Tamamı kadınlardan oluşan editöryel bir ekibin ortaya çıkmış olması, akademi ya da başka bir alanda ibreyi çeşitlilikten yana döndürmek için ne yapmak gerektiğine dair çarpıcı bir ders niteliğinde.
Sarah Todd
#MeToo hareketinin önem kazandığı, beyaz milliyetçiliğin yükseldiği ve ABD-Meksika sınırında aile bireylerinin birbirlerinden ayırıldığı bir dönemde cinsiyet ve ırkın Amerikan siyaseti üzerindeki etkisi inkâr edilemez. Buna rağmen ABD’nin en önemli yayınlarından biri olan ‘American Political Science Review’ (Amerikan Siyaset Bilimi Dergisi – APSR) kimlik üzerine yazılan makaleleri yayımlamaktan uzun süredir kaçınıyordu. Bağımsız bir araştırma merkezi olan Santa Fe Enstitüsü’nün verilerine göre 2000 ile 2015 yılları arasında yayımlanan APSR makalelerinin sadece yüzde 2’ye yakını cinsiyet ya da ırka odaklanırken, sadece yüzde 4 civarı etnisite ya da ırka odaklanmış.
Derginin kadınlar ya da beyaz olmayan (‘people of color’) yazarların kaleme aldığı makaleleri yayımlamak konusundaki sicili de bir hayli kötü. ‘PS: Political Science & Politics’ (PS: Siyaset Bilimi ve Siyaset) dergisinde yayımlanan bir değerlendirme yazısında APSR’ın 2000-2015 yılları arasında yayımladığı makalelerin sadece yüzde 23’ünün kadınlar tarafından ya da kadın bir yazar ile beraber yazıldığını ortaya çıkardı. Peki ya ırk temsili ne durumdaydı? Florida Üniversitesi’nde siyaset bilimi profesörü olan Sharon Wright Austin’in hesaplarına göre APSR’da makalesi yayımlanmış Afrikalı-Amerikalı yazarların sayısı iki basamaklı bile değil.
Austin, 2020’de, saygın bir yayın olan ve kendi akademik alanında bir çeşit ‘kapı bekçisi’ işlevi gören APSR’ı hem içerik hem de yazarları açısından daha kapsayıcı bir dergiye dönüştürmeyi hedefleyen editöryel ekibin başına geçecek 12 siyaset bilimi profesöründen biri. Derginin geçmişteki hatalarını tekrarlamamak konusundaki kararlılığı, bu yeni ekibin oluşumundan anlaşılıyor: Ekipteki 12 profesörün tamamı kadın.
St. Louis Washington Üniversitesi’nde siyaset bilimi profesörü ve bu yeni ekibin üyelerinden biri olan Clarissa Rile Hayward’a göre “Hepimizin kadın olması, farklı ırkları, etnisiteleri, cinsel kimlikleri temsil ediyor olmamız APSR’ın çok daha geniş bir yelpazede araştırmaya ve yazara açık olacağına dair güçlü bir mesaj yolluyor. Sadece kim olduğumuz değil, ne yapmayı planladığımız da çok önemli. APSR’a makalelerini yollayan yazar profilini değiştirmek istiyoruz,” diyor.
Aslında editöryel ekibi sadece kadın üyelerden oluşturmayı amaçlayarak yola çıkmadıklarını belirten Austin, yollanan makaleleri de hem kadın hem erkeklerin değerlendireceğini ekliyor. Ancak sonuç olarak ortaya komple kadın bir ekibin çıkmış olması, akademi ya da başka bir alanda ibreyi çeşitlilikten yana döndürmek için ne yapmak gerektiğine dair çarpıcı bir ders niteliğinde.
Kimlik, önemli mesele
Austin akademik kariyerinin başlarında ırk konusunda araştırma yapmaktan çekindiğini, çünkü APSR gibi dergilerin böylesi araştırmaları reddettiğinin bilindiğini söyledi. “Diğer konular kadar önemli görülmediği” gibi, çoğu prestijli akademik derginin “oldukça dar bir ‘iyi araştırma’ tanımı” var.
Hayward’a göre ırk ve cinsiyet üzerine yapılan araştırmaların değersizliği, derginin arşivlerinde makalesi yayımlanmış kadın ya da beyaz olmayan yazar yoksunluğuyla da ilintili. “Eğer hayat deneyiminizde, ırka dair adaletsizlik günlük yaşantınızın büyük bir kısmını kaplıyorsa, bir doktora programına girdiğinizde ilgilendiğiniz siyasi soruların bazılarının bu adaletsizliğe odaklanması büyük sürpriz olmayacaktır,” diyor Hayward.
Yani daha çok kadınların ve beyaz olmayan yazarların cinsiyet ve ırk üzerine araştırmalara yönelmesi, APSR’ın kör hakemlik sürecine rağmen dergide makalesi yayımlanmış yazar profilinin tektipliğini de açıklamaya yardımcı olabilir. American Political Science Association (Amerikan Siyaset Bilimi Derneği) üyesi 2000 kişinin katıldığı bir ankete göre, bir başka etken ise erkeklerle karşılaştırıldığında kadınların APSR’ı araştırmalarına daha az açık bulmaları. Tabii ki bu da, kendini gerçekleştiren bir kehanet gibi, kadınların kabul edilmeyeceğini düşünerek bu dergiye daha az makale yollamalarına neden oluyor.
Madalyonun diğer yüzünde ise, 1906’da kurulan APSR dergisinin editörlüğünü genelde beyaz erkekler domine ettiği için, derginin kendisinin de zaman içerisinde daha çok alandaki beyaz erkeklere cazip gelen araştırma yöntemi (nitel yerine nicel) ve konularını (oy verme ve seçimler) tercih etmeye evrildiğini görüyoruz. Bunun, daha yüksek statü sahibi olarak görülen kişilerin nasıl daha çok avantaj elde ettiklerini anlatan sosyolojik fenomen ‘Matthew etkisinin’ iyi örneklerinden biri olduğu söylenebilir. Bir başka deyişle, derginin tipik olarak içerdikleri ve dışladıkları kimlik tarafından şekillendirilmiş.
2017 Temmuzunda, PS dergisinde, siyaset bilimine içkin önyargıları açıkça ortaya koyan bir makale yayımlandı. Yazarları şöyle diyordu: “Geçenlerde bir siyaset bilimi konferansında, Tamara (gerçek ismi değil) birkaç yılını verdiği geniş kapsamlı nitel araştırmasını sundu. Ardından gelen erkek panelist de konuşmasına ‘şimdi hardcore (elle tutulur) verilere geri dönelim’ diyerek konuşmasına başladı. Bahsettiği veriler, kendi araştırması için kullandığı nicel, büyük veri setleri.” Erkek panelist – tam da kadınlar ve beyaz olmayan bireylerin değil de erkeklerin çalıştıklarının ‘gerçek, elle tutulur’ olduğunu söyleyen bir alanın içinden geldiği için – umarsızca belirttiği görüşünün ne kadar kibirli ve dışlayıcı olduğunu algılamamış olabilir.
Dar odak sorunu
‘Yayımla ya da kaybol’ düsturuyla var olan akademide, kendi alanlarının saygın dergilerinde çalışmaları daha az yayımlanan kadınlar ve beyaz olmayan kişilerin bireysel kariyerlerinin yanı sıra, Amerikan üniversitelerinde öğrencilerin aldığı eğitim de etkilenmekte. Austin’e göre “Birçok kadının ya da başka araştırmacının APSR’da makale yayımlamamış olması kadrolu olma ve terfi almaları önünde büyük engel oluşturuyor.”
Bu da kadınları ve beyaz olmayanları sınıfların dışında bırakarak, siyaset bilimi öğrencilerinin neyle ilgilenmeleri gerektiğini ya da neyi önemsememeyi öğreneceklerini belirliyor. Ayrıca, marjinalize edilmiş siyaset bilimcilerinin araştırmalarını yaymaları adına konuşma, kitap ya da röportaj gibi alanlarını da daraltıyor. Profesör Emily Beaulieu ve Kathleen Searles’ın gözlemlerine göre, 2016 başkanlık seçimleri sırasında medya kadın yerine erkek akademisyenleri uzman olarak çağırmaya, görüşlerine başvurmaya daha meyilliydi.
Yine de ırk ve cinsiyet üzerine yayımlamış makale kıtlığı APSR’ı da kötü gösteriyor. Austin’e göre eğer alanındaki en saygın dergi ABD temyiz mahkemeleri duruşmalarından tutun da başkanlık seçimleri sonuçlarına dek her şeyi etkileyen faktörleri görmezden geliyorsa, “insanları önemli siyasi konular hakkında gerçekten eğitebiliyor muyuz diye düşünmemiz gerekiyor.”
Gözle görülen değişim
Hayward’a göre APSR’ın tamamı kadınlardan oluşan ekibinin yeni ve etkileyici görünümü, alanlarında daha az temsil edilen çevre ve kimliklerden gelen akademisyenlerin yazılarını yollamalarına engel olan derginin ‘algılanış problemi’ni çözmede etkili olabilir. Yayımladıkları yeni vizyon bildirisinde detaylandırıldığı üzere, ekibin başvuran makaleler, yazarlar, dergi hakemleri ve yapılan alıntılardaki çeşitliliği artırma çabaları başvuru trendlerinin değişmesini sağlayabilir.
Hayward, derginin içereceği araştırma konuları ve metodolojilerinin kapsamının genişletilmesi planının, derginin daha geleneksel araştırmalara yer vermeyeceği anlamına gelmediğinin de altını çiziyor. Derginin bundan önceki editörü Thomas Koenig’e göre APSR oldukça seçici, 2017’de 1400 başvurunun sadece yüzde 5’ini kabul etmiş. Ancak dergi herhangi bir sayısında, genellikle ona ayrılan sayfalardan sadece üçte ikisini doldurmuş.
Dergide “seçim çalışan beyaz erkek akademisyenlere de, ırk ya da yapısal adaletsizlik çalışan beyaz olmayan veya kadın akademisyenlere de yer olduğunu düşünüyoruz,” diyen Hayward ekliyor: “Yeni kişiler katmanın başkalarını dışlamak anlamına gelmesi gerektiğini düşünmüyorum.”
Sadece kadınlardan oluşan bir editöryel ekibin bir diğer avantajı da şu: Hâlihazırda liderlik pozisyonlarına çok sayıda kadın getirme cüretini gösterdikten sonra, derginin gelecekte tekrardan erkekler ve beyazlar tarafından domine edildiği bir statükoya gerilemesi çok zor.
“Sadece akademide değil, iş dünyasında ve hukuk alanında da, yönetici kurulları genelde beyaz erkeklerden oluşur ve bu pek de tartışılmaz ya da kaygı yaratmaz. Hatta bazen farkına bile varılmaz,” diyor Hayward. “Sadece kadınlardan ya da beyaz olmayan bireylerden oluşan bir kurul, insanların artık bunu fark etmeden geçmesini ya da bazı seslerin bastırıldığı, konuşmalara dâhil edilmediği bir döneme dönmeyi zorlaştırıyor.”
Birçok kuruluş çalışanları bünyesinde çeşitliliği destekler gibi gözükse de bu konuda görevli kurullar ve üst düzey yönetici masaları beyaz erkeklerden oluşuyor. Koydukları hedeflere ulaşıyor gibi de gözükmüyorlar. O ‘saygıdeğer’ geleneğin biraz derinine indiğimizde tarih boyunca nasıl önyargılarla şekillendiğini görüyoruz. Bu da belki de bu konuda daha sert ve güçlü adımlar atmamız gerektiğine işaret.
Eğer APSR ekibi vizyonunu gerçekten hayata geçirebilirse, bu, temsil konusunu ciddiye alan bir kurumun öncelikle liderlik konumundakileri değiştirmesi gerektiği gösterecek.
Çeviri: Deniz İnal
Bu yazı 31 Temmuz 2019 tarihinde Quartz at Work sitesinde yayınlandı.