Birçok doğum uzmanı kadındır. Bu, önemli bir noktayı gözden kaçırıyor: cinsiyete dayalı şiddet eylemi, faili erkek olduğu için değil, kurbanı doğum ortamında bulunduğu ve kadına yönelik içselleştirilmiş cinsiyetçi şiddet nedeniyle obstetrik şiddet olarak değerlendirilir.

Paula Rego – Moça with a feto

“Dünya o kadar yeniydi ki, pek çok şeyin adı yoktu ve onlardan bahsetmek için parmağınızla işaret etmeniz gerekiyordu”

Gabriel Garcia Marquez, Yüzyıllık Yalnızlık

Doğum hakkında düşünmek, yıllar önceki doğum kliniği gözlemlerimi, hatta kendi doğum deneyimimi yeniden düşünmeme ve anlamlandırmama neden oldu. Üniversite eğitimimin ilk yıllarında, doğumu öğrenmek ve daha sonra beklenmedik bir şekilde yardıma zorunlu kalırsam tecrübelenmiş olmak için Doğumevinde gönüllü staja gitmiştim. Benim için oldukça travmatik bir deneyimdi. Bir salonda bir sürü kadın mahremiyet koruyuculuğu olmaksızın bir arada doğumu bekliyor, ya da doğum yapıyordu. Ağrı çeken kadınlar yüksek sesle bağırıyor, onların sesleri azarlayan ve “doğum eylemini ilk cinsel eylemle bağlantılandıran” hakaretlere karışıyordu. Benzer hakaretleri daha sonra sıklıkla duyacaktım… O döneme tanıklık eden çoğu hekim arkadaşım da bileceklerdir. Bazen kadınlar eğer yeterince “terbiyeli davranıp seslerini kısmazlarsa” tokatlanabiliyorlardı. Doğum yapmış kadınların epizyoları[1] anestezisiz biçimde dikiliyordu. En net hatırladığım şey çok utanmış olduğumdu… Çok sonraları bu utancı orada doğum yapan tüm kadınlarla paylaşıyor olduğumu öğrenecektim. O zamanki bilincimle bunun cinsiyetlendirilmiş bir doğum şiddeti olduğunun adını koymam mümkün değildi. Şimdi bu yazıyı, geçmiş anının yarattığı üzüntüyü kolektif bir şekilde onarabilmek adına yazmak istiyorum…

Adlandırılmamış olgulara isim vermek farketmeyi sağlar.

Son on beş yılda, “istismar ve saygısızlık”, doğum sırasında “kötü muamele” ve “doğum şiddeti” konusunda ilgi ve araştırmalarda artış olduğu gözleniyor. Bu terimler bazen doğum şiddeti yerine kullanılsa da aynı anlama gelmeyebilirler. Çeşitli araştırmacılar bu kavramlardan “doğum şiddeti”nin söz konusu şiddetin yapısal boyutlarını ele almamızı gerektiren, bir tür toplumsal cinsiyete dayalı şiddet olduğunu ve tıbbın ve toplumun ataerkil kültürünü yansıttığını vurguluyorlar (12).

Hizmet sunumunda karşılaşılan obstetrik şiddet (doğum şiddeti) unsurları; üreme haklarının ihlali, azarlama, alay, ironi, hakaret, tehdit, aşağılama, bilginin manipülasyonu, zamanında etkili ve acil tıbbi bakımın verilmemesi/geciktirilmesi, isteklere kayıtsızlık veya şikâyetler, doğum eyleminin aşamalarında verilen kararlarda kadının bilgilendirilmemesi, kadınların onurlarına saygı gösterilmemesi, kadınların rızasını almadan uygulanan ağrı yönetimi, anne-bebek temasını geciktirmek, emzirmenin engellenmesi gibi zarar veren eylemlerdir (18).

Bohren ve ark.’nın çalışması ve FİGO (Jinekoloji ve Obstetrik Uluslararası Federasyonu) doğum sırasında kadınlara yönelik kötü muamelenin yedi boyutu içeren bir tanımını oluşturdu. Bu boyutlar şunlar: 1-fiziksel istismar (doğum sırasında tokat atma, çimdikleme); 2-sözlü istismar (sert veya kaba dil kullanma); 3-cinsel istismar; 4-damgalama ve ayrımcılık (sosyoekonomik koşullara, yaşa, etnik kökene veya tıbbi durumlara dayalı); 5-profesyonel bakım standartlarını sürdürmede yetersizlik (doğum sırasında kötü muamele, terk edilme ve ihmal); 6-kadınlar ve hizmet sağlayıcılar arasındaki zayıf ilişki (etkisiz veya hiç iletişim olmaması, destekleyici bakımın olmaması ve özerkliğin kaybı dahil); ve 7-sağlık sisteminin yetersizliği (kadınların mahremiyetini korumak için kaynakların eksikliği) (1, 12).

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), 2014 yılında yayınladığı “Tesislerde doğum sırasında saygısız ve kötü muamele” başlıklı raporda, doğum şiddetini (terimden açıkça bahsetmeden) doğum sırasında sağlık çalışanları tarafından uygulanan ve kadınların onurunun ihlal edilmesine yol açan her türlü istismar, saygısızlık ve kötü muamele olarak kavramsallaştırır. Bu kavramlar arasında; “fiziksel taciz, derin aşağılama ve sözlü taciz, zorlayıcı veya rızası alınmadan yapılan tıbbi işlemler (sterilizasyon dahil), tam olarak aydınlatılmış onam alınmaması, ağrı kesici vermeyi reddetme, mahremiyetin ağır şekilde ihlal edilmesi, sağlık tesislerine kabul edilmeme, doğum sırasında kadınların yaşamı tehdit eden, önlenebilir komplikasyonlar yaşamasına neden olma ve doğumdan sonra kadınların ve yeni doğan bebeklerinin ödeme yapamamaları nedeniyle tesislerde alıkonulması” bulunur (1).

Obstetrik şiddet sorununa yönelik uluslararası ilgi, Birleşmiş Milletler İşkence Özel Raportörünün 2013 yılında sağlık hizmeti ortamlarında işkence ve kötü muameleye ilişkin bir rapor yayınlaması ve özellikle üreme bakımı arayan kadınlara yönelik kötü muameleyi içermesiyle ortaya çıkmıştır (15).

BM’in kadınlara yönelik şiddet konusunda Özel Raportörü Dubravka Šimonović, üreme sağlığı hizmetlerinde kadınlara karşı kötü muamele ve şiddete yönelik insan hakları temelli bir yaklaşıma dair bir rapor sundu ve odak noktası doğum ve obstetrik şiddet oldu. Rapor, obstetrik şiddeti dünya çapında sistematik ve genel bir sorun olarak tanımlıyor, kadınların deneyimlerini bu tür şiddeti kınamak için bir temel olarak kabul ediyor; ve bugüne kadar bu konuya yönelik bir insan hakları yaklaşımının eksikliğini ifade ediyordu (8).

2021 yılında Avrupa Parlamentosu, kadın sağlığı bağlamında AB’de cinsel sağlık ve üreme sağlığı ve haklarına ilişkin kararı kabul etti. Cinsel sağlık ve üreme sağlığı istismarının biçimleri arasında ayrımcılık ve cinsiyet nefreti, jinekolojik ve obstetrik şiddetin motivasyonları vurgulandı.

Avrupa Parlamentosu tanımına göre: Doğum şiddeti ve jinekolojik[2] şiddet, doğum ve jinekolojik bakım sırasında uygulanan çeşitli zarar verici uygulamaları kapsar. Doğum şiddeti hamilelik, doğum ve doğum sonrası dönemde yaşanabilirken, kadınlar hayatları boyunca jinekolojik konsültasyonlar sırasında jinekolojik şiddete maruz kalabilirler. Bu uygulamalar köken aldıkları yapısal özellikleri nedeniyle şiddet olarak kabul edilirler ve sağlık tesislerinde şiddet ve taciz edici davranış kalıplarının ortaya çıkmasını ve devam etmesini kolaylaştıran bir yapısal ve örgütsel bağlamın sonucu olarak ortaya çıkarlar (AB Parlamento Raporu).

Kavramın kökeni Latin Amerika’dır ve bu konuda yasa çıkaran ilk ülke Venezuela’dır. Aslında Arjantin gibi ülkeler, özellikle Doğum Şiddeti Gözlemevi’nin kurulması yoluyla uluslararası tartışmaya öncü katkılarıyla açıkça öne çıkıyorlar (3).

19. yüzyıldan kalma kayıtlarda yer almasına rağmen, doğum şiddeti kavramı Latin Amerika’daki doğum aktivistleri hareketleri arasında ancak yakın zamanda popülerlik kazanmıştır. Brezilya, 1993 yılında bakımın gerçekleştiği şiddet ve taciz koşullarını tanıyan Emek ve Doğumun İnsanileştirilmesi Ağı’nı (ReHuNa) kurarak tartışmalara öncülük etmiştir. Bölge için önemli bir olay, 2000 yılında Brezilya’da düzenlenen Birinci Uluslararası Doğumun İnsanileştirilmesi Konferansı idi.

Bu toplantıda RELACAHUPAN (Latin Amerika ve Karayipler) Doğumun İnsanileştirilmesi Ağı kuruldu ve bölgede kadınların saygılı doğum hakkıyla ilgili tartışmaya öncülük etti. 2007 yılında Venezuela, Kadınların Şiddetten Arınmış Bir Yaşam Hakkına Dair Yasa ile doğum şiddeti kavramını resmen tanımlayan ilk ülke oldu. Burada doğum şiddeti, kadınlara yönelik 19 cezalandırılabilir şiddet türünden biri olarak kanunlaştırıldı. 2014 yılından bu yana Şili, İspanya, Arjantin, Kolombiya ve Fransa’da sivil toplum örgütlerinin öncülüğünde beş Kadın Doğum Şiddeti Gözlemevi kuruldu ve Mart 2016’da yayımladıkları ortak bildiride, doğum şiddetinin kadınlara yönelik şiddetin en görünmez ve doğallaştırılmış biçimlerinden biri olduğu ve ciddi bir insan hakları ihlali oluşturduğu belirtildi (8).

Şu soru önemliydi: Genel cerrahi ya da dahiliye kliniklerinde görülmeyen, ya da münferit rastlanan bu kötü muameleye nasıl oluyor da dünyanın her yerinde kadın doğum kliniklerinde rastlanıyor ve bunu herkes (hem doğum yapan kadınlar hem de sağlık çalışanları) olağan karşılıyordu?

Bu soruya cevap verebilmek için, hem kadınlar üzerindeki patriyarkal tahakkümü analiz etmek hem de doğumun kendine özgü doğası ve patriyarkal tahakküm arasındaki ilişkiye bakmak gerekiyor.

Yapısal şiddeti görünür kılmak, doğum şiddetini, diğer tıbbi şiddet biçimlerinden ayrı olarak analiz etmek, doğum yapan kadınlara yönelik kötü muamele ile hastaların genel kötü muamelesi arasındaki farkları görmek son derece önemli. Doğum şiddetinin, üzerinde ayrıca düşünmeyi gerektiren belirli özellikleri var: cinsiyete dayalı bir şiddeti vakasıdır; doğum yapan kadınlar genellikle sağlıklıdır ve patolojik değildir; ve doğum, cinsel olay olarak çerçevelenebilir (8).

Genel olarak tıp kurumları patriyarkal kalmaya devam ediyor; böylece hasta-sağlık çalışanı ilişkileri şiddeti kolaylaştıran ve görünmezleştiren bir güç dinamiği içinde işliyor. Yani aslında kadınlara yüklenen cinsiyetçi roller buralarda da geçerli. Kadınlara yüklenen yaygın cinsiyetçi roller uysal, şefkatli, sessiz, itaatkâr olmalarıdır. Patriyarkanın kadınların bedenlerini, cinselliklerini ve emeklerini bu atıflarla denetlediğini biliyoruz.

Ancak doğum şiddetini, genel olarak daha belirgin ve mümkün kılan başka faktörler de mevcut. Kadınlar aynı zamanda, cinselleştirilme yoluyla nesneleştirilmiş bedenlerdir. İnsan, aklı, düşünceleri ve duyguları yanında cinselliği ile de bütün içinde yer kaplıyor olabilecekken, kadınlar için cinsellikleri tüm diğer özelliklerinin önüne geçmiştir. Her an bir erkeği tahrik edebilecek, denetlenmesi, kapatılması gereken bedenlerdir. Bir beden bu şekilde nesneleştirildiğinde ahlaki kaygılardan azade kılınmış ve bu nesneleştirilmiş bedene şiddet uygulamak kolaylaşmış olur.

Aslında, kadın doğum ve jinekoloji en güçlü patriyarkal alanlardan ikisi olmuştur, çünkü bunlar bedenin en cinsel (ve cinselleştirilmiş) yönüyle ve kadınların fizyolojik kapasiteleriyle, yani üreme, cinsellik ve bedensel boyutla ilişkilendirilmiştir.

Ataerkil kültürde utanç, kadınlığın ayrılmaz bir parçasıdır. Şiddet ve utanç (ve şiddet aracı olarak utanç), bu kadınları evcilleştirmek, onları uysal kadınlığa geri döndürmek ve “yoğun anneliğe” hazırlamak için gerekli görülür. Cinsiyete dayalı utanç, kadınları nesneleştirir ve küçültür, onlara uygun özneler olmadıklarını, gerçek bir iradeye sahip olmadıklarını ve bunu elde etmeye çalışırlarsa kadınlıklarını kaybetme riskiyle karşı karşıya olduklarını öğretir. En önemlisi, cinsiyete dayalı utanç, etkili bir şekilde sessizliği teşvik eden ve deneyimi siyaset dışı bırakan dayanıklı bir baskı aracıdır. Doğum şiddeti, cinsiyete dayalı utançla beslenir ve güçlendirilir. Toplumsal olarak kabul görmüş kadınlık ve “iyi annelik” gibi utanç verici mitleri zaten içselleştirmiş olan kadınlar, doğum şiddetini asil bir kadın ve her şeyi veren bir anne olmanın normal bir parçası olarak deneyimlemeye hazırlanırlar.

Kadınlığın stereotiplerinin içselleştirilmesi, erkeğin bakışını bir beden nesnesi olarak deneyimleme ile bu utancı pekiştirir. Kadınların bedenleri bu kayıp beden idealleriyle karşılaştırıldığında sürekli olarak yetersiz veya aşağı olarak konumlandırılır (15).

Cinsiyete dayalı utanç böylece doğum şiddetine iki kez hizmet eder: birincisi, tıbbi personelin şiddeti daha az dirençle karşılaşır ve kadın utanırsa daha kolay gerçekleştirilir. İkincisi, utandırma şiddetin önemli bir parçası gibi görünüyor. Dahası, kadınların doğum yapan bedenlerin kendi başlarına grotesk ve iğrenç olarak tasvir edilmesinden dolayı deneyimledikleri cinsiyete dayalı utanç, genellikle tıbbi personelle herhangi bir karşılaşmadan çok önce içselleştirilmiş ve yerleşmiştir.

Birçok doğum uzmanı kadındır. Bu, önemli bir noktayı gözden kaçırıyor: cinsiyete dayalı şiddet eylemi, faili erkek olduğu için değil, kurbanı doğum ortamında bulunduğu ve kadına yönelik içselleştirilmiş cinsiyetçi şiddet nedeniyle doğum şiddeti olarak değerlendirilir.

Öte yandan, cinsiyete dayalı utanca direnmek, doğum şiddetine ve onun baskıcı gücüne meydan okumaktır.

Cohen Shabot’a göre, “doğum, tıbbi modelin neredeyse tamamen sildiği derin bir cinsel boyuta da sahiptir: doğum, gebeliğin bir ürünüdür ve kendisi de (neredeyse her zaman) cinsel ilişkinin bir ürünüdür. Dahası, doğum (sezaryen doğumlar hariç) cinsel organlarımızı içerir.” Kadınlara doğum ve cinsellik ilişkisinin hatırlatılması yoluyla hakaret edilmesi nedensiz değildir. Gebeliğin ve doğumun cinsel boyutu nedeniyle, genellikle sağlık profesyonellerinin kadınsı cinselliğe ilişkin patriyarkal düşünceleri bu alana kolay sızar ve kadınları şiddete açık hale getirir, şiddet bu içselleştirilmiş patriyarka nedeniyle de zor tanınır. Kadın bedenleri (ve kadın olduğu varsayılanlar) itaatkâr, pasif, edilgen ve başkalarının hizmetinde olarak yorumlanırken, hamile bedenler manipülasyona ve kontrole açık, kullanılabilir nesneler olarak tasvir edilmeye devam edilirler. Bazı doğum yapan kişilerin doğum şiddeti olaylarını tecavüz olarak tanımlaması, tıbbi istismarı çeşitli fiziksel ve sözlü cinsel saldırı biçimleriyle eş tutması tesadüf değildir (2, 10).

Cohen Shabot doğumun kendine özgü doğasını şöyle tanımlıyor; “Doğum süreci, kırılgan ve zayıf, edilgen kadınlık mitleriyle tamamen uyumsuzdur. Doğum yapan beden neredeyse bir oksimorondur: ‘kadınsı beden’ en yüksek anlamıyla doğum yaparak kadınlığın görevini yerine getiren, kadınların ‘gizemli özünü’ açığa çıkaran, aynı zamanda güçlü, aktif, yaratıcı bir beden olup, kendi etinin parçalanmasına dayanabilen ve iyileşebilen bir yapıdır. İşte bu yüzden tehlikelidir, evcilleştirilme ve kontrol edilme eğilimindedir. (…) Aktif, yaratıcı, güçlü, açık bir doğum yapan beden—çekingen ya da zayıf olmayan, aksine gürültülü ve neredeyse saygısız olan bu beden—tam olarak ‘kadınsı karşıtı’ bir beden olup, tıbbi otoriteler tarafından evcilleştirilmesi gereken tehditkâr bir bedendir.” (10, 12).

Doğum yapan bedene karşı uygulanan şiddet, yalnızca tıbbın kontrolü değil, aynı zamanda özellikle yıkıcı, isyankâr, yabancılaşmaya karşı çıkan, bedeniyle bir olmaya çalışan, bedenlenmiş varoluşunda kendini evinde hissetmeye çalışan bir kadınlığa karşı bir eylemdir (10).

Kadınların patriyarka baskısı altında bedenlenmiş deneyimlerinin her zaman olduğu gibi cinsel ulaşılabilirlik ve metalaştırma ile utanca bağlı olduğu analizi, bu şiddet biçimini açıklamak için hayati önem taşıyor (11).

Doğumda şiddetle ilgili son araştırmalar, doğum sürecinde uygulanan şiddetin cinsel şiddetle pek çok ortak noktası olduğunu öne sürüyor. Cinsel şiddet, ataerkil toplumlarda tam anlamıyla şiddet olarak algılanmıyor, çünkü kadınlar genellikle cinsellik için doğuştan müsait, doğal olarak utanç verici ve acıya uygun olarak görülüyor, erkekler ise kadınlar üzerinde söz söyleme, eyleme hakkına sahip olarak algılanıyorlar. Bu nedenle, ataerkil toplumlarda cinsel şiddeti görünmez kılan aynı mekanizmaların, doğumda şiddetin varlığını da gizlediği, normalleştirdiği veya bu olgunun epistemik olarak tanınmasını engellediği iddia ediliyor (11, 13).

Doğum şiddetinin davranışsal değil yapısal olduğunu görmek hastanelerdeki kadın ebe ve doktorların bile bu patriyarkal şiddeti nasıl yeniden üretebileceğini ve sürdürebileceğini anlamamızı sağlar. Tıbbın genellikle değerlerden bağımsız, kültürel ve ideolojik çerçevelerden uzak, “tarafsız” “bilimin” ürünü olduğu düşünüldüğünden, bu suistimalleri kaba, cinsiyete dayalı şiddet olarak tanımak zor veya imkansızdır. Tıp ve sağlık hizmetlerinde de içselleştirilmiş cinsiyetçi bir anlayış mevcuttur ve cinsiyetçi güç ilişkileri bu alanda da varlığını sürdürür. Doktorlar (çoğunlukla erkek) hiyerarşinin en üstünde, hemşireler ve ebeler ise en altta, onların gücü altında yer alır. Kadınların daha çok, kadınlara uygun görülen bakım görevlerinde, hemşire, ebe, terapist veya diğer orta düzey tıbbi profesyoneller olma olasılıkları halen daha yüksektir (15).

Sağlık hizmeti ve ilişkili hasta-bakıcı etkileşimleri sıklıkla eşitsiz güç dinamikleriyle belirlenmiştir; burada sağlık çalışanı, bilgi ve otoriteyi elinde tutar ve hasta savunmasız bir konuma yerleştirilir.

Öte yandan tıbbın işleyişiyle ilgili de yapısal faktörler söz konusudur, birçok ülkede sağlık hizmeti performans ve verimlilik baskılarına maruz kalıyor. Çoğu kez yetersiz sağlık personeli artmış talebe cevap veremiyor, uzun ve baskı altındaki çalışma saatleri, saate karşı yapılan hasta bakımı ve tıbbi konsültasyonlar personel tükenmişliği olarak doğum bakımı sunumuna yansıyabilir. Öte yandan mobbing ve hasta yakınlarının şiddetine maruz kalmak, şiddet kültüründe sosyalleşiyor olmak, hastalar açısından şiddetsiz bir ortam oluşturmayı zorlaştırıyor (14, 16).

Eğitimli ve yetkin sağlık hizmeti sağlayıcıları olarak kabul edilen kişiler tarafından tıbbi olarak kolaylaştırılması beklenen doğum durumlarında travma ve şiddetin meydana gelebileceği nadiren kabul edilir. Çünkü sağlık hizmeti yapısı gereği şiddet için “kötü” bir niyet barındıramaz (15).

ILO’nun şiddet tanımı, niyetin şiddet için bir ölçüt olmaya devam etmesine rağmen, tek belirleyici faktör olmadığını belirtir. Fiilin niyetinden çok, potansiyel mağdurlarınki de dahil olmak üzere mağdurların bakış açısı önem kazanır: Bu nedenle, ILO’nun şiddet tanımındaki merkezi unsur, fiilin niyeti değil, daha ziyade gerçek veya muhtemel zararın varlığıdır, yani kurban için doğrudan sonuçlardır (17).

Bu nedenle, kasıta vurgu yapan şiddet tanımları son zamanlarda büyük ölçüde reddedildi ve bunun yerine, mağdurun algılarını ve o mağdur için sonuçlarını vurgulayan daha geniş şiddet kavramları benimsendi. Başkalarına zarar vermek veya onları incitmek istenmese de, kişiye saygı, onur ve eşitlik ilkelerini ihlal eden normları ve değerleri sürdürmek mümkün olabilir.

Bu şiddeti adlandırmanın ve böylece görünür kılmanın kadınları ve sağlık çalışanlarını güçsüzleştirebileceği ve değişime engel olacağı fikrine karşı, kadınlar deneyimlerini kabul edip paylaşabildiklerinde güçlenme yoluna girebileceklerini savunmak ve insanların bir sorunun değiştirilebilmesi için önce farkında olmaları gerektiğine inanmak önemlidir. Bu şiddet biçimlerinin varlığını inkar etmek ve kadınlara ve doğum yapan kişilere bir ses vermemek, bilimsel ve akademik araştırmalarda çok sık yer alan adaletsizliklerin yeniden yaratılması ve sürdürülmesi anlamına gelir.

Tıbbi personelin bu şiddeti bilerek uyguladığını iddia etmediğimizi belirtmek önemli. Doğum şiddetini cinsiyete dayalı şiddet olarak tanımlamak, bunun davranışsal değil yapısal olduğu anlamına gelir; personel yalnızca mevcut yapının şiddetini sürdürmektedir. Doğum şiddeti elbette beyaz, batılı, orta sınıf kadınlar tarafından azınlıklara veya marjinal ve yoksul kesimlere göre çok farklı deneyimleniyor. İlki, doğumda teknolojinin aşırı kullanımına daha fazla maruz kalıyor, bu da doğum yapan kadınların öz imajını ve kontrol ve eylemlilik duygusunu azaltıyor (15).

Kadınlara yönelik bu tür şiddet ve aşağılama belirli coğrafi bölgelerle veya belirli sosyoekonomik statüdeki kadınlarla sınırlı olmamakla birlikte, düşük statülü, ergen veya evli olmayan, etnik azınlıklardan gelen ve HIV/AIDS ile yaşayan kadınların bu tür istismara maruz kalma olasılığı daha yüksektir.

Siyah kadınların bu konudaki deneyimi farklıdır: acıları normal bile kabul edilmez, basitçe varolmaz. Siyah kadınların daha az medeni, daha hayvan benzeri ve bu nedenle acı çekme olasılıklarının daha düşük olduğu -bedenlerinin beyaz kadınların bedenlerinden daha dirençli olduğu- biçimindeki ırkçı fikir, siyah kadınları günlük acı kurbanları olmaya daha da yatkın hale getiriyor. Bu bağlamlarda beyaz ve beyaz olmayan kadınların bedenlerinin nasıl algılandığı konusunda önemli farklılıklar vardır: hem cinsel ulaşılabilirlik hem de utanç da ırksal olarak inşa edilir. Siyah kadınların cinselliği, beyaz kadınların cinselliğinden çok daha sık olarak ahlaksız ve şehvetli olarak tanımlanır ve utanç ve aşağılama bu kavramlara göre kışkırtılır ve içselleştirilir (11).

Siyah kadınlar, sosyoekonomik ve eğitim düzeyi kontrol edildiğinde bile, beyaz kadınlara göre üç kat daha fazla ulusal anne ölüm oranına maruz kalmaya devam ediyor. Çoğu yüksek gelirli ülkenin doğum bakım sistemlerindeki açık şiddet, orta ve düşük gelirli ülkelerdeki doğum şiddetine kıyasla daha az yaygın. Bu ülkelerde doğum şiddeti; vurma, çimdikleme, küfür etme, ağır aşağılama ve bazen önlenebilir ölüm gibi biçimlerde daha açık bir şekilde görülebilir (4).

Meksikalı kadınların %33,3’ü son doğumlarında doğum şiddetine maruz kalmıştır: %23,6’sı doğumda istismar ve şiddete, %17,1’i rızaya dayanmayan bakıma maruz kalmıştır. Cinsiyet, diğer sosyal tabakalaşma değişkenleriyle etkileşime girer (9).

Kadınların doğum servislerinde karşılaştıkları diğer durumlar, başka herhangi bir bağlamda muhtemelen suç teşkil eden bir eylem olarak kabul edilecek olan sözlü, fiziksel ve cinsel saldırıya benzemektedir. Ancak, son yıllarda anne haklarına ilişkin araştırma ve savunuculuk faaliyetlerinin odağı, kaliteli sağlık tesisi temelli doğum bakımının sağlanmasından, teknik ve klinik yeterliliğin ötesine geçen ve her bir kadına hem insani hem de saygılı bir muameleyi içeren ‘sağlık hizmeti’ anlayışındaki değişime doğru kaymıştır. 2012 yılında küresel anne sağlığı katılımcılarına yönelik yapılan bir ankete katılanlar, kadınların %56’sının kendi ülkelerinde mahremiyet ve aydınlatılmış onam eksikliği tespit ettiğini ve doğum sırasında sözlü tacize maruz kaldığını belirtmiştir. Doğum sırasında sağlık çalışanları tarafından serviks açılmasını ve silinmesini, fetal baş pozisyonunu ve zar durumunu değerlendirmek için kullanılan vajinal muayenenin, sıklıkla aydınlatılmış onam olmadan rutin olarak uygulandığı ve bu biçimiyle beden bütünlüğüne saygı gösterilmeyen bir eylem olduğu kabul ediliyor (11, 15).

“Obstetrik şiddetin birçok unsurunda olduğu gibi, doğum sırasında vajinal muayeneler çoğunlukla sorgulanmaz, ‘doğal’, ‘normal’ bir ‘doğum yönetimi’ parçası olarak görülür. Doğum yapan bazı kadınlar vajinal muayeneleri o sırada müdahaleci ve şiddetli olarak deneyimliyorlar (bazıları ise reddediyor), ancak daha pek çoğu -benim gibi- bunları doğumun ‘tipik’ rahatsızlığı, acısı ve utançtan oluşan tartışmasız bulanıklığının sadece başka bir parçası olarak deneyimliyor. Birçok kadın gerçekten de vajinal muayeneleri bedensel bakımdan şiddet olarak algılar, ancak bu şiddetin tam epistemik tanınması engellenir”. Vajinal muayeneler ayrıca enfeksiyonu artırabilir ve/veya amniyon kesesinin yırtılmasına neden olabilir. Ancak uygulamanın en önemli dezavantajı muhtemelen birçok kadının bunu deneyimleme şeklidir: şiddetli utanca, hatta bazen Travma Sonrası Stres Bozukluğuna neden olabilen acı verici, invaziv bir uygulama olarak (11).

Cerrahi nitelikte olan ve genellikle sağlıklı kadınlarda çok az veya hiç gerekçe olmadan kullanılan doğumdaki en yaygın iki müdahale: epizyotomi ve sezaryendir. Epizyotominin sınırlı kullanımı, rutin kullanıma kıyasla daha iyi sonuçlarla ilişkilidir. Yine de, epizyotomi oranları Avrupa hastanelerinde büyük ölçüde değişmektedir: Kıbrıs, Polonya ve Portekiz’de %70, Valonya, Flaman bölgesi, Çek Cumhuriyeti ve İspanya’da %43-58 ve Galler, İskoçya, Finlandiya, Estonya, Fransa, İsviçre, Almanya, Malta, Slovenya, Lüksemburg, Brüksel, Letonya ve İngiltere’de %16-36 gibi yüksek oranlara sahiptir. 2010 yılında, bildirilen en düşük epizyotomi oranları Danimarka’da (%4,9), İsveç’te (%6,6) ve İzlanda’da (%7,2) olmuştur. Ancak, bazı ülkelerde, ilk kez doğum yapanlara rutin olarak epizyotomi uygulanmaktadır. 1995-1998 yılları arasında 16 Latin Amerika ülkesindeki 122 hastaneden alınan verileri analiz eden hastane tabanlı tanımlayıcı bir çalışma, hastanelerin %87’sinde epizyotomi oranlarının %80’den yüksek, %66’sında ise %90’dan yüksek olduğunu göstermiştir. Ayrıca 2005-2006 yıllarında Meksika’da yapılan bir çalışmada epizyotomi oranlarının %84 olduğu bildirilmiştir.

Dünya Sağlık Örgütü, %10’un üzerindeki sezaryen oranlarının nüfus düzeyinde daha düşük anne ve yenidoğan ölüm oranlarıyla ilişkili olmadığını doğruluyor. Bununla birlikte, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) 2013 yılı verilerine göre; Türkiye, Meksika ve Şili %45 ile %50 arasında değişen rakamlarla en yüksek orana sahip. Latin Amerika, dünyadaki en yüksek sezaryen oranlarının olduğu bölge; Brezilya bu eğilime %54 ile öncülük ediyor. Dünya genelinde sezaryen oranları özel ortamlarda ve daha yüksek ekonomik statüye sahip kadınlarda daha yüksek olma eğiliminde. Şili’de, sezaryen oranları 2012 yılında kamu sağlık kuruluşlarında %39, özel sağlık kuruluşlarında ise %72 idi.

Sezaryen oranlarındaki farklılıklar arz ve taleple ilgili faktörlere ve en doğrudan şekilde ekonomik faktörlere bağlıdır. The Economist dergisinin 2015 tarihli bir makalesinde belirtildiği gibi, sezaryen doğumların küresel artışı tıbbi gereklilikten değil, artan zenginlikten ve doktorlar için aşırı müdahaleleri etkileyen malpraktis sorumluluk endişelerinden kaynaklanır (8).

En yararlı gereçler, daha sonra atılması gereken araçlardır. U. Eco – Gülün Adı

Sağlıkta onuru tanımlamak zordur, ancak her birey içgüdüsel olarak onurunun ihlal edildiğini fark eder ve onuruna saygı gösterildiğinde de aynı şekilde bunu fark eder. Neredeyse herkes, onu tanımlayamasa bile, onurunun korunmasını ve artırılmasını ister. Onuruna saygı duyulan veya artırılan bir kişi bunu hissedecektir. Hekimler ve diğer sağlık personeli, onur temelli bakım sunmayı sağlamada bir role sahiptir. Bu, hizmet kullanıcıları ile kendilerine ve ailelerine bakanlar arasındaki iletişimin iyileştirilmesi, birlikte üretilen ayrıntılı bakım planları, iyi beslenme, optimum ağrı yönetimi, ve yalnızlık ve izolasyonun önlenmesi yanında içselleştirilmiş patriyarkal kodların farkında olarak kadına yönelik şiddeti bakım merkezlerine taşımamak yoluyla elde edilebilir – onur tüm bakım planlarının merkezinde olmalıdır (5).

Sağlık otoriteleri, tüm kadınların müdahaleler hakkında kanıta dayalı ve tarafsız bilgilere erişebildiğinden emin olmalıdır. Doğum şiddetinin anneler, bebekler ve aileleri üzerindeki etkisi üzerine tartışmalar, ilgili tüm eğitim kurumlarının (yasal, tıbbi, ebelik, hemşirelik ve diğerleri) müfredatına dahil edilmeli ve cinsiyetle ilgili boyutları vurgulanmalıdır. Bu gerekli bir adım çünkü doğum şiddetinin birçok yönü sorgulanmaz, hafife alınır ve doğallaştırılır (8). Çok daha geniş, daha bütüncül, sömürgecilik ve patriyarka karşıtı bir sağlık bakımı için, ara dönemde bulunduğumuz şu günlerde, “doğum şiddeti” terimini tereddütsüz ve korkmadan kullanmak elzem; tam da onu politik olarak belirtmek, tanımlamak epistemik olarak meşrulaştırmak ve sonunda şiddeti ortadan kaldırmak için kullanmaya devam etmek gerekiyor…

Bu yazıyı yeni bitirmiştim, 50 yaşlarında sanatçı bir kadın arkadaşım gelmişti, biraz yazıdan bahsettim ki, bir hafta önce başına gelen olayı anlattı: jinekolojik muayeneye gitmiş, “ben her muayeneye duş alarak giderim, ama pubik kıllarımı kısa olarak bırakırım, tamamen almam, beni enfeksiyondan koruduğunu düşünüyorum” dedi. Erkek doktor muayene ederken; “Utanmıyor musun böyle gelmeye” demiş. Düşünebiliyor musunuz, 50 yaşında bir kadın, yani kocaman kadın anlamında söylüyorum, küçük olsa ne fark eder tabii, şok edici. Bu pervasızlık hâlâ sürüyor yani. Arkadaşım konu açılmasa bunu anlatmayacaktı büyük ihtimalle. Kim bilir neler geliyor insanların başına… Daha çok bahsetmek gerekiyor bundan. Hekimlerin konuşması ayrıca kıymetli diye düşünüyorum.

Kaynakça

  1. Abid Faheem; The nature of obstetric violence and the organisational context of its manifestation in India: a systematic review. Sexual and Reproductive Health Matters https://doi.org/10.1080/26410397.2021.2004634
  2. Andrés Restrepo-Sánchez; Autonomy, Violence, and Consent in the Obstetric Field.  Hypatia (2024), 1–27 doi:10.1017/hyp.2024.84
  3. Ester Massó Guijarro; La violencia obstétrica como injusticia epistémica: el parto en disputa. PMID:38000003 https://doi.org/10.18294/sc.2023.4464
  4. Farah Diaz-Tello JD; Invisible wounds: obstetric violence in the United States. https://doi.org/10.1016/j.rhm.2016.04.004
  5. Gabriel Ivbijaro*; A global agenda for dignity and health: a personal opinion, Academia Mental Health and Well-Being. Volume 1; Issue 3. doi.org/10.20935/MHealthWellB7361
  6. Jamie R. Abrams; Distorted and Diminished Tort Claims For Woman, University of Louisville Law School, Legal Studies Research Paper Series, Paper No. 2013-13
  7. Lorraine M. Garcia; Obstetric violence in the United States and other high-income countries: an integrative review. https://doi.org/10.1080/26410397.2024.2322194
  8. Michelle Sadler, a Mário JDS Santos; Moving beyond disrespect and abuse: Addressing the structural dimensions of obstetric violence. https://doi.org/10.1016/j.rhm.2016.04.002
  9. Roberto Castro; Obstetric Violence in Mexico: Results From a 2016 National Household Survey. https://doi.org/10.1177/10778012198367. https://orcid.org/0000-0002-1440-2460 Volume 26, Issue 6-
  10. Sara Cohen Shabot; Making Loud Bodies “Feminine”: A Feminist-Phenomenological Analysis of Obstetric Violence (2016). DOI: 10.1007/s10746-015-9369-x
  11. Sara Cohen Shabot; Why ‘normal’ feels so bad: violence and vaginal examinations during labour – a (feminist) phenomenology (2020). https://doi.org/10.1177/1464700120920764
  12. Sara Cohen Shabot, Michelle Sadler; “My Soul Hurt, and I Felt as If I Was Going to Die”: Obstetric Violence as Torture, Hypatia (2023), 1–21 https://doi.org/10.1017/hyp.2023.72
  13. Sara Cohen Shabot, Keshet Korem; Domesticating Bodies: The Role of Shame in Obstetric Violence, Hypatia (2018), Vol 33, No 3. https://www.researchgate.net/publication/
  14. Selen Göbelez, https://feministbellek.org/dogum-siddeti/
  15. Shannon Henni; “Shut Up… and Push!” – Obstetrical Violence, Dignified Health Care and the Intersection with Human Rights, Journal of Integrated Studies, Vol 8, No 1(2016) 17.
  16. Suellen Miller, Andre Lalonde; The global epidemic of abuse and disrespect during childbirth: History, evidence, interventions, and FIGO’s mother−baby friendly birthing facilities initiative. https://doi.org/10.1016/j.ijgo.2015.02.005
  17. Sylvie Lévesque and Audrey Ferron-Parayre; To Use or Not to Use the Term “Obstetric Violence”: Commentary on the Article by Swartz and Lappeman.  https://doi.org/10.1177/1077801221996456
  18. Şeyma Kilci, Özlem Demirel Bozkurt, Aynur Saruhan; Bir Kadın Hakkı İhlali: Obstetrik Şiddet. Arşiv Kaynak Tarama Dergisi. Yıl 2020, Cilt: 29 Sayı: 2, 122-128, 30.06.2020. https://doi.org/10.17827/aktd.535574.

[1] Doğumun ikinci evresinde, bebeğin başının çıkması için vajinal açıklığın yetersiz olduğu durumlarda, vajina girişinde yapılan bir kesidir.

[2] Jinekolojik şiddet patriyarkal şiddet biçimlerinden biri olup, ayrıca ele alınması gereken önemde olduğu için bu yazının konusu dışındadır.

Bir cevap yazın

Please enter your comment!
Please enter your name here

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.