LGBTİ+ kimliğinizle var olabileceğiniz Kemalist milli alan, Türk olmayan LGBTİ+’lara, Türk olmayı yüceltmeyenlere kapı duvar olacağı konusunda bize hayli ipucu veriyor.
Cinsellik, arzu ve beden hakkında düşünürken, (homo-kuir) cinsel olanı yaşamayı-açılmayı başka şekilde harekete geçiren başlıca yerlerden birin spor müsabakaları olduğunu söylemeliyiz. Sporda arzu veya aşk dinamiklerini harekete geçiren sağlam bir yan var. İnsana özgü ve birbiriyle temas halinde olan bedenlerin doğurduğu bu oyun bizatihi cinsellik arzusunun özünü ifade ediyor bana kalırsa. Erkekliğin, kadınlığın ‘keskin’ sınırlarının çizilmesinin, neyin erkeksi neyin kadınsı olarak belirlendiğinin etkisine rağmen spor ortamlarında homoerotizm gibi kuir ilişkilenmeler büyük ölçüde mümkün hale gelebiliyor.
Normatif toplumsal cinsiyet sahasını ürettiğini düşündüğümüz spor alanı (ki öyle) erkek taraftarlar tarafından özellikle Afrikalı erkek futbolcuların hayalarına yüz sürmeyi heves eden pratikler altında iş gördükleri bir aygıta da dönüşebiliyor. Hatta futbolun erkekler tarafından bu kadar arzulanabilir olması, kapitalist sermayenin bir ürünü olmasına rağmen, kadınların hâlâ futbolun ‘gerçek’ özneleri haline gelememesinin sebebi gizli erkek “homososyalliğin” bilinçli etkinliğinden. İkili toplumsal cinsiyete halel gelmesin diye püskürtülen arzunun devinimleri-bastırma- sporun dünyasında keşfedilerek kuir dönüşümlere evrilme imkânı bulabiliyor. Mesela Arjantinli futbolcu Mauro Icardi’nin Galatasaray’a transferi erkek taraftarlar arasında bir fantezi dalgası yarattı. Günlerce konuşuldu, beyitler ihsan edildi. Futbol nasıl sadece futbol değilse, futbolcunun da sadece futbolcu olarak iş görmediği açıktı. Icardi için söylenen ”tutsak yüreğim biliyorsun sen de ince ince” sözleriyle Aşkın Olayım şarkısı sadece en iyi futbolcuya duyulan hayranlığın yansıması değil, kimse kandırmasın bizi. Bedenlerin fantezi güzergahına ev sahipliği yapan sahalarda Alex de Souza’dan Icardi’ye, Pascal Nouma ve Şabani Nonda’ya kadar ”Türk” milletinin libidosunu yükselten şeyi de öğrenmiş olduk: beyaz olmamak.
Voleybolcu Melissa Vargas sevgisi de, azgınlığı mı desem, süper oyuncu potasında eritilemeyecek kadar kuireretozim barındırıyor. Son iki yıldır voleybola artan muazzam ilginin nedeni aynı zamanda Ebrar ve Vargas’ın çekiciliğinden kaynaklanıyor olabilir. Hele Vargas, tatlı ten rengiyle ecdattan heteroseksüel olduğu iddia edilen bu milletin kuir duygusuna meyil vermiş gibi görünüyor. Dahası, sempatik soft butch halleri, bedeninin belirlenmiş morfolojik ideallere uygun düşmemesi kuir cinsel arzularını keşfetmemiş kadınlarda başka bir cinselliğin ıslaklık hissini yaratıyor gibi. Söylemek lazım ki, Vargas’ın yönelimi/kimliği hakkında açık bir bilgiye sahip değiliz; bahsetmeye çalıştığım bu bedenin dışa vurduğu cinsellik fantezisinin anlaşılırlık normlarına denk düşmediği. İşte onu ve Ebrar’ı sıradan olanın temaşası dışında izlenebilir kılan nokta aslen bu. Bu demek değil ki voleybol/futbol serüvenine yükselen ilgi salt cinsel çekime dayalı; fakat toplumsalın alanında neyin görünür olup olamayacağına belirleyen parametrelerein canına oyun vasıtasıyla okunabiliyor. Müthiş lezzetli bir oyun sergilemeleri de cabası.
Toplumsal cinsiyet ikiliğinin tesis ve tahkim edilmesini sağlayan anlaşılırlık normlarını (Butler, 2020) büken Vargas ve Ebrar’ın Türkiye gibi su götürmez milliyetçi heteropatriyarkal bir ülkenin “milli gururu” olmaları kaderin insanın sırıtarak baktığı bir cilvesi olabiliyor. Düzenleyici bir iktidar işlevi gören “Milli gurur”“, bir milletin başarıları, kültürü, tarihi ve diğer değerleri ile ilgili duyulan gurur ve onurdur. Yani bir ulusa ait olmak demektir; bir ulusa ait olmak ‘milli’ olarak adlandırılır. Siyasal İslâmcı kanadın, ki bunlar çoğunlukta olmayan ama gücü elinde bulunduran arsız azınlık takımı, açık kimlikli Ebrar Karakurt’u sapkın suçlu ilan etmesi ve Kemalist laikçi kanadın ’milli gurur’ sevinciyle kendisini bağrına basması arasındaki siyasi kutuplaşma, Kemalistlerin kendilerini çağdaş medeniyetin temsilcisi olarak kayırmasıyla ve modernleşmeci reform hareketinin tek unsuru olarak görmesiyle alakalı olabilir mi? Bir “biz iyiyiz, onlar kötü” havası oluşturarak, iyilik konumuna yerleşirken, resmî ideolojilerini egemen milli kimlik dışında kalan kimselerin burnundan fitil fitil getirdikleri gerçeğini örten bir sığlığı kolayca yaratabiliyorlar. Alıcısı da az değil.
Bana kalırsa siyasal İslâmcı millilik ile Kemalist millilik arasındaki çekişmenin temsili karakter rolüne bürünen Ebrar’ın cinsel yönelimi, hakiki milli iradenin aslında ne olduğu ve kime ait olduğunun bir göstergesi olarak iş görüyor. Kemalist laisizm bu tartışmanın bahsinde üstün çıkar gibi, çünkü LGBTİ+’ları Türk ulusuna zararlı meseleler olarak görmemekte, şu ana kadar. Bunun nedeni elbette Kemalizm’in demokrasinin lalettayin bir uzantısı olması değil şüphesiz; bilakis Kemalizm siyasal İslâm’ın ifrit modeller olarak öne sürdüğü Ebrar ve Vargas’lara yanaşarak, İslamcıları milliyetçiliği zehirleyen, gerici; kendileriniyse hakiki ilerici millici olarak tanımlama olanağı bulmakta. Esasen Kemalist ethos hiçbir zaman LGBTİ+’ların insan haklarıyla ilgilenmiş de değildi. Hatta Kürt gerilla hareketini kültürel olarak yozlaşmış bir konuma sabitleyerek yıllarca eşcinsellik üzerinden Türkiye toplumuna kara propaganda yaptı. Klasik modern-gerici ikiliği içinde modernist milliciler LGBTİ+ insanlar için demokratik bir dönüşümün kapısını aralamaktan ziyade, İslamcıların ellerinden almak istedikleri milliyetçiliğin dönüşümüyle ilgileniyor olmasınlar? Belki bu yüzden de Ebrar ve Vargas popüler konuma erişti. Kendilerine, yani laik Türk ulusuna, en az hasar verebileceklerini düşündükleri bu konumu uygun gördüler. İnsan haklarında yana olma vitrini; ne denir, bizim ‘pinkwashing’miz de Kemalizmle olacakmış, işe bak! Yine de bunun LGBTİ+’lara kazandırdığı şeyler olduğunu düşünüyorum , bazı özgürlüklere veya tanınma normlarına kavuşabilmek için bazen boyun eğme pratikleriyle karşılaşabiliyoruz. Mesela, trans dönüşüm sürecinde maruz kalınan psikiyatrik, tıbbi, hukuki sorgulamalara/süreçlere ”boyun eğdiğimiz” gibi. Özgürlüğe/istediğimize ulaşmak için, henüz değiştiremediğimiz bu alçak sistemde, bazı emirleri yerine getirmek durumunda kalabiliyoruz.
Elbette özgürleşmenin, özgürleşemeyenlere yönelik bedeli olabiliyor. Butch lezbiyen/kuir kadınlara birdenbire ’sahip çıkan’ Kemalist milliyetçilik, voleybolu zaten Atatürk’ün kızları/kadınları olarak konumlandırmakta, kimliğin homojenleşmesi olarak Türk kadınının gücüyle yeniden kurgulamakta. Bu tutumlar, LGBTİ+ kimliğinizle var olabileceğiniz Kemalist milli alanın, Türk olmayan LGBTİ+’lara, Türk olmayı yüceltmeyenlere kapı duvar olacağı konusunda bize hayli ipucu veriyor.
Spor alanının, okunabilir, anlaşılabilir bedenin/cinselliğin dışında kurgulanabilmesinin, toplumsal cinsiyetini içsel bir kader olarak yaşamayan kadınların* performatif sahnesine dönüşebilmesinin insanı heyecanlandıran bir yanı var. Her hâlükârda “Ötekilik etiği”ni yadsıyarak sporda iktidar kurma çabasındaki bu millici çekişmeleri ve erkek egemen hiyerarşiyi gözden kaybetmeden, sporun başka arzuları yaşamaya olanak tanıdığını, bir nevi bir özgürleşme hissini yaratabileceğini, kuir temsillerin tek yönlü olduğunu düşündüğümüz arzumuzu dürterek frekanslarını çoğaltabileceği imkanını fark etmek gerekiyor. Cinsel/bedensel Başka’lığın temsili sadece imkanlar yaratmaya bağlı değildir; temsiller bir tür yüzleşme içerir. Dünyanın bir elin iki parmağından daha fazla arzu dolaşımlarının olduğu, bilinenin bilinmeyenle (bastırılanla) arasındaki ilişkinin geçirgen olabileceğine olanak veren bir yer olduğunu anımsatır.
Sporun LGBTİ+ gerçekliğini yeniden inşa eden, cinselliği yeniden kuran ve neyin arzulanabilir olduğuna geniş alan tanıyan bir mücadele alanı olması pekâlâ mümkün (Yılmaz, 2019). İşte böylece, bedenlerin yapıp ettiği, durmadan hareket halinde olduğu oyun hali, ötekine arzumuzu yansıttığımız gibi, bizim üzerimize de arzu yansıtılan yer oluyor. Böylelikle oyun/spor toplumsal olarak kurulan tanınma normlarının dışarda bıraktığı belli hayatları tanınır/anlaşılır hale getirmeye olanak sağlıyor: bu belli hayatların korunmaya değer olduğunu, kamusal tanınmaya layık olduğunu ve ölümlerinin yasının tutulabilir olduğunu vurguluyorr.
Militan/intikamcı milliyetçiliğin sivil vatandaşlığa izin vermediği, yani devlete “mesafesini koymuş bir vatandaş anlayışının” öne çıkamamasının hâkim olduğu Türkiye’de spor/oyun alanı lezbiyenliğe sahip çıkarken Türk olamayanı ağır hasarlı şekilde yeniden üretebiliyor. (Üstel, 2013). Ben de dahil olmak üzere büyük ihtimalle Türk olmayanlar, Türklük dairesinin içinde mutsuzluktan hareketsiz kalmış olanlar, Türkiye kadın millî voleybol takımının şampiyonluk maçını ‘sivil vatandaşlar’ olarak izleyip, sevindik. Demokratik sevince yaklaşabilmeyi, asker-vatandaş değil, aktör-vatandaş olabilmeyi radikal bir ortaklık olarak görenlerin sayısı hiç az değil kanımca. Demek istediğim, orduyla cami arasına sıkıştırılmış bir toplumun gidebileceği yer var; yeter ki bağnaz milliyetçiliğin dışında görebilme kuvveti gösterilebilsin. Dedikten sonra, spor aynı zamanda hakikati de söyleyebilmenin yeriyse, daha çok hakikatle yüzleşilmesi gereken bir mücadele sahası olacağı muhakkak. Çünkü “benim ülkemi lezbiyen yapamayacaksınız” ile Türk değilsen “ya sev ya terk et” arasındaki nefret ortaklığı hayatın çeşitli alanlarının tekelini/imtiyazını kaybetmemekle hemhâldır.
Not:*Kadın derken, toplumsal cinsiyet ikiliğin dışındaki kadınlar demek istiyorum; ”kadın” denildiğinde hemen akla gelen belirli bir morfolojinin ve yapı-etme biçiminin dışındaki kadınlar; Nonbinary, maskülen/dyke, androjen, soft butch, Drag King, transgender.
Kaynakça
Butler, J. (2020). Cinsiyet Düzenlemeleri. Çözülen Cinsiyet (B. E. Aksoy, Çev.). içinde Monokol.
Üstel, F. (2013). Bir Vatandaşlık Projesi Olarak Kemalizm. A. Altnörs (Dü.) içinde, Resmi İdeoloji ve Kemalizm. Ceylan.
Yılmaz, D. Ş. (2019). Futbolun Öznesini Yeniden Düşünmek. Marmara Üniversitesi Spor Bilimleri Fakültesi, yayımlanmamış tez.