Sanırım kimse feminizmi getirmeye çalışmıyordu, feminizm zaten o salondaydı. Sinsi sinsi bir kenarda oturmuş bizi izliyor, tartışmalarımızla heyecanlanıyor belki biraz da halimizle eğleniyordu.

Shadi Ghadirian

Siz bu satırları okurken ben çoktan yana yakıla bu yazıyı neden yazdım ki diye dövünmeye başlamış olacağım. İyi tarafı, yazmakta ısrar edip sonunu getirmiş olmak; riskli tarafı ise erkeklerin büyük cümleleri arasında pek bir mor kalmak olacak. Olsundu bu yazının derdi feminizm derdiydi, feminizm herkes için değil miydi?

Geçtiğimiz hafta parçalara bölünmüş bir ülkenin güney yanında, şimdiki ismiyle ‘Irak Bölgesel Kürt Yönetimi’nin idari sahasında, bağımsızlık referandumu gerçekleşti. Kürt kadınlarının da duyguları vardı elbet, heyecanlanıldı, bağımsızlığın adı bile kocaman bir gülümsemeye yeterdi… Sahi yeter miydi?

Peki şimdi nereye, diye sormadan önce “Peki biz neredeyiz?” diye sormaktan alıkoyamıyorum kendimi. Biz demekte de hiçbir sakınca görmüyorum. Biziz elbet. Bağımsız bir Kürdistan üzerine konuşacaksak, daha çok biziz. Dünyada eşitlik ve özgürlük mücadelesi verirken bizsek, orada da biziz.

Zaten kadın özgürlüğü/ özgürleşememe sorunu, resmi olarak hâlâ Irak sınırlarına dahil özerk yönetimde de dünyanın diğer yerlerinden farklı değil. Hastaneye giriyorsunuz, refakatçilik dışında kadınlara verilmiş bir işle karşılaşmıyorsunuz. Siyasete bakıyorsunuz, beyaz olmak dışında hiçbir şey sizi güçlü bir siyasetçi kılmıyor. Ticaret yapmak için tabii ki tanınmış bir ailenin ferdi olacaksınız. Büyük gözleriniz, kalem gibi kaşlarınız, topuklu ayakkabılarınız (evin dışındaysanız tabi) erkek dünya tarafından kabul ölçüleriniz. Diğer yandan yoksulsanız, doğum için pikap arkasında battaniyeye sarılı bir halde taşınmanız öfke değil acıma hissi yaratıyor, geri kalanlarda. Kadına yönelik fiziksel şiddeti vs. ise uzaklarda aramayın yaşadığınız yerde bildiğinizin, gördüğünüzün ve öğrendiğinizin neredeyse aynısı.

Yeri gelmişken anlatayım, bundan beş yıl kadar önce Erbil’de, dünyanın hemen her yerine yayılan Kürt kadınlar büyük bir organizasyonla bir araya gelmişti. Kadınların kendi kaderini tayininden siyasetteki varlıklarına, temsil biçimlerine; yaşadıkları ev içi şiddete, istihdama değin bir dolu özgürlük meselesi konuşuldu. Benim bugün artık çatışan feminizmlerin içinde gördüğüm değerlendirmeler o gün gür bir kadın sesiyle bölündü: “Biz zaten özgürüz, siz buraya feminizmi mi getirmeye çalışıyorsunuz?” Sanırım kimse feminizmi getirmeye çalışmıyordu, feminizm zaten o salondaydı. Sinsi sinsi bir kenarda oturmuş bizi izliyor, tartışmalarımızla heyecanlanıyor belki biraz da halimizle eğleniyordu. Konferanstan kaptığım büyük deneyimlerden biri de bu olmuştu. Zaten peki biz neredeyiz sorusunun cevabı da buradaydı; geri kalmışlık, feodalliğe hayranlık falan değildi olduğumuz yer. Sömürge olmanın ızdırabı, tahammülsüzlüğüydü. İşin içinde devlet varsa hep bir kaşım havadadır lakin hiçbir kadına da ‘devlet erkektir, Kürtler de kursa erkektir’ diye dikte edemem, zira diktenin kendisi de iktidardandır; ancak sarılırım, sesimi duysun diye daha çok sarılırım.

Duygu dolu haller bir yana, kadınların görünmez kalması ortak kabulüyle bir araya gelmiş, burası senin şurası benim olsun, ohh bir de ordumuz olsun, yalancıktan sınırlar da koyalım diyen erkek devletlerin ortak ideolojisi eşitsizlik ve cinsiyetçilik iken bağımsız bir ulus devlet olmak neye yarayacaktı? Özgürlük altın tepside erkekler tarafından sunulabilir bir şey miydi? Keşke olsaydı. Ama değildi.

Artık asıl soru: Peki şimdi nereye? Kadınların mücadele tarihlerinin biraz kelebek etkili biraz da Meksika dalgalı bir yanı var. Bir kadın sokağa çıktı, bütün kadınlar sokağa çıkılabileceğini gördü… Varlık mücadelesinin bütünselliği; ev içinde, sınıf içinde, sömürgenin sömürgesiyken kısacası kadın kimliğinin her halinde nefes alacağı yolu aradı, öyle veya böyle de buldu. Gözlerimle gördüm, kadınlar sokaklarda bağımsızlık çığlıkları atıyorlardı.

Kim kiminle pazarlık yaptı, petrol vanaları ne olacak, havalimanları kimin olacak bütün bunlar bir yana referandumdan da bağımsızlıktan da bana kalan, o çığlıkların bir gün özgürlük için çığlık atan, kendi kadın isyancılarını yaratacağı inancı… Hafife almayın, kadınların çığlık atması büyülüdür.

* Nadine Labaki’nin aynı isimli, güzel filminden esinlenilmiştir.

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.