Erkek beğenisine göre şekillenmek ya da bahse konu endüstrilerin ortaya çıkarttığı güzellik anlayışına göre değişmeye çalışmak bir süre sonra, ‘bakılan’ olma konumundan nihai son dediğimiz ‘elde edilmiş, fethedilmiş bir vücut’ konumuna geçmesine sebep olacaktır. Sonrası malum, bir ‘kayıp’ ile ödüllendirilmek; bireylik yitimi ve bedenin sınırlarına hapsolmak.
‘Güzellik, küçüklüğünden itibaren, engellenemez bir biçimde ya kadına atfedilecek ya da ondan esirgenecektir. Kadın eğer güzelliğe sahip değilse, onu elde etmeyi umabilir; eğer sahipse, kesinlikle kaybedecektir. Peki ama güzellik tam olarak nedir?’1
En eski kabilelerden, uygar toplumlara kadar uzanan köklü, yerleşmiş bir anlayıştır güzellik. Ve hangi çağ, hangi inanç sistemi olursa olsun ‘güzellik’ hep kadın bedeni üzerinden anlatılmıştır. Değişen, geçen her zaman dilimine göre farklı bir güzellik anlayışı ortaya çıkmış, kadın bedenini sürekli değiştirmiş, o çağın güzellik anlayışına göre oradan oraya sürüklemiştir. Korselerin içinde nefes alamayan kadınlar, beyazlık uğruna yüzünü pudralara boyayanlar, küçük yaşlardan itibaren kız çocuklarının ayakları açılmayacak şekilde bağlayanlar ve büyüdükçe parmakların kırılması sonucu ayaklarının büyümesi engellenenler, estetik ile ‘doğuştan güzellik’ rekabetinde arada kalanlar, taraf olanlar. Kendinde kusur olarak görmediğin bir yerini, piyasaya sürülen ürün ile kusur/eksiklik olarak görmeye başlayanlar. ‘Onların’ güzellik dayatması ile kendi fikirleri ikileminde kaybolanlar. Filtreli fotoğrafını doktora götürüp “Ben böyle olmak istiyorum” diyenler. Güzelliği kadının ‘kendisine bakması’, kendine verdiği ‘değer’, ‘kendilerini iyi hissetmelerindeki etken’ olarak tanımlayanlar yani mutluluğu güzellik ile özdeşleştirenler… Bütün varlığı beden üzerinden tanımlanan kadınlar, kendilerini eksik hissetmeye başladığı anda parçalanmaya müsait bir konuma geliyor ve ‘toplum’ kadın üzerinde söz sahibi olmuş oluyor. Bir insanın dış görünüşüyle acımasızca yargılandığı böylesi bir durum, nasıl bir şiddet toplumunda yaşadığımızın açık kanıtıdır.2 Kadının bedeni etrafında örülen söylemler ve bunun sonucunda ‘güzelleşmek’ için yapılan pratikler kadınları birer metaya çevirdi. Kadını bedenle, erkeği zihin ile özdeşleştiren anlayış yüzünden aynaların ağırlığı hep kadınların üzerinde oldu. Karşıdan bakan kadının arkasında binlerce “değiş” diyen yüz var. Değiş çünkü tüketim ekonomisi… Kadınların tüketime yönlendirilmesi ve tabii ki kârı üst düzeye çıkarmak için, güzellik endüstrisinin sürekliliği için “değiş”. Her yılın başında yeni bir güzellik anlayışı ile karşı karşıya kalıyoruz. Bu sektörün hızına yetişmeye çalışırken, hep daha fazlasını istemeye yönlendirilirken, hedefin aslında hiçbir zaman ulaşılabilir bir şey olmadığını göremiyoruz. Ulaşılamayan, çünkü güzellik endüstrisinin belirlediği ve medya/sosyal medya aracılığıyla yaygınlaştırdığı o ideal, her gün ortaya ‘yeni bir ürün’ ‘yeni trendler’ çıkartıyor. Yani bu endüstrinin ayakta kalması için bizlerin sürekli değişmesi, ‘yeni’ olana uyumlanması ve benliğimizden geriye bir şey kalmaması gerekiyor. Ortaçağda esmerlik fakirlik göstergesiyken şimdilerde kremleri vücutlarımıza boca ediyoruz ki esmerleşelim. Ya da dolgun hatlar yiyeceklerin bol olmadığı dönemlerde daha popülerdi ama şimdi çok zayıf olmak ‘moda’ oldu. Geçen yıllarda ince kaş ama bu dönem kalın kaş, iki gün önce ‘serumları sihirli’ meşhur bir marka ama bugün başka bir marka… İç içe geçmiş ataerkil ideoloji ve yaygınlaşan güzellik sektörü kadına kendi algıları, kriterleri içinde değer veriyor. Bu ölçülere uymayan bütün kadınlar direkt ‘çirkin’. Güzel olmak zorunluluğu aynı zamanda kadının kontrolünü de beraberinde getiriyor. Dayatmacı toplumsallık ve sürekli güncellenen güzellik kavramı sadece dış görünüşe odaklanıp, tek tipleşmeyi güçlendiriyor. Kısacası zaten var olan ötekileştirilme, sömürülme halini bu durum devam ettiriyor ve sonsuz bir sarmalın içine aynalarla birlikte bizi de çekiyor. Bu sonsuz ve pahalı sarmal da şu; sektördeki ürünleri tüket ve erkeğin önceliklerine göre kendini ele al. Asla iyi hissetmeyeceğimiz bir döngüdür bu, çünkü pek çok kadın, bu fazlasıyla kritik yaşamda hayatta kalabilmek için “mükemmel” olmaları gerektiğine inandırıldı. Mükemmeliyetçilik, kusursuz olmaya çalışmanız demektir ve tabii ki ‘mükemmel’ imkânsızdır. “Bedene ve güzelliğe ilişkin geliştirilen modern pragmatik bakış, kadının güzelliğini erkeğin arzularıyla beslemektedir. Aynı anda hem sunulan hem de yasaklanan kadın bedeni, sembolik bir müsaitlik göstergesidir. Dış görünüşe yüklenen birçok eşdeğerlik söz konusudur ve belki de güzelliği ve güzelleşmeyi bu kadar sorunlu yapan da toplumun içindeki bu girift anlam alanıdır. Güzellik, kadın için bir kendini ifade biçimi, temsiliyet ve teslimiyet sistemidir; aynı anda toplumsal saygınlığını da güzelliğini kullanarak elde eden kadın için giydiği, taktığı, sürdüğü her şey bir dışavurum aracıdır. En azından o bunu böyle sanmaktadır.” “Düzgün bir kılık, iyi bir silah, bir yafta, bir saydırma aracı, bir iyi durum belgesidir”3
Erkek beğenisine göre şekillenmek ya da bahse konu endüstrilerin ortaya çıkarttığı güzellik anlayışına göre değişmeye çalışmak bir süre sonra, ‘bakılan’ olma konumundan nihai son dediğimiz ‘elde edilmiş, fethedilmiş bir vücut’ konumuna geçmesine sebep olacaktır. Sonrası malum, bir ‘kayıp’ ile ödüllendirilmek; bireylik yitimi ve bedenin sınırlarına hapsolmak. Unutmamak gerekir ki, sığ bir ‘güzellik’ anlayışı ile size gelen çabuk gidecektir. Çünkü güzellik sonsuza kadar sürmez ve sığ hiçbir düşünce uzun vadeli bir değeri içinde barındıramaz/ barındırmaz. Bu da bizi böyle bir baskının nasıl bir ‘özne?’ yarattığı, yaratabildiği sonucuna götürmekle kalmaz, aynı zamanda güzellik algısına kapılmadan konuşmanın ve bakmanın nasıl olacağı sorusuna da götürür. Yaralarımızla, kusurlarımızla özgürleşme deneyimi nasıl olacak? Öncelikle şunun ayırdına varmakta fayda var; sistem için ‘kusursuz’ olmamız isteniyor ve bedenlerimiz bunun için kullanılıyor. Aslında konforlu bir alandan çok bir ‘teslimiyet satın aldığımızı’ fark ettiğimiz, güzelliğin bir örüntü olduğunu yani birçok dalı olduğunu, anlayışlarımızla, fikirlerimizle birçok değerimizle bir bütün olarak algıladığımız noktada değişimin başlayacağına inanıyorum. Bu yazı geçtiğimiz yolların (birbirinden farklı deneyim taşlarıyla döşenmiş olsa da) aynı olduğunu göstermek, birçok soruyu içinde barındıran bir pencere görevi görmesi için yazıldı. Bu yüzden soruyla bitiriyorum. Güzelliğin ağırlığını hissediyor musunuz?
Kaynaklar
1.Francette Pacteau, Güzellik Semptomu, çev: Banu Erol, Ayrıntı, 2005.
2.De Beauvoir (Güzel Doğulmaz, Güzel Olunur: Beauvoir’ın Aşkınlık, Irigaray’ın Taklit Düşüncesi Üzerinden Güzellik Sorunsalı – Özüm Koşar).
İğdiş Edilmiş Güzellik, Gülnur Elçik, Cogito sayı: 58.
3.Güzel Doğulmaz, Güzel Olunur: Beauvoir’ın Aşkınlık, Irigaray’ın Taklit Düşüncesi Üzerinden Güzellik Sorunsalı, Özüm Koşar
Kadınların Omuzlarındaki Ağır Yük: Güzellik, Emine Meliha Kurtdaş, dergipark