maruz kalmamak için kendilerine bazı erkekleri koruyucu seçmek gibi bir zorunluluk hissetmesini ve bu zorunluluğun sonuçlarının neler olduğunu tartışır. Kadınların bu zorunluluk hissiyle hareket etmesi, yalnızca tarihsel olarak kadınların korunmasını yüklenenlerin (koca, baba, erkek kardeş, klan) kadının bedenine sahip olmasına değil, aynı zamanda kadınların toplumdaki yerinin taşınır mal düzeyine indirilmesine neden olmuştur.
Cinsel şiddetin ilk yasal yazılı kaynaklarda yer alışına baktığımızda bu taşınabilir mal düzeyine indiriliş kavramını çok net görebiliyoruz. Örneğin ilk yazılı yasa olan Eski Babil’deki Hammurabi yasalarında başlık parası elli gümüş lira olarak belirlenmiş, sözlü kıza tecavüz eden erkek öldürülmeyle, kendi kızıyla cinsel ilişkide bulunan bir erkek yalnızca kentin sınırlarından dışarı çıkarılmayla, evli bir kadına tecavüz eden erkeğin tecavüz ettiği kadına bağlanıp nehre atılmasıyla cezalandırılması uygun görülmüş ve kadının kocasına isterse karısını sudan çıkarma hakkı verilmiştir. Yahudi toplumlarındaki ilk yasalarda ise kentin duvarları içinde bir bakireye tecavüz edilmişse hem faile hem kıza ölüm cezası verilirdi; kız tarlada çalışırken tecavüze uğradıysa erkek kızın babasına elli sikke verme yükümlülüğünü yerine getirir ve çiftin evlenmesi buyurulurdu. Kentin sınırları içerisindeyken kadının bağırarak, yardım talep ederek cinsel şiddetten kurtulabileceği, eğer kurtulamamışsa bu kızın da cinselliği talep ettiği kanaatine varılır ve kıza da ölüm cezası verilirdi. Evli bir kadına tecavüz edildiyse hem kadın hem erkek kentin kapılarında ölünceye kadar taşlanmayla cezalandırılırdı. Hammurabi yasalarından farklı olarak bu sefer kocaya karısını kurtarma hakkı verilmemişti.
Günümüze ulaşan bu iki yasaya baktığımızda “koruyucu” erkeklerin görevlerini yerine getirmedikleri, cinsel şiddeti kendilerine ait bir mülkiyete zarar verme olarak ele aldıkları, kadının koruyucusu olarak düşünülen baba, eş, tanıdık, klan gibi kişilere dair suç tanımının ya çok hafif (kızına tecavüz eden babanın kentin dışına çıkarılma cezası) ya hiç olmadığını görüyoruz.
1930’lu yılların vamp kadınlarından olan tiyatro ve sinema sanatçısı Mae West’in “Çok komik, karşılaştığım erkeklerin tümü beni korumak istiyor. Neden koruyacaklarını anlayamıyorum,” sözü bize birçok şeyi özetliyor. Sahi faillerin çoğunu oluşturan erkekler, kadınları neden korur? Kadınları pasif ve mazoşistik bir konumda tanımlayan bu durumun bir açıklaması var mı?
Psikiyatri tarihinin kadın ruh sağlığını açıklama biçimleri ele alındığında, Sigmund Freud’un psikanalitik bakış açısını irdelemek önemli bir gereklilik. Freud insan gelişimini açıklarken, Oedipus kompleksi ve penis hasedini temelde konumlayarak cinsiyetler arası anatomik farklılıklara önemli bir vurgu yapar ve bu vurgunun sonucunda biyolojinin yazgı olduğu sonucuna varır. Psikanalizin gelişim sürecinde, bu yazgının içerisinde Freud çeşitli dönemlerde kadını pasiflik ve mazoşizmle, erkeği ise aktiflik ve sadizmle bağlantılandırır; Oedipus kompleksinin kız çocuğunda tam çözümlenemediği için kadınların daha zayıf bir süperegoya (ve süperegoyla bağlantılı olarak moral değerlere) sahip olduğunu ifade eder. Freud, 1924 tarihli “Mazoşizmin Ekonomik Sorunu” adlı yazısında mazoşizmin kadınlar için yeğlenen bir durum, hatta cinsel olgunluğun bir ifadesi olduğunu savunur; cinsel olgunluk safhası olarak tanımladığı “en son genital aşamayı” ise cinsel ilişkideki edilgin rol ve doğurma eylemi ile ilişkilendirir.
Freud kadınlar üzerine bu iddialarını ortaya koyduktan yıllar sonra, kuramsal düşüncelerinin sınırlılığını kabul edip kadınlığı “karanlık kıta” olarak tanımladı. Fakat dönem içerisinde Freud’un erkek öğrencileri ve Viyana Psikanaliz Derneği’ne kabul edilen ilk kadın psikanalist unvanına sahip olan Helene Deutsch, Freud’un kadınların mazoşist eğilimli oldukları tezini devam ettirdi. Deutsch, 1944 ve 1945 yıllarında basılan iki ciltlik Kadın Psikolojisi kitabında mazoşizmin kadınlığın temel ögesi ve cinsel zevk sağlayan bir durum olduğunu iddia eder; kadınların cinsel ilişkide duydukları acılara katlandıkları ve genital açıdan olgunlaştıkları ölçüde bundan zevk bile aldıklarını çünkü “soyuna hizmet etme” gibi bir görevleri olduğunu ileri sürer [2].
Feminist psikiyatrist Karen Horney, kadınların doğasında mazoşizm olduğu ile ilgili yanlış görüşleri düzeltmek için yoğun bir çaba harcadı. Biyolojik bir kadere bağlanan kadın-erkek rollerini kültürel faktörler ve toplumsal cinsiyet rolleri üzerinden tekrar tanımlamaya çalıştı. Horney, Freud’un kadınlıkla ilgili kuramını eril yönelimli bulup, kadında erkek cinsel organına imrenme şeklinde tek yönlü bir işleyişten ziyade kadın ve erkek arasında karşılıklı bir imrenme olduğunu belirtir. Gözlemlediği erkek hastaların anneliğe, gebeliğe, doğurmaya ve hatta emzirmeye imrendiklerini ifade eder. Horney, Freud’un insan doğası kuramının evrensel ve insan davranışlarının tek açıklaması olarak kabul edilmesini, bu kuramın zaman-mekan kavramlarını ve kültürel koşulları göz önüne almamasını eleştirir. Bu durumu “Kadının toplumsal açıdan dezavantajlı olma duygusunu öteden beri hiçbir çaba göstermeksizin penis hasedinin bir ussallaştırması olarak yorumlamaya alışmış bulunuyoruz,” sözleriyle açıklar [3].
Yakın ilişkideki partner cinsel şiddeti
Yakın ilişkideki cinsel şiddeti tartışmak için Alberto Godenzi’nin Cinsel Şiddet kitabında bahsettiği bir çalışmanın verilerine bakmanın ufuk açıcı olacağını düşünüyorum [4] Çalışma İsviçre’de henüz evlilik içi tecavüzün yasalarda yer almadığı 1988 yılında, Zürih Üniversitesi Sosyal Araştırmalar Bürosu’nda yürütüldü. Televizyon ve radyolarda duyurusu yapılarak cinsel şiddete maruz kalanlar ve uygulayanların 12 gün süreyle günün 24 saatinde telefonla ulaşabilecekleri, görüşmecilerin dört kadın ve dört erkekten oluşacağı, arayan kişilerin bilgilerinin anonim kalacağı, görüşmecilerin hiçbir şekilde yargılayıcı tavırlarda olmayacağı ve hukuki işlem başlatılmayacağı şartı koyularak yürütüldü.
Çalışmaya 35’i erkek 156’sı kadın 211 kişi katıldı. Cinsel şiddet uygulayan 35 kişinin 25’i şiddeti suç olarak tanımlamıyordu, 20’sinin cinsel şiddet uyguladığı kişilerle güvene dayalı bir ilişkisi bulunuyordu (13’ü şiddet uyguladığı kişiyle evlilik ilişki içerisindeydi). Bu erkeklerin biri emekli, biri işsiz, 18’i iş güç sahibi, dokuzu orta ve üst kademede görevli, dördü iş yeri sahibiydi.
Cinsel şiddete maruz kalan 156 kadının verilerine baktığımızdaysa yarısının cinsel şiddete maruz kaldığı kişilerle yakın ilişkisi olduğunu (49’ununsa bu kişiyle evli olduğunu) görüyoruz. Tamamen yabancı bir kişinin saldırısına uğrayanlarsa yalnızca beşte birlik bir kısım. Saldırıya maruz kalanla fail arasında yakınlık derecesi arttıkça, kadının hissettiği suçluluk duygusu artıyor, olay anında duyulan iğrenme ve nefretle birlikte aşağılanma hissi daha fazla yaşanıyor, olayı şiddet olarak tanımlayan kadın sayısı azalıyor, çevreden görülen destek azalıyor, kadınlar erkeğin cinsel arzuyla saldırısına daha az inanıyor, erkeği saldırıya yönelten motifin daha çok güç ve kontrol isteği ile olduğunu düşünüyorlardı. Olay sırasında öfkesini açığa vuranlar daha az ruhsal sorun yaşıyordu. Kaçarak, yüksek sesle bağırarak ya da fiziksel şiddetle saldırıya karşı koyan kadınların, ciddi yaralanmalara yol açmadan cinsel şiddeti püskürtme olasılıkları artıyordu. Yani cinsel şiddet, akıllara gelen cinsel şiddet senaryosundaki gibi yabancılar ve akıl sağlığı yerinde olmayan insanlar tarafından gerçekleştirilmiyordu. Olay, gece ıssız sokaklarda değil, çoğunluklarda evlerde yaşanıyordu. Cinsel şiddet çoğu zaman tanıdık, hatta en tanıdık olan yakın ilişkideki partnerler tarafından uygulanıyordu. Araştırmada yer alan vaka örneklerine baktığımızda, özellikle yakın ilişkilerde cinsel şiddette fiziksel zorbalık içeren türünün yanında fiziksel zorbalık içermeyen türlerini de kolaylıkla görebiliyoruz. Yaşayanların anlatımlarından birkaç örnek:
Erkek arkadaşıma cumartesi sabahları orospuluk yapmasam, tüm hafta sonum terörle geçiyordu. Bir seferinde intihar etmeye bile kalkıştı. Ölse sevinecektim. Ondan kurtulmak istiyordum. Sonra ayrıldım. (23 yaşında bekar bir kadın)
Kocam ben cinsel ilişkiye razı olmazsam, çocuğu uyandırıp önünde mastürbasyon yapmakla tehdit ediyordu. Biriyle konuşmam durumunda ise beni ve çocuğu öldürecekti. (71 yaşında boşanmış kadın)
Ona hiçbir şey yetmiyordu. Bir kadının sürekli onu tatmin etmek üzere hazır ve nazır olması gerekiyordu. Rahim yolu ameliyatımı bile ciddiye almadı. Kitaplarda ve TV’de kadınların nasılsa her an ilişkiye hazır olduklarını yazıyordu. (41 yaşında evli bir kadın)
Kendi kendime, erkekler için cinsellik neden bu kadar önemli diye soruyorum. Bu hakkı nereden alıyorlar? Buna rağmen evliliğimi ayakta tutmak istiyorum; çünkü bu birçok evlilikte oluyor. Dışarıya karşı kendimden emin biri görünümündeyim. (57 yaşında evli bir kadın)
Kocam bu işe katılmam gerekmediğini ama bir şekilde idare etmem gerektiğini söylerdi. (63 yaşında boşanmış bir kadın)
Kocam uyumak için buna ihtiyacı olduğunu söylüyor. Cinsellik bana yakın olabilmenin tek yoluymuş. Hâlâ bir gün kafasına dank edeceğini düşünüyorum. (55 yaşında evli bir kadın)
Aşağılamalarından dolayı boşanma kararı aldığımda, bana tecavüz etmeye başladı. Buna hakkı olduğunu, yasalar önünde evet deyip evlendiğime göre bunun benim görevim olduğunu söylüyordu. (43 yaşında boşanmış bir kadın)
Yatak dışında gayet normal bir insan. (30 yaşında evli bir kadın)
Onunla yatmayı reddettiğimde sırtını dönüp bana küstü. İki gün korkunç bir baskı altında kaldım. Eğer buna seçim denirse seçme hakkım vardı: Ya iki gün benle konuşmamasına razı olacaktım ya da katlanacaktım. Onun buna hakkı olduğu düşüncesiyle her seferinde bir an önce bitmesini umarak katlanmaya başladım. (29 yaşında evli bir kadın)
Cinsel şiddeti yaşatanlarsa durumu şu sözlerle anlatıyor:
Karıma sürekli olarak cinsel ilişkiye katılırsa zor kullanmaya derhal son vereceğimi söyledim. Günün birinde nihayet bunu kavradı. Yine de biraz zorlamak gerekiyor. (39 yaşında evli bir erkek)
Karıma zorla tecavüz etmekten gurur duymuyorum ama pişman da değilim. Her seferinde ona bir kez daha gösterdim duygusunu yaşadım. Sonuç olarak kendimi olumlu hissediyorum. Aslında kendimi mastürbasyonla da tatmin edebilirdim, ama kendi kendime “şurada şirin mi şirin nikahlım duruyor, onun bana karşı sorumluluğu var,” derdim; benim banka hesabımı kendi lüks alışverişi için soyuyorsa, karşılık olarak arada bir kendini bana vermek zorunda. Eş olarak görevlerimi yerine getiriyordum, karşılığı olarak da zevki almak istiyorum. (42 yaşında ayrı yaşayan bir erkek)
Yakın ilişkideki partner cinsel şiddetinin yasal tarihçesi
Cinsel şiddetin bir utanç sorunu değil toplumsal bir sorun olarak ele alınması uygarlık kadar eski bir savaşta atılan ilk taş gibiydi. Yakın ilişkiler içerisinde partner cinsel şiddetinin konuşulur olması ise bunu çok daha geriden takip edecekti. Tarihteki örneklere baktığımızda, 1736’da evlilik içi tecavüz için şikayette bulunan bir kadının davasında yargıç Sir William Hale’in verdiği “Kadının evliliğe rıza gösterirken kendisini kocasına teslim ettiğine dair vazgeçemeyeceği anlaşmaya imza atar, dolayısıyla bir koca yasaların önünde tecavüzden suçlu bulunamaz,” şeklindeki kararını görüyoruz. Bir başka İngiliz yargıç John Holt ise 1707’de başka birinin karısıyla cinsel ilişki yaşayan adamın suçunu “mülkiyete zarar verme” olarak tanımlar. Yani tecavüz kadının bedenine ve kişisel bütünlüğüne verilen bir saldırı olarak değil, başka bir erkeğin mülkiyet hakkına yönelik bir suç olarak kabul ediliyordu. Aynı mantıkla bir kişinin kendi malını çalması nasıl mümkün değilse, bir kocanın karısına tecavüz etmesi de yasal olarak suç olamazdı.
Uzun süre cinsel şiddet suçları onura, gurura ve namusa karşı işlenen suçlar olarak değerlendirildi. 1949 Cenevre Sözleşmesi’nde “kadınlar tecavüz, seks işçiliğine zorlanma gibi onurlarına yönelik saldırıdan her türlü korunmalıdır” şeklinde bir ibare bulunur. 1990’larda Uluslararası Ceza Mahkemesi nihayet cinsel şiddet suçlarını “kişiye yapılan” şiddet suçları olarak tanımladı. Evli kadınların maruz kaldığı cinsel şiddet olgularının anlatıldığı Russel’ın 1982 tarihli Rape in Marriage kitabı ve Finkelhor ve Yllon’un 1985’te yayınlanan Licence to Rape: Sexual Abuse of Wives kitabı, evlilik içi tecavüz ve cinsel şiddet kavramlarını gündeme getirerek partner cinsel şiddeti kavramına dair sessizliği bozdu. Bu kitapların yayınlandığı dönemde Amerika’da pek çok eyalette evlilik içi tecavüz kavramı yasalarda yer almıyordu. Bozulan sessizlikle beraber konu tartışılabilir hale geldi ve yasal alana yansımaları başladı. 1993’ten bu yana Amerika’nın bütün eyaletlerince evlilik içi tecavüz suç olarak kabul ediliyor. Evlilik içi tecavüz 1990’da Fransa’da, 1991’de İngiltere’de, 1997’de Almanya’da suç olarak kabul edildi. Türkiye’de suç sayılması konusu ilkin 1996’da gündeme geldi, yoğun tartışmalar 2002 Türk Ceza Kanunu reformu girişimiyle yaşandı. Bu yasada evlilik içi tecavüzün tecavüz olarak değil kişiye yönelik suçlar başlığında cinsel saldırı olarak tanımlanması büyük bir gelişmeydi. Bununla birlikte yasada bulunan “suçun eşe karşı işlenmesi halinde soruşturma ve kovuşturma mağdurun şikayetine bağlıdır,” ibaresi, dile gelmesi dahi zor olan evlilik içi tecavüzü ihbar ve ispatın zorunluluğuna bağlayarak bu yasanın fiiliyatta işleyişini neredeyse imkansız hale getirdi.
Bilimsel çalışmalarda partner cinsel şiddeti
Amerika’da yürütülen çalışmaların sonuçları cinsel saldırıların (fiziksel zorbalık içeren cinsel şiddet) %26’sının partner tarafından gerçekleştirildiğini, yaşam boyu partner tarafından cinsel şiddete maruz kalma oranlarının %7,7 ile %13,2 arasında değiştiğini gösteriyor ([5],[5],[6]). Türkiye’de 2014’te Hacettepe Nüfus Enstitüleri tarafından Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü adına gerçekleştirilen araştırmanın sonuçlarına göre evlenmiş kadınların %86’sının kadının istemediği durumda cinsel ilişkiyi reddedebileceğini ifade ettiği görülüyor[8]. Aynı çalışmanın dikkat çekici bir başka sonucu, kadınların sadece %30’unun evlilik içi tecavüzün suç olduğunu düşünmesi. Bu oranlar yakın ilişkideki partner şiddetinin gündemimize taşımanın önemini bize bir kez daha hatırlatıyor.
Cinsel şiddeti anlatabilme ile ilgili utanç, sosyal desteğin sağlanmayacağına dair endişeler, yargı sisteminin failden çok şiddete uğrayanda suç araması gibi zorluklar partner cinsel şiddeti için de geçerli; kadınların maruz kaldığı şiddet türleri arasında en dile getirilemeyeni partner cinsel şiddeti. Araştırmalar gösteriyor ki partnerleri tarafından fiziksel zorbalıkla cinsel ilişkiye zorlanan kadınların %30-40’ı yaşadığı olayı tecavüz olarak tanımlarken, partner dışı biri tarafından fiziksel olarak zorbalıkla cinsel ilişkiye zorlanan kadınların %55-72’si yaşadığı olayı tecavüz olarak tanımlıyor ([9],[10],[11]). Başka bir çalışma sonucuna göreyse partnerleri tarafında fiziksel olarak cinsel ilişkiye zorlanan kadınların %82’si yaşadıkları deneyimi kimseyle paylaşmıyor [12]. Bu araştırmalar gösteriyor ki kadınlar, yakın partner ilişkisinde maruz kalınan cinsel şiddeti (bu şiddet yasal olarak tanımlanan tecavüz kavramını karşılasa bile) tecavüz olarak tanımlamıyor ve ifade etmekte zorlanıyor. Bu zorlanmada yakın ilişkilerde kadının cinsel ilişkide bulunmasını “kadınlık görevi” olarak tanımlayan kültürel normlar önemli bir rol oynuyor [13].
Partner cinsel şiddeti bu kadar sık görülmesine rağmen kadına yönelik şiddet çalışmalarında yeterince yer bulmuyor. Araştırmacılar sıklıkla partner cinsel şiddetinin ayrıntılı tanımlamasını yapmıyor ve ortaya çıkardığı spesifik etkileri sorgulamadan partner şiddeti çalışmalarını sürdürüyor [14]. Yürütülen çalışmaların çoğu, sadece yasal olarak tanımlanan tecavüz kavramı üzerinden sorgulama yapıyor. Oysa cinsel şiddet, özellikle yakın partner ilişkilerinde genellikle fiziksel güç içeren zorlamalarla değil, ima ve tehdit içeren zorlamalarla yaşanıyor ya da cinsellik konusunda küçük düşürücü, aşağılayıcı eylemleri içeriyor. İma ve tehdidin içeriği, bir olanaktan yoksun bırakma ya da olanak sağlamayı vaat etme, ayrılma ya da başka ilişkilere yönelme, fiziksel şiddet uygulayacağını söyleme, cinsel ilişki yaşamayı sevgi ya da bağlılık göstergesi olarak sunma olabilir ([15],[16]).
Literatürde partner cinsel şiddeti terminolojisiyle ilgili tartışmalar olsa da, şiddeti tanımlamakta vurgulanan ortak noktalar taraflardan birinin rızasının olmaması ve özgür karar vermesi için uygun bir ortamın olmaması. Terminolojiye açıklık getirmek adına, cinsel şiddeti sözel manipülasyondan fiziksel zorbalığa kadar geniş bir şemsiye altında değerlendirmek gerektiği konusunda yayınlanmış literatür tanımları da yapılmış ([16],[17]).
Partner ya da yabancı biri tarafından maruz kalınan cinsel şiddetin ruh sağlığına etkisinin farklı olup olmadığına baktığımızda, tüm cinsel şiddet türlerine maruz kalmanın kendini güvende hissetme, kendilik değeri ve otonomi duygularında yarattığı bozulmanın kişinin ruhsal sağlığını olumsuz etkilediğini görüyoruz. Özellikle partner cinsel şiddeti, istismara dayalı ilişki temelinde gelişir ve tek seferlik bir olay değildir; etkisi istismarın toplamının yaratacağı etkiyle değerlendirilmelidir. Kadın sokakta uğradığı tecavüzün adını daha kolay koyabilir; evde süreğen bir şekilde devam eden cinsel şiddeti ise kendisi bile tanımlamakta zorluk yaşar, kadınlık rolü gereği kendisini suçlayıp, cinsel açıdan sorunlu biri olarak değerlendirme ihtimali artar. Partnerin uyguladığı cinsel şiddet, kadın ruh sağlığı üzerinde ciddi bozukluklara neden olur.
Kate Millett’in “Kişisel olan politiktir” sözüyle de vurguladığı gibi yakın ilişkilerde maruz kalınan cinsel şiddetin evin duvarlarının içindeki “mahrem” alanın dışına çıkartılarak konuşulabilmesini sağlamak; partner cinsel şiddetini, bireysel bir sorun zemininden toplumdaki cinsiyet eşitsizliğinden köken alan politik bir sorun zeminine taşımak önemli bir kadın mücadelesi alanı.
Kaynakça
[1].Brownmiller,S. (1975). Against Our Will, Women, Men and Rape. Çev. Öncü,S (1984). Cinsel Zorbalık. İstanbul Cep Kitapları.
[2].Deutch H. (1944-1945) La psychologie des femmes. Çev. Özgü, H (1964). Kadın Psikolojisi 1-2.Özgü Yayınevi.
[3].Horney, K. (1967). Feminine Psychology. Çev. Budak, S. (2017). Kadın Psikolojisi. Totem Yayınları.
[4].Godenzi, A. (1989). Bieder, brutal. Frauen und Männer sprechen über sexuelle Gewalt. Çev.Kurucan Coşar, S., Coşar, Y (1992). Cinsel Şiddet. İstanbul Ayrıntı Yayınları.
[5].Bachman, R., & Saltzman LE. Violence against Women: Estimates from the Redesigned Survey. 1995.
[6].Tjaden P, Thoennes N, Schmitt GR. Extent, Nature, and Consequences of Rape Victimization: Findings From the National Violence Against Women Survey. U.S. Dept. of Justice, Office of Justice Programs,2006.
[7].Basile KC. Prevalence of Wife Rape and Other in a Nationally Representative Sample of Women. Violence Vict. 2002;17(5):511–524.
[8].Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü (KSGM), Türkiye’de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Araştırması, 2014.http://kadininstatusu.aile.gov.tr/data/542950d5369dc32358ee2bba/Ana%20Rapor.pdf (Erişim tarihi 05.09.2015)
[9].Kahn AS, Jackson J, Kully C, Badger K, Halvorsen J. Calling it Rape: Differences in Experiences of Women Who do or do not Label their Sexual Assault as Rape. Psychol Women Q. 2003;27(3):233–242.
[10].Littleton H, Axsom D, Grills-Taquechel A. Sexual Assault Victims’ Acknowledgment Status and Revictimization Risk. Psychol Women Q. 2009;33(1):34–42.
[11].Layman MJ, Gidycz CA, Lynn SJ. Unacknowledged versus acknowledged rape victims: situational factors and posttraumatic stress. J Abnorm Psychol. 1996;105(1):124–131.
[12].Logan T, Cole J. Exploring the Intersection of Partner Stalking and Sexual Abuse. Violence Against Women. 2011;17(7):904–924. doi:10.1177/1077801211412715
[13]Logan TK, Cole J, Shannon L. A mixed-methods examination of sexual coercion and degradation among women in violent relationships who do and do not report forced sex. Violence Vict. 2007;22(1):71–94.
[14].Campbell R, Dworkin E, Cabral G. An Ecological Model of the Impact of Sexual Assault On Women’s Mental Health. Trauma, Violence, Abus. 2009;10(3):225–246.
[15].Clay-Warner J. The context of sexual violence: situational predictors of self-protective actions. Violence Vict. 2003;18(5):543–556.
[16].Logan TK, Walker R, Cole J. Silenced Suffering. Trauma, Violence, Abus. 2015;16(2):111–135.
[17]Bagwell-gray ME, Messing JT, Baldwin-white A. Intimate Partner Sexual Violence : A Review of Terms , Definitions , and Prevalence. 2015; Jul;16(3):316-35.