Artık kadınların çalışması kadar, hangi işlerde çalıştığı da; kamusal görünürlükleri kadar nerelerde nasıl göründükleri, bulundukları yerlerde ne kadar güç sahibi oldukları, yönetimde bulunmaları kadar bulundukları yönetim pozisyonlarının gerçekte ne kadar güce sahip olduğu da önemli. Mesele “sessiz” bir çokluk oluşturmaksa en azından akademide ve benzer bazı beyaz yaka mesleklerde bu konuda ülkenin kadınları epey bir yol kat etti, lakin karar verme mekanizmalarının dışlamaları da devam ediyor.
Akademi tarih boyunca geçirdiği değişimle kadınlara kucak açan, bir o kadar da kadınların dışlandığı bir alan olarak fazlasıyla dikkat çekiyor. Farklı ülkelerde de bizim topraklarımızda olduğu gibi kamusal yüksek öğrenim kadınların zaten var olmadığı, var olmasının tahayyül edilmediği prestijli kurumlar olarak ortaya çıkıyor. Kadınların istihdama yoğun katılmadığı dönemlerde toplumların ekonomik ve siyasal ayrıcalıklarına kapılarını açan alanlara kadınların kabulünün zaten söz konusu olmayacağını tahmin edebiliriz. Kısaca tarihlere bakalım mı? Bugün üniversite sıralamalarında en üst yerleri kimseye bırakmayan Amerika ve İngiltere’de yüksek öğrenime öğrenci olarak kadınlar sırasıyla 1831 ve 1849’da kabul edilmiş. 1100’lü yılların yarısından itibaren üniversitelerin var olduğu ve birçoğunun kesintisiz olarak günümüze kadar geldiği ve yine yüzyıllardır en üst düzeyde kadın yöneticilere alışkın İngiltere için, kadınların üniversiteye öğrenci olarak bu kadar geç bir tarihte dahil olmaları bizzat kurumun dışlayıcılığını anlatıyor.
Kadınların üniversiteye “kabulü” 1900’lü yılların başında Avrupa, Asya ve Latin Amerika’daki ülkelerde sanayileşme ve buna paralel modernleşme hareketleriyle bağlantılı olarak hız kazanıyor. Tarihler yanıltıcı olmasın, bir anda kadınlar yüksek öğrenimde görünüyor değil. Üniversitelere kadınların başvurusunun yasal olarak kabul edilmesi 1960’lı yıllara denk gelen ülkeler olduğu gibi (örn. Kuveyt), diğer ülkelere göre daha erken tarihte kadınların üniversiteye gittiği ABD’de 20. yüzyılın ikinci yarısında kadın öğrencilerin kabul edilmediği üniversiteler mevcuttu.[1] Bununla beraber, tüm çalışma alanlarında kadınların öğrenci olabilmesi de zaman aldı; büyük çoğunlukla tıp ve mühendislik gibi modern toplumların en prestijli sayılan çalışma alanlarına kadınların girmesi daha geç tarihlere denk geldi. Bu dışlayıcı tarihle beraber, günümüz üniversiteleri için büyük önem arz eden Times Higher Education World University Rankings’te sıralamalara göz atıldığında öğretim üyesi başına düşen öğrenci sayısı gibi kriterlerin yanı sıra kadın oranlarının da yansıtıldığını görmek akademinin bir yanıyla da kadınlara açılmaya çalıştığını gösteriyor.
Şimdi odağımızı tekrar küçültelim. Türkiye bilindiği tarihiyle, 19. yüzyıl sonu gelişen modernleşme hareketleriyle kamusal alanda kadınların görünürlüğünün paralel yürüdüğü ülkelerden bir tanesi. Kadınların yüksek öğretime ulaşmasının uzun tarihi, kız çocuklarının eğitim hakkının bir uzantısı olarak gelişmiş, en alttan başlayarak tüm eğitim kademelerinin erkekler ve kadınlara eşit hale gelmesi 1930’u bulmuş, ilk kadın öğretim üyesi 1933 yılında üniversitede görev almıştır.[2] Sonrasındaki değişim bir hayli hızlı ve şaşırtıcı zira ilk kadın öğretim üyesinin göreve başlamasından sadece 10 sene sonra üniversite öğretim üyelerinin %13’ünü kadınların oluşturduğunu görüyoruz. Cumhuriyetin erken yıllarında beyaz yaka mesleklerde kadınların sayısal artışı gibi akademide olup biteni açıklarken de -modernleşmenin Türkiye ve benzeri ülkelerdeki seyrine özgü olarak- makro politikada takip edilen Batılılaşmanın kadınların kamusal alandaki varlığını içermesi, savaş sonrası toplumda erkek nüfusun azalmasıyla özellikle nitelikli iş gücünün gerektiği alanlarda üst sınıf kadınlara yer açılması önemli bir anlatı sunuyor. Ayşe Öncü, “Uzman Mesleklerde Türk Kadını” isimli çalışmasında[3] kadınların bazı prestijli mesleklerde görülmesini yeni cumhuriyetin kadro yetiştirme tarzıyla ilişkilendirir, toplumsal tabakalaşmanın iki büyük ekseni sınıf ve cinsiyetten tarihsel koşullara uygun olarak cinsiyetin “kazandığı” ve üst sınıf kadınların kendilerine profesyonel alanda yer bulabildiklerini anlatır.
Öte taraftan bu topraklarda kökleri 18. yüzyıla dayanan kadın hareketinin, ve bu hareketin besle(n)diği toplumda yükselen farklı talepler arasındaki mücadeleyi es geçmek biraz haksızlık olur. Konumuz özelinde bir iki hatırlatma yapalım o halde. Osmanlı’daki kadın hareketlerinin çıkardığı dergilerde kız çocukları ve kadınların kamusal yaygın eğitime ulaşmalarını talep eden yazıların yoğunluğu[4], 1914’te Darülfunun’un herkese açık derslerine kadınların yoğun talep göstermesi ve bunun neticesinde programların arttırılması, diploma dereceleri verilmesi ve yaygınlaştırılması sadece bir iki örnek.
Bir zamanlar sadece belli bölümlere kabul edilen kadınlar 2021 ÖSYM verilerine göre Türkiye’deki tüm yüksek öğrenim personelinin %45’ini oluşturuyor, bu oran Dünya ortalamasının üzerinde. Bir fikir vermesi açısından, Kanada ve Hollanda’dan daha yüksek bir oran, yani aslında hiç de azımsanmayacak bir seviyede. Hele toplumsal cinsiyet eşitliği ve işgücüne/istihdama katılım konusunda Türkiye’nin uluslararası sıralamalardaki yeri göz önünde bulundurulursa bu rakam ilgiyi hak ediyor. Söylemeden geçemeyeceğim, Türkiye %32.2’lik bir oranla kadınların iş gücüne katılımında OECD ülkeleri arasında sonuncu sırada yer alıyor ve OECD ortalaması %61!
Akademiye biraz daha yakından bakalım. Dünyada akademinin seyrine ilişkin trendler örneğin akademik unvan yükseldikçe kadın oranlarının düşmesi, kadınların giriş seviyesi ve destek öğretim elemanı olarak görünebilecek pozisyonlarda yoğunlaşması ve kadınların mühendislik ve doğa bilimleri alanında az temsil edilmeleri Türkiye üniversitelerinde de karşılığını buluyor. Ancak yine de bu küresel eğilimlerin etkilerinin görece az olduğunu söylemek şaşırtıcı olsa da mümkün. Örneğin akademik hiyerarşinin en tepesinde yer alan profesörler %32 ile kadınların en az bulunduğu kategori, ancak bu oran yine de hem dünya geneline göre azımsanmayacak bir oran hem de yıllar içinde artarak ilerlemiş. Diğer kadrolarda da kadın temsilleri yıllar içinde artıyor. Kadınların akademide en çok bulunduğu kadro ise %51 ile araştırma görevliliği. Bu kadro bilindiği üzere akademiye giriş pozisyonu. Bir taraftan da esnekleştirme rejiminin bir parçası olarak yıllar içinde gittikçe daha güvencesiz bir pozisyon haline geldi, ne yazık ki. Kadınların emek piyasalarında erkeklere görece daha düşük ve güvencesiz pozisyonlarda yer alma eğilimiyle açıklanabilen bu durum bana kalırsa kadınlar lehine sonuçları olan başka okumaları da mümkün kılıyor. Şöyle ki, birincisi akademi çoğu toplumda olduğu gibi Türkiye’de de hâlâ görece prestijli alanlardan bir tanesi, ikincisi kadınlar bu alanda giriş pozisyonunda olduğu gibi diğer üst pozisyonlarda da yıllar içinde görünür bir artış kaydettiler. Bu iki dinamikten yola çıkarak, ikinci okuma aslında bu prestijli alanın gittikçe daha fazla kadına açıldığını, özellikle yeni kuşak içinde durumun böyle olduğunu gösteriyor. Bu okumayı destekleyecek diğer bir veri ise üniversite bölümlerindeki cinsiyet dağılımından geliyor. Dünya genelinde kadınların görece az bulunduğu mühendislik alanı kadınların da en az yer aldığı alan, ancak oranları yine de % 35’i yakalamış ve yıllar içinde artış gösteriyor. Üniversite bölümleri içinde ve toplum genelinde de statü atfedilen tıp fakülteleri %45 kadın akademisyen oranıyla tam Türkiye ortalamasını temsil ediyor.
Dünyadaki eğilimlere o kadar teslim olmayan akademideki cinsiyet dağılımına, konu karar verme mekanizmalarına gelince olanlar oluyor! Kadınların yönetimdeki düşük temsilleri genel olarak iş piyasasının da siyasetin de temel niteliklerinden birini oluşturuyor nicedir, biliyoruz. Kabaca sayılara baktığımızda 209 üniversitenin 17’sinin rektörü kadın (%8), ki bu oran son 10 senedir pek değişime uğramadı, dekan oranı ise 2013’te %9’dan[5] 2019’da %17.5’a çıkmış durumda.[6] Yönetimin daha alt basamaklarına indiğimizde doğrudan kesin sayısal sonuçları görebileceğimiz derli toplu bir veriye rastlamadım, lakin temsili örneklemlerle yapılan çalışmalar yönetim kademesi düştükçe kadın yönetici oranının arttığını, en yüksek temsil oranının ise anabilim dalı başkanlığı olduğunu gösteriyor. Kaydedilen artışa ve toplumsal cinsiyet ile yönetim ilişkisinde alıştığımız ve yaka silktiğimiz duruma rağmen bu durum hâlâ şaşırtıcı; kadınların bu kadar yoğun bulunduğu bir alanda karar verme mekanizmalarından bu kadar uzak oluşları bilgi üretiminin organizasyonuna dair çok şey söylüyor. Artık gittikçe merkezileşen, orta düzey ve orta-üst düzey yöneticilerin kurumlar için önemli kararları almakta zorlandığı günümüz şartlarında kadınların üniversitelerde bulundukları pozisyonların da gittikçe önemini kaybettiğini üzülerek söyleyebiliriz. Öte yandan farklı araştırmalar Türkiye’de görece kurumsallaşan, uluslararası standartlarda bilimsel bilgi üretimine yönelik çalışmalar yapan üniversitelerde üniversite senatolarında kadınların görece daha yüksek şekilde temsil edildiğini söylüyor. Bu yazıyı yazarken kabaca web sitelerinde dolandığımda son değişikliklerden sonra Boğaziçi Üniversitesi’nin 20 senato üyesinin 7’sinin, Hacettepe Üniversitesi’nin 55 senato üyesinin 20’sinin, Mimar Sinan Üniversitesi’nin 13 senato üyesinin 7’sinin kadın olduğunu gördüm. Elbette Türkiye’deki üniversitelerin 21’inin senatosunda kadınların bulunmadığını da eklemek gerekiyor.
Bütün bunların ne önemi var peki? Kadınların işgücüne katılımına yönelik geliştirilen pek çok öneri/uygulamanın temelde feminist motivasyonlar içermediği, ancak kadınların iş gücüne katılımının mevcut üretim biçimi için hiç olmadığı kadar gerekli olduğunu söylemek mümkün. Ayrıntılarına girmeden belirteyim, kadınların görünür olmasının kurumlarda verimliliğin artışından kurumsal kültürün gelişimine kadar pek çok açıdan fayda sağladığı uzun süredir tartışılıyor. Öte yandan kadınların temsil edilmesi kurumlardaki eşitlikçi politikalar, katılımcı kurum kültürü gibi önem kazanan kavramların bir sonucu olarak da görünüyor. Bu noktada kadınların varlığı pek çok kurum için bir “kalite” göstergesi haline geldi, başta belirtildiği gibi üniversite sıralamalarının kriterleri arasında kadın oranlarının yer alması da bu doğrultuda bir tesadüf değil. Kadınların işgücüne katılımının uzun süredir Türkiye’de ana akımlaştırıldığını söylemek çok zor değil. Konumuz özelinde artık üniversitenin kadınların eşite yakın oranlarda temsil edildiği bir alan. Ancak temel yığılmanın hâlâ giriş seviyesinde ya da yükselme beklentisi olmayan pozisyonlarda olması akademik çalışmanın doğasının görece dışlayıcı bir mekanizmaya sahip olduğunu gösteriyor. Öte yandan yönetim pozisyonlarındaki dağılım bana kalırsa sadece akademideki cinsiyet dinamiklerini anlamada değil, kadın mücadelesinin yönünü/taleplerini şekillendirme noktasında bir tartışma alanı sunuyor. Şunu söylemek istiyorum, artık kadınların çalışması kadar, hangi işlerde çalıştığı da; kamusal görünürlükleri kadar nerelerde nasıl göründükleri, bulundukları yerlerde ne kadar güç sahibi oldukları, yönetimde bulunmaları kadar bulundukları yönetim pozisyonlarının gerçekte ne kadar güce sahip olduğu da önemli. Mesele “sessiz” bir çokluk oluşturmaksa en azından akademide ve benzer bazı beyaz yaka mesleklerde bu konuda ülkenin kadınları epey bir yol kat etti, lakin karar verme mekanizmalarının dışlamaları da devam ediyor. Bana kalırsa özellikle çalışma hayatı ile ilgili konularda, eşit katılım mekanizmalarını savunmaya devam etmekle beraber, kurumların kadınları (ve aslında egemen olamayan farklı grupları) karar alma mekanizmasında yer almaya zorlayan, kadın liderliğini destekleyen ve sessiz niceliğin ötesine geçmeye niyetli bir bakışa ihtiyacımız var.
[1] Wikipedia’nın Timeline of women’s education başlığı dünyada kadınların üniversiteye girişleriyle ilgili önemli tarihlerin güzel bir listesini sunuyor.
[2] 18. yy’dan itibaren Osmanlı ve devamında Türkiye Cumhuriyeti’nde kız çocukları ve kadınların eğitimin farklı kademelerine dahil olmasının kapsamlı bir tarihi için bkz. Tümer, E. (2013). II. Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’e Kızların Eğitimi, Türk Tarih Kurumu, Ankara.
[3] Öncü, Ayşe (1979). “Uzman Mesleklerde Türk Kadını.” Türk Toplumunda Kadın. Nermin Abadan Unat (der.) içinde. Ankara: Türk Sosyal Bilimler Derneği. 271-286.
[4] Bu konudaki temel bir eser için bkz. Çakır, S. (1996). Osmanlı kadın hareketi. İstanbul: Metis Yayınları.
[5] KADER (2013) Kadın İstatistikleri, http://cms2.kader.org.tr/images/file/635106274588385879.pdf
[6] Ankara Üniversitesi KASAUM (2019), 2019 Ocak ayı itibariyle Akademide Kadın İstatistikleri.