Biz nasıl ses çıkaracağımızı ve bir de bunu nasıl duyuracağımızı bin bir türlü yoldan bin bir şekilde öğrendik. Çünkü öyle yapanlarımız sesini duyurdular ve böyle böyle sesini duyurma becerilerimizi geliştirdik.

Twitter’den uzak olduğum halde, siz de görmüşsünüzdür, bir Farah Zeynep tweeti etrafında bir şeyler olmuş. Olanı görünce neden bilmiyorum, daha önce hiç görüp duymadığımızdan da değil ama ben çok sinirlendim. Oturdum işimin gücümün, derdimin tasamın arasında bir şeyler yazdım ve sizle de paylaşmak istedim.

  1. Yılmaz Güney’in ailesi Farah Zeynep Abdullah’ın tweeti hakkında bir basın açıklaması yapmış.
  2. Güney’in ailesi 18 kelimelik ve bir de gülme ifadesi olan bir tweet için iki sayfa basın açıklaması yapmış. Basın açıklamasının sonunda da “Her türlü yasal hakkımızı kullanacağız” demişler.
  3. Güney’in ailesi; Murathan Mungan hiçbir şerh düşmeden yönetmenliğini, oyunculuğunu, senaristliğini ve “boynunu hafifçe yana kırarak hüzünle bakarken içimizin en ücra yerine dokun(masını)” övdüğü bir tweet atıp, Farah Zeynep de öyle çok da ciddiye bile almadan Yılmaz Güney’in bir de kadın dövdüğünü hatırlattı diye oturmuşlar; müthiş, çok etkileyici, hiçbir falsosu olamayan, en politik doğrucu kelimeleri seçerek ve en doğru yerde kullanarak, akıcı, anlaşılır, adeta güzel ülkemizin hem sağcısı hem solcusunun içinde kendinden bir şeyler bulabileceği ve yeri gelip kendisi için kullanabileceği adeta referans bir metin yazmışlar.

Fakat bir şeyi unutmuşlar. Bu metni erkekler için yazmışlar. Kadınları unutmuşlar.

Yahu anam babam, hocam kirvem, yoldaşım kekem, sence biz, biz gerçekten bunları yer miyiz?

Sadece oyunculuğuyla bilinen ve sadece bununla kaldığı için her türlü kadınlık durumu da yerden yere vurulan ama neşesini de bozmayan bir kadın hiçbir hakaret etmeden, hiçbir yalan söylemeden, iftira atmadan, manipülasyona başvurmadan; Türkiye’nin en tanınan ama bir de solculuğu ve bazı çok büyük hassasiyetleriyle tanınan bir edebiyatçısı sadece ve sadece Yılmaz Güney güzellemesi yapan ve ama sadece ve sadece güzellemesini yapan bir tweete, 18 kelimelik başka bir tweetle cevap vererek “aynı zamanda kadın da döverdi” yazdı diye, yani bu solcu ve hassas adama bu güzellemeler bu şerh düşülmeden yapılamaz dedi diye, belki yazdığı mecranın kelime kısıtı olmasa, belki kendisi de aynı sektörde olduğu için “kadın döverdi ama evet iyi oyuncuydu” falan diye de arkasını getireceği ya da getirmek zorunda kalacağı bir kadına cevaben; söze devrimcilerden, işçilerden ve lgbti+lardan ve kadınlardan (son ikisini büyük harfle yazabilmek isterdim) ve onlara yönelik her türlü devlet şiddetine vurgu yaparak başladığınız ve Yılmaz Güney’in hayatında miniminnacık bir detay olan bu şerhin, bu toplam 18 kelimelik şerhin neden asla ve kat’a kabul edilemez olduğunu, neden bu gerçeğin hiçbir suretle hiçbir yerde dile getirelemez olduğunu Yılmaz Güney’in hayatından, büyük ve görkemli dönüşümünden ve bu dönüşümün nasıl hepimize örnek olup, nasıl hepimizi dönüştürebileceğinden dem vuran tertemiz bir metin yazmışsınız. Vallahi bravo, ellerinize, aklınıza, kocaman yüreğinize sağlık! Tabii, o Yılmaz Güney o görkemli dönüşümün hikayesini anlata anlata nasıl şiddete uyguladığı kadınları görünmez kıldıysa; sizin de ailesi olarak o şiddeti dile getiren bir başka kadını susturmaya her türlü hakkınız muhakkak vardır. Hak, hukuk, adalet, özgürlük ve hatta dönüşme ve dönüştürebilme kuvveti! Bunların hepsi yanınızda, arkanızda, go go go!

O görkemli dönüşümün sadece hepimizi dönüştürmesi yeterli değil bir de hizaya sokmalı, esas duruşa geçmeli ve selam durmalıyız ona biz. Yetmezse elini ayağını öpmeli, bu kör gözlerin göremediği, sağır kulakların duymadığı ve fani zihinlerimizin algılayamadığı esaslı, büyük dönüşümden her gün üç kez payımıza düşeni almalıyız biz. O dönüşüme meftun olmalı, onunla evlenip çoluğa çocuğa karışmalıyız. Sayenizde gözlerimiz ve zihnimiz açıldı, bir de ferahlama geldi. İşte belki de o dönüşüm şimdiden dönüştürmeye başladı bile bizi.

Gerçi metinde Yılmaz Güney’in hayatına girmiş ve ondan şiddet görmüş kadınlardan, bu kadınlardan bir kısmının nerede ne yaptığından ve Güney ve şiddeti hakkında neler düşündüğünden, o şiddetten sonra kendi hayatlarında neler olup bittiğinden, neyi yapıp neyi yapamadıklarından, nasıl dönüşümler yaşadığından ve hiçbirinin isminden bile yani işte böyle küçük ayrıntılardan hiç bahsetmemişsiniz. Ama olur o kadarcık şey. Neticede, siz bizden iyi biliyorsunuz ki her şeyi de devletten beklememek lazım. Ya da aynen devletin uyguladığı şiddetlere başvurup, bunu savunmak için aynen devletin başvurduğu manipülasyon taktiklerine başvurup, devlet şiddetinden bahsederek açtığı bir metni genç, iktidarın bir anda topa koyabileceği özelliklere sahip bir kadın oyuncuyu yasal yollara başvurmakla tehdit eden erkeklerden de beklememek lazım tabii.

Fakat işte diyorum ya, biz kadınları siz biraz kolay unutuyorsunuz. Biz her seferinde hatırlatmasını, kapıdan olmasa bacadan girmesini, tatlı dille olmasa döve döve hatırlatmasını biliyoruz, bunların hepsini öğrendik ama işte siz biraz kolay unutuyorsunuz.

“Yok yaşanmadı öyle şeyler” dediğinizde nasıl yaşandığını bir bir, sakin sakin, defalarca anlattık.

“Yaşanmış olabilir de yani kadın da şimdi bilemeyiz ne yaptı” dediğinizde, tuttuk başka kadınlar getirdik, onlar da anlattı.

“Delirmiş zaten bunlar, zaten başka sorunları da varmış, zaten hep histerikmiş, kimse sevmezmiş” dediğinizde sinirlendik, karşınızda durduk, olmadı güldük eğlendik, işimizi en güzelinden yaptık, eşimizi dostumuzu topladık ve ayakta kaldık.

Yahu biz bazı kanunlara ve bazı mahkeme kararlarına bile uğraştık didindik, kampanya örgütledik, lobi yaptık, gerektiğinde öldük gerektiğinde yaşadık sesimizi, sözümüzü ve hatta bizim için hayati bazı ilkelerimizi soktuk.

Siz de şimdi kalkmış, bu kapıların her birini biz sizin yüzünüze yüzünüze kapadık diye “tamam da bir de bu var” diyen bir tarafa, gayet güçlü, gayet sağlam, eşi dostu her bir şeyi tam, sevilen bir kadın bu kadarcık bir gerçeği söyledi diye bunun nasıııl kabul edilemez olduğunu ve bu hatırlatmanın ne kadar kabul edilemez olduğunu şahane, dört dörtlük anlatan bir metin yazmışsınız. Bak gördünüz mü, işte şimdi kalakaldık.

Hiç öğrenemiyorsunuz ve çok çabuk unutuyorsunuz bazı şeyleri. Yemezler oğlum yemezler. Biz söyleyince inanmıyorsunuz ama bakın bizim bunu yemeyeceğimizi bilim söylüyor. Hem de bilimin -çok eski zamanlarda bir takım uzak ülkelere ve çok yakın zamanlara kadar bazı okullara onlar gidebildi diye- daha ziyade erkeklerin geliştirdiği bir alanı söylüyor. Bizim bunu yemeyeceğimizi size evrim söylüyor.

Çünkü biz kadınlar evrimleştik.

Sesi çıkanımızın sesini kestiniz, bazılarımız sessiz sessiz, başka türden direnme başka türden hayatta kalma biçimleri bularak ama sessizleşerek yaşadılar ya da yaşayamadılar.

Biz nasıl ses çıkaracağımızı ve bir de bunu nasıl duyuracağımızı bin bir türlü yoldan bin bir şekilde öğrendik. Çünkü öyle yapanlarımız sesini duyurdular ve böyle böyle sesini duyurma becerilerimizi geliştirdik.

Belki aramızdan en güzellerini öldürdünüz. Bin bir yolla bir sürü vahşet türüyle öldürdünüz. Biz kalanlar belki en güzelleri değiliz ama değişen koşullara en iyi uyum sağlayanlarıyız işte. Ve biliyorsunuz, evrimin en temel kuralı bu. Kesiyorsun, olmadık yerden ot bitiyor ve fışkırdıkça fışkırıyor çünkü öyle hayatta kalıyor.

Biz hayatta kalabilmek için sizin şiddet türlerinizin her birini öğrendik. Biraz geç oldu, güç oldu ama çok sağlam oldu, en sinsice yaptığınız, yaptığınızı sandığınız, hiçbir şeycikler yapmadığınıza, bu yapılanların lafı bile olmaza kendinizi bile inandırdınız, az kalsın bizi bile inandırıyordunuz ki hayatta kalma dürtülerimiz harekete geçti ve bu meseleyi de çözdük. Şiddetin en sinsisini, manipülasyonun en kralını yapsanız iki dakikada görüyor, gelip bir de adını şıp diye koyuyoruz.

Herkesi kandırırsınız da bizi biraz zor. Bizim derimiz kalın, bizim hayatta kalabilme dürtülerimiz güçlü, bizim size rağmen bu hayata adaptasyonumuz tam. Siz gitseniz biz yine kalırız ve biz bunları yemeyiz. Metin çok şahane ama az daha çalışmalısınız.

Bizim gözlerimiz ve kulaklarımız sapasağlam, zihnimiz dupduru. Hayatta kalmak için en çok bunların üzerinde çalıştık çünkü biz.

Farah Zeynep çok doğru söylemiş ama az söylemiş. Bir de dava açacaklarmış. Al buna da aç o zaman:

Sadece Yılmaz Güney değil ailesi de “şiddet türleri açısından zengin ve etkili silah kullanan” erkeklerdir.

1 Yorum

  1. Farah Zeynep sadece gülücük atıp kadına şiddet uyguladığını söylemedi. Ailesi dava açacağını söylediğinde “ok, hakimi vurmayın da” diyerek “katil” dedi. O dönemi bilen bilir, nasıl bir kaosun olduğunu anlatmaya gerek yok. Devlet kurumlarının sola nasıl bir baskı ve taciz uyguladığı açıktır. Bu yüzden kimsenin haddi değildir ölüp gitmiş, dünya ve Türkiye sinemasında ezilenleri temsil etmiş, hayatıyla da bu seçiminin bedelini ödemiş birine adi bir suçlu gibi “katil” demek.
    Kendini bilen hiçbir kadın Yılmaz Güney’in şiddetini meşrulaştırmaz. Ancak cinsiyetçiliğe karşı tutum alırken işin içine karıştırılan bin tane politik oyunu göz ardı edip meseleyi bodoslama siyah-beyaz ikiliğine indirgemek safça bir politik tutumdur bana göre. Ve evet, Yılmaz Güney Fransa’da röportajında da, bir kitabında da geçmişinin özeleştirisini verir, “lumpen geçmişim” diye söz eder. Bu onu aklar mı, hayır, ama geçmişini savunan ile geçmişini eleştireni aynı kefeye koymak da yanlış bir tutum olsa gerek.

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.