Chollet patriyarkanın kadınlara, ilişkilerini devam ettirmek ve sevilmek için başarılarını saklamayı, kendilerini gerçekte olduklarından daha az parlak göstermelerini; fiziksel, profesyonel ve ekonomik olarak “ufalmaları”nı telkin ettiğini vurguluyor. Öyle ki ufala ufala “minik bir kedi” olmamız bekleniyor!

The Birthday, Marc Chagall, 1887.

Doktorlar dizisinde bir sahne var.[1] Doktor Zenan’ın eski sevgilisi, ünlü kalp cerrahı Ümit Bilen başhekimlik fırsatı için hastaneye gelir. Zenan’ın üniversite yıllarında Ümit’le yaşadığı kısa süreli ilişki Ümit’in Zenan’a evlilik teklif etmesi ve Zenan’ın reddetmesiyle sonlanmıştır. Ümit, Zenan’ın ilgisini tekrar çekmeye çalışır. Ancak Zenan, hastanenin kalp cerrahı -tabii ki ünlü!- Suat Birkan’la nişanlıdır. “Evlilik fikrinden nefret eden” Zenan’ın bu kararı Ümit’i hayli şaşırtır. Bu andan itibaren Zenan’la aralarında bir çekişme başlar. Bir tarafta Zenan’ın evlenebileceğine inanmayan ve onunla flört etmeye çalışan Ümit, diğer tarafta Suat’a olan sevgisini ve onunla evlenme konusundaki kararlılığını ispat etmeye çalışan Zenan vardır. Bu küçük “ispat” oyunun bir parçası olarak Ümit, Zenan ve Suat heterotopik kalp transplantasyonu isimli önemli bir ameliyata girerler. Ameliyat bitip de Zenan’la Suat yalnız kaldıklarında aralarında şu diyalog geçer:

Zenan: Atriyumdan kavalvine geçtiğinizde neden 3/0 dikişlerden 5/0 dikişlere geçtiniz? Hiç anlamadım.

Suat: Vasküler yapılar için yapabildiğin en iyi dikişleri yapmak istersin. Hassas dokular, hassas dikişler ister.

Zenan: Doğru ya! Haklısın, çok mantıklı. Teşekkürler.

O sırada ameliyathanenin kapısında duran Ümit, bu konuşmaya gizlice misafir olur. Suat gittiğinde Zenan’ın yanına gelir. Bölüm boyunca sürdürdüğü alaycı ve neşeli tavrından eser yoktur. Zenan’a “Küçük oyunumuzu tüm gün oynadık ama az önce gördüğüm şey gerçekti. Ona dikişler hakkında sorduğun soru. Sen o konu hakkında sunum yaptın. Seni dinlemiştim, cevabı zaten biliyordun. Tanıdığım Zenan Parlar mükemmeliyetçidir. Bir erkeğin egosunu tatmin etmek için asla yardıma muhtaç kız rolünü oynamaz. Sana ne oldu?” diye sorar. “Bazen diğer insanları da düşünmem gerektiğini anladım” cevabını verir Zenan. “Kendinden ödün verdin” der Ümit. Zenan gururla karşı çıkar: “Hayır, aşık oldum.”

Bölüm boyunca defalarca Suat’ı sevdiğini ve onunla evlenmek istediğini söylemesine rağmen “ikna” olmayan Ümit, “muhtaç kız rolüne” bürünmüş aşık Zenan’ı gördüğünde artık emin olur. Ve oyun biter. Ümit, Zenan’a evlilik için şans dileyerek hastaneyi terk eder. Elbette sahne izleyiciye son derece romantize edilerek sunulur: Başarılı, hırslı, güçlü, bağımsız, rekabetçi, mükemmeliyetçi, bencil, idealist Zenan’ın büyük aşkı ve fedakarlığı! İtiraf edeyim, muhtemelen geçmişte, defalarca izlediğim bu sahneyi ben de romantik bulmuştum. Neyse ki Sara Ahmed’in dediği gibi feminizm “dank etme” anlarının harikalığıyla dolu (Ahmed, 2018, s. 51). Feminist bilince kavuşmadan önceki kendimize, beğenilerimize, hayallerimize, ilişkilerimize, dünyayı tahayyül şeklimize “tosladığımızda” ortaya çıkan farkındalık ve netlik anlarının harikalığıyla. Şimdi bu sahneye baktığımda heteroseksüel aşk ilişkisinde, aşık kadında itaati, fedakarlığı, cömertliği, adanmışlığı; Mona Chollet’in ifadesiyle “ufalmayı” yücelten patriyarkal aşk tahayyülünü görüyorum. Aynı sahneyi bir erkek için düşünebilir miydik? Karşısındaki kadının egosunu tatmin etmek, ona kendisini daha iyi ve güçlü hissettirmek için aslında çok iyi bildiği bir konuyu bilmiyormuş gibi yapmak bir erkek için de aşkını ifade etmenin yolu olur muydu? Elbette hayır. Bırakın uzmanı oldukları bir konuda kendilerini geri çekmeyi, bizim hakim ve bilgili olduğumuz konularda bilgiçlik taslamaya (mansplaining) teşneler.

Aşk kültürümüz; dizilerimiz, filmlerimiz, edebiyatımız bunun gibi yüzlerce örnekle dolu. Hepsini yazmaya kalksak en iyi ihtimalle iki ciltlik bir eser ortaya çıkardı. Mona Chollet’in geçtiğimiz ay İletişim Yayınları’ndan çıkan “Aşkı Yeniden İcat Etmek: Patriyarka Heteroseksüel İlişkileri Nasıl Sabote Ediyor?” başlıklı kitabı da böyle bir girişimin sonucu. Chollet kendisinin ve arkadaşlarının ilişki deneyimlerinden, dizilerden, filmlerden, romanlardan, ünlü oyuncuların ve yazarların hayatlarından yola çıkarak patriyarkanın nasıl heteroseksüel aşk ilişkilerini manipüle ettiğini, romantizm yoluyla iktidar ilişkilerini gizleyerek eril tahakkümü erotikleştirdiğini gösteriyor. Patikadaki engellerin resmini çizdikten sonra tüm kadınları “manevra” alanı açmaya, kimliklerini güçlendirmeye ve “kendi sesleriyle” aşkı yeniden tanımlamaya davet ediyor.

Yukarıda bahsettiğim sahneye tam da kitabın “Sevilmek İçin ‘Kendini Un Ufak Etmek?’ Romantik İdealimizde Kadınların Değersizleştirilmesi” bölümünü okurken denk geldim. Chollet aşk kültürümüzün erkekte tahakkümü, kadında ise itaati uyumlu bir birlikteliğin sırrı olarak sunduğunu söylüyor (s. 60-61). Kadının mesleki ve ekonomik konumunun erkekten yüksek olduğu ilişkilerin yürümeyeceği söylemiyle gündelik hayatta çok kez karşılaşmışızdır: “Erkek okumuş kadın okumamışsa sorun olmaz ama kadın okumuş erkek okumamışsa o ilişki, evlilik yürümez!” Hatta bazılarımız bunu bizzat deneyimlemiş olabilir. Erkeğin tahakkümüne ve üstünlüğüne dayalı bir aşk anlayışında gerçek tam da budur. Chollet’in verdiği örneklerde de erkekler, partnerleri kendilerinden yüksek bir konumda olduğu takdirde kavga çıkacağını ve ilişkinin biteceğini söylüyorlar (s. 69-70). Araştırmalar da “bir şirketin başına geçen kadınlarda aynı türden terfiyi alan erkeklere oranla daha fazla boşanma görüldüğünü ve kadınların tümünün bir başarı elde ettikten sonra partner bulma şanslarının azaldığını” gösteriyor (s. 70-71). Chollet patriyarkanın kadınlara, ilişkilerini devam ettirmek ve sevilmek için başarılarını saklamayı, kendilerini gerçekte olduklarından daha az parlak göstermelerini; fiziksel, profesyonel ve ekonomik olarak “ufalmaları”nı telkin ettiğini vurguluyor. Öyle ki ufala ufala “minik bir kedi” olmamız bekleniyor! Chollet, Elisa Rojas’ın Bayan T. ve Ben isimli romanındaki kadın anlatıcıyla arkadaşı arasında geçen bir diyaloga yer veriyor:

“Çok erkek var ki aslında istedikleri… Şey yapman… Minik bir kedi olman.”

“NE olmam???”

“Minik bir kedi!”

“Ne demek bu? Miyavlayayım mı yani?”

“Savunmasız, hafif muzır ve onlara muhtaç olan kız olmalısın” (s. 177).

“Karşı konulmaz muhtaç kadın rolü” diye yazıyor Chollet ve geçmişte pek çok kez “minik kedi” olduğunu itiraf ediyor (s. 175-177). “Yardıma muhtaç minik kedi” deyince aklıma kendisine ihtiyaç duyulduğunu hissetsin diye erkeğe açtırılan kavanoz kapağı geliyor.

Patriyarkal aşk tahayyülü yalnızca kendimizi ufaltmamızı değil aynı zamanda erkeğin ihtiyaçlarını, mutluluğunu, iyi halini her şeyin önüne koymamızı bekliyor.[2]

“Kültürümüz önceliği erkeklerin duygularına ve ihtiyaçlarına veriyor. Kadınların kafasına kazınan erkeklerin iyi haline özen gösterme endişesi, kadınları sistematik olarak onlarla, canlarının nasıl acıdığını unutacak, kendi akıbetlerini ihmal edecek ve kendi hislerine ket vuracak kadar empati yapmaya yönlendiriyor” (s. 119).

Bir erkeğin mutluluğunu öncelediğimi fark ettiğim o “dank etme” anını hatırlıyorum. Üç sene önceydi. Duygularımı döktüğüm, içimde ağırlık yapan kelimeleri saçtığım “hislik” adını verdiğim defterler tutuyordum. Bir adama aşıktım. Kısa bir süre sonra etkisi yıllara yayılacak ve “gidişimi başlatacak” bir yıkımı kucaklayacağımdan habersiz, coşkuyla yazıyordum. Aradan üç mevsim geçti. Bir gece yeşil kutudaki defteri çıkardım ve aşık Ayşe’ye “tosladım.” Sayfalar aşık olduğum adamın mutluluğunu istediğim satırlarla doluydu: “Yeter ki o mutlu olsun, başka bir kadınsa onu mutlu edecek, onunla olsun. Yalnızca onun mutlu olmasını istiyorum” diye yazmıştım. Bir kere de değil. Defalarca. Nitekim gerçekten de onun mutluluğuyla bitmişti hikaye. Müthiş yıkıcı bir andı, delicesine ağladığımı hatırlıyorum. O satırları yazan kadının ben olduğuma inanamamıştım. Kendi mutluluğuma dair hiçbir beklentim, isteğim yoktu. Aslında o satırları okuduğum esnada da hâlâ onu seviyordum. Ama geçen sürede çok şey değişmişti ve bu değişimi feminizme borçluydum. İşte “dank etme” anının harikalığı!

Çocukluğumuzdan beri eğitildiğimiz koşullar, masallarımız, filmlerimiz; maruz kaldığımız imgeler biz kadınlara aşkta adanmışlığı, beklemeyi, kendi mutluluğunu ve ihtiyaçlarını ikinci plana atmayı öğütlüyor. Bu nitelikler toplumdaki kadın algısıyla öyle iç içe geçiyor ki böyle olmayan kadınlar mesafeli ve bencil olarak yaftalanıyor (s. 142-157). Chollet aşkın kadın işi olarak görüldüğünün, duyguları açmanın, sevmenin, fedakarlık göstermenin “kadınsı” özellikler olarak sunulduğunun da altını çiziyor (s. 162). Soğuk, mesafeli, sert ve sessiz erkekler ise gizem, derinlik, çekicilik raddesine kadar erotikleştiriliyor (s. 204). Meşhur yaz dizilerimiz gelsin aklınıza. Zengin, ciddi, sportif, yakışıklı, başarılı, tüm kadınların hayran olduğu holding patronunun karşısında tatlı, sevecen, -mutlaka sakar-, utangaç kadın.

Kitapta çok beğendiğim bir kavram önerisi de var: partiyarkanın öz evladı. Chollet, terapist Elisende Coladan’dan referansla kadınları manipüle eden, özgüvenlerini yerle bir eden erkeklerden bahsederken kullandığımız “narsist sapıklar” ifadesi yerine onlara bu şekilde hareket etme ayrıcalığı veren toplumsal yapıyı ve eril tahakkümü vurgulayan “patriyarkanın öz evladı” ifadesini kullanabileceğimizi söylüyor (s. 111-112). Ben çok sevdim. Bundan sonra bir küfür gibi kullanalım derim.

Chollet derin heteroseksüellik, ilişkideki şiddet, ırk-aşk-tahakküm ilişkisi, beden ve güzellik algısı, medyanın “tutku suçu” olarak sunduğu kadın cinayetleri, kadınlar arası rekabet ve fanteziler gibi bu yazıda yer vermemin mümkün olmadığı daha birçok konuya değiniyor. Bunu yaparken aşkın yalnızca tahakkümü, güç çekişmesini ve “ufalmayı” içermediğini, eşitlikçi ilişkilerin ve baskıcı olmayan erkeklerin de -sayıları az da olsa- var olduğunu vurguluyor. Tüm kadınları, “engellerle dolu bir patika” olarak tanımladığı heteroseksüel aşkı “farklı temeller üzerine oturtmak kaydıyla” yeniden bulmaya; onu tasavvur etme biçimimizi yeniden tanımlamaya çağırıyor (s. 16-42).

Aşkı yeniden icat etmemizin yolu patriyarkanın tuzaklarının farkında olmaktan, kendimize ve kıymetimize dair sağlam hislere sahip olmaktan, kendi ihtiyaçlarımıza kulak vermekten ve en önemlisi de ışığımızı kısmamaktan yani “ufalmayı” reddetmekten geçiyor. Başka bir şekilde ifade etmek gerekirse, kendimizi değil patriyarkal aşk tahayyülünü “un ufak etmek”ten geçiyor.

Ahmed, Sara. 2018. Feminist Bir Yaşam Sürmek. (çev: Beyza Sümer Aydaş). İstanbul: Sel Yayıncılık.

Chollet, Mona. 2023. Aşkı Yeniden İcat Etmek: Patriyarka Heteroseksüel İlişkileri Nasıl Sabote Ediyor? (çev: Z. Hazal Louze). İstanbul: İletişim Yayınları.

[1] Söz konusu sahne dizinin 57. Bölümü’nde. https://www.youtube.com/watch?v=ZI_fcdrZNXo&list=LL&index=2&t=3155s

[2] Daha önce Çatlak Zemin’e yazdığım “Hanım Hanımcık Bir Kadından Katile: İşte Böyle Oldu” başlıklı yazıda da Sara Ahmed’den hareketle bu konuya değinmiştim. Okumak için bkz. https://catlakzemin.com/hanim-hanimcik-bir-kadindan-katile-iste-boyle-oldu/

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.