Kaczynski’nin popülist hareketleri Kilise’yi yanında tutmayı hedefliyordu ancak sokaklardaki dev gösteriler fazla ileri gittiğini gösterdi.
Karolina Wigura– Jarosław Kuisz
Koronavirüs yeni ortaya çıkmış olabilir, ama otoriterlik içgüdüsü siyasetin kendisi kadar eski. COVİD-19 çağı muhafazakar popülistlerinin en sıradan hilelerinden biri, yetersizlikle suçlandıkları anda dinden medet ummak. Sonuçta Donald Trump elinde İncil’le fotoğrafçılara poz verdi, Tayyip Erdoğan Aya Sofya’yı camiye dönüştürdü ve Polonya’da da Hukuk ve Adalet Partisi (PİS) lideri ve Başbakan Jaroslav Kaczynski kürtajı neredeyse tamamen yasaklama yolunu seçti.
Geçtiğimiz günlerde Polonya Anayasa Mahkemesi, anne karnındaki ceninin ciddi biçimde zarar gördüğü ya da malforme olduğu durumlarda bile kürtajın yasa dışı olduğu konusunda karar aldı. Günlük hayatta bu karar, kürtajın artık neredeyse tamamen yasak olması anlamına geliyor.
Polonya zaten Avrupa Birliği içinde en katı kürtaj yasalarına sahip ülkelerden biriydi. Komünist rejimin son bulmasından sonra geçen otuz yıl süresince Polonya, ‘kürtaj uzlaşması’ adı verilen bir süreç yaşadı. Kamuoyu komünist sistem sonrasında mevcut liberal kürtaj yasalarının korunmasından yanaydı. Buna rağmen, Katolik Kilisesi’nin gücüne boyun eğen politikacılar 1990’lı yılların ortalarında, halkoyuna başvurmadan kürtaj yasasının kapsamını daralttılar ve sadece fetüsün anormal geliştiği durumlarda kadınlar için gebeliği sonlandırma seçeneğini bıraktılar. 1997’den bu yana Polonya’da her yıl yapılan yaklaşık bin yasal kürtajın çok büyük çoğunluğunda gerekçe ‘ciddi fetüs anormalliği’ olarak gösterilmekte. Anayasa Mahkemesi’nin kararından sonra artık bu da yasaya aykırı hale gelecek.
Son günlerde Polonya’da yapılan protesto gösterileri 2016’dan bu yana görülen en büyük boyuta ulaştı. O tarihte, tabandan başlayan kadın hareketi, Kaczynski’yi kürtaja başvurma girişiminde bulunan her kadını suçlu kabul etme yönündeki planlarından geri adım atmaya zorlamıştı. Siyahlara bürünmüş binlerce kişi parlamentonun bu öneriyi reddetmesi talebiyle sokağa çıkmıştı. Protestocular öfkeliydi, ama aynı zamanda umutluydular. Kaczynski’nin partisi de, talebe uyarak öneriyi rafa kaldırmıştı.
Bu defa da aynı öfke yine mevcut ancak şimdi (hukuksuz olarak yandaş hakimleri Anayasa Mahkemesi’ne atayan) aşırı muhafazakar hükümetin Polonyalı kadınları aşağılama niyetinde olduğunu hissediyorlar. Şimdiye kadar politikayla ilgilenmeyen pek çok kadın artık kamuoyu önünde konuşuyor. Tanınmış bir sporcu olan ve iki olimpiyat madalyasına sahip Justina Kowalczyk-Tekieli şöyle diyor: “Polonyalı kadınlar kuluçka makinesi rolü oynamaya indirgeniyor. Bir kadını ölü bir cenini doğurmaya nasıl mahkum edebilirsiniz, anlayamıyorum.”
Peki ama Kaczynski neden küresel bir salgının tam ortasında Katolik kilisesiyle ittifak halindeki gerici bir azınlıkla işbirliği yaparak kadın haklarına karşı savaş açıyor? Bu kısmen, hor gördüğü soğuk savaş sonrası liberal demokratik düzene karşı bir başka saldırı cephesi açmak demek. Daha pragmatik yönü ise bir yandan COVİD-19’a karşı, diğer taraftan kırılgan koalisyon hükümetinin dağılmasını önlemek için verdiği zor savaşlarda kendini tehdit altında gören güç durumdaki bir liderin savunma hamlesi. Anayasa Mahkemesi’ni kullanmak da, 2016 yılında olanların tekrarını engellemek ve parlamentoda herhangi bir itirazı önlemek için başvurulan bir hile.
Öte yandan Kaczynski aşırı sağda daha radikal politikalarla güç kazanmakta olan Konfederasyon Partisi ile de rekabet etmek zorunda. Kaczynski’nin kürtaj karşıtı yasayı yeniden canlandırma hamlesi koalisyonu güçlendirme, Konfederasyon partisini marjinalize etme ve Kilise’ye son yıllardaki desteği için şükranlarını sunma amacı taşıyor. Bu aynı zamanda da PİS’in çok sevdiği klasik “popülist” bir politika: Bir ateş yak, güçlü duygular uyandır ve seyircilerin taraflarını seçmelerini sağla. Kaczynski’nin sosyal medya üzerinden yaptığı konuşmada parti yönetici ve üyelerini “her ne pahasına olursa olsun” Katolik kilisesini savunmaya çağırması bu taktiğin mükemmel bir örneğiydi.
Ne var ki bu kez popülizmin el kitabı çok işe yaramıyor. Yeni bir siyasi fay hattı yaratıldı ve Kaczynski hem sonucu kontrol edemiyor hem de cini şişeye geri sokamıyor. Seçimlere daha üç yıl var, ancak daha önce parti politikalarıyla ilgilenmeyen kadınlar artık çileden çıktı ve sokaklara döküldü. Sonuçta Kaczynski’nin Varşova’daki villasının çevresine ağır silahlar taşıyan polisler ve kamyonlar yerleştirildi.
300 yıl kadar önce Montesqieu, “Bir despot tebasını köleleştirmekle meşgulken kendini de köleleştiriyor olabilir” demişti. Kaczynski’nin de içine yuvarlanmakta olduğu tuzak işte bu. Polonya vatandaşlarını seçme özgürlüğünden yoksun bırakırken, giderek daha fazla kendi yarattığı çarpık siyasi sistemin kapanına kısılıyor. Ve bu durum da sonunda kendini Polonya tarihinin çöplüğünde bulmasıyla sonuçlanabilir.
Kaczynski’nin dini sinsice ve provokatif bir biçimde istismar etmesi COVİD salgınındaki siyasi yetersizliğinin bir yansıması. Liberaller Polonya’daki durumdan kendi nesnel sonuçlarını çıkarmalı ve Kaczynski’nin yenilgiye giden taktiklerinden ders alarak gelecek için inandırıcı bir strateji oluşturmalı.
Bu yazının orijinali 28 Ekim 2020’de the Guardian’da yayınlanmıştır.