Hapishanelerin ve zindanların yıkılışını kutlayan kadınlar, şimdi, neden kendi ezilmişliklerinin ortadan kaldırılamadığını sorguluyor olabilirler.

Mona Eltahawy

Ortadoğu ve Kuzey Afrika’yı kasıp kavuran devrimci dalgaya katılışlarından on üç yıl sonra Suriyeliler, artık Beşar Esad’ın adını, Mısır’dan Hüsnü Mübarek, Tunus’tan Zeynel Abidin Bin Ali, Libya’dan Muammer Kaddafi ve Yemen’den Ali Abdullah Salih’in yanına, tarih kitaplarına yazdırdıklarını söyleyebilirler. Ancak son on üç yılın bu ülkelerin hepsinde gösterdiği gibi, özgürlük bir adamı başkanlık sarayından uzaklaştırmaktan çok daha fazlasını gerektiriyor. Biz kadınlar bunu özellikle iyi biliyoruz.

Bugün, Suriyeli bir devrimci olan Razan Zaitouneh’yi düşünüyorum. Zaitouneh ve “Duma Dörtlüsü” olarak bilinen üç yoldaşı, 9 Aralık 2013’te –Esad’ın devrilmesinden tam 11 yıl bir gün önce– muhaliflerin kontrol ettiği bölgede ortadan kayboldu. Zaitouneh’nin devrimi herkesi hedef alıyordu: Esad rejimini, isyancı grupları ve aynı şekilde İslamcı militanları.

Mayıs 2013 tarihli e-postasında “Böyle canavarlar gelip aynı adaletsiz tarihi tekrar etsin diye devrim yapıp binlerce can kaybetmedik,” diye yazmıştı Razan Zaitouneh, arkadaşı ve insan hakları aktivisti Nadim Houry’e. “Bu insanlar da tıpkı rejim gibi hesap vermeli.” Bir zalimi başka bir zalimle değiştirmek ne işe yarardı ki?

Gazeteci olarak yaptığım işlerde Tunus, Suriye, Libya ve Mısır’dan kadınlarla halk ayaklanmalarına dair deneyimleri üzerine mülakatlar gerçekleştirdim. Kadınlar için her zaman iki devrim vardı: biri, herkesin üzerinde baskı kuran rejimlere karşı erkeklerle birlikte verilen mücadele; diğeri ise sokakta ve yatak odasında hüküm süren, iktidardaki rejimle birlikte, cisgender ve heteroseksüel erkek olmayan herkesi baskı altına alan düzene karşı verilen mücadele. Bu, kültürümüz ve dinimizle, otoriter yöneticilerle ve İslamcılarla yani otoriterliğin iki yüzüyle hesaplaşmak demek. Böyle bir hesaplaşma, özünde feminist bir hesaplaşma. Ve nihayetinde bizi özgürleştirecek olan da bu.

Devrimci hayal gücünün neredeyse her zaman ‘evin dışında kalması’ hepimizi öfkenin ötesine sürüklemeli. “Tüm o compañeros [erkek yoldaşlar], kafelerde, sendikalarda ve hatta dayanışma gruplarında ne kadar radikal olurlarsa olsunlar, ‘kadın özgürlüğüne aşık hallerini’ evlerinin kapısında bırakıyor gibi görünüyorlar. Evde, compañeras’larına [kadın yoldaşlarına] sıradan kocalar gibi davranıyorlar,” diye yazmıştı İspanyol anarşist ve direniş savaşçısı Lola Iturbe 1935 yılında.

Esad’ı sadece başkanlık sarayında değil, sokaklarda ve yatak odasında da devirmemizi istiyorum. Her devrimin sadece zalimin heykellerini değil, benim patriyarkanın üçlemesi dediğim şeyi –devlette, sokakta ve evde yaşayan zalimi– de yıkmasını istiyorum. Ve en zor devrim evdeki devrimdir zira tüm diktatörler eninde sonunda eve gelir.

Diktatörlerin devrildiğini görmek bizi ne kadar sevindirse de, bu ülkelerin özgürlük ve adalet yolunda –her ne kadar tökezleyerek de olsa– ilerlediğini görmek bizi heyecanlandırsa da, ve kadınlar barikatlarda erkeklerin yanında yer almış olsalar da, kadınların devrim sonrasında ellerindeki hakları kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya olduklarının acı bir şekilde farkındayım.

Birlikte yürümek, rejime karşı hayatlarımızı riske atmak iyi hoş da, protesto bittikten sonra ne olacak? Ev, Suriye de dahil olmak üzere dünyanın dört bir yanındaki kadınlar ve kız çocukları için en tehlikeli yer olmaya devam ederken devlete karşı devrim ne işe yarar ki?

Suriye’de on yıllardır binlerce siyasi muhalifin tutulduğu hapishane ve zindanların yıkılmasını kutlayan kadınlar, patriyarkanın hapishanelerinin ne zaman yıkılacağını da merak ediyor olmalı. Nesiller boyunca diğer Suriyelilerle birlikte 53 yıllık Esad hanedanının yanılmazlığı fikri aşılanan ve ancak şimdi bu hanedanlığın çöküşünü görebilen kız çocukları, kendilerine ne giymeleri gerektiğini söyleyen, özgürce hareket etme haklarını kısıtlayan ya da onları erken yaşta evliliğe zorlayan “bu bizim kültürümüz” veya “bu bizim dinimiz” gibi bahanelerin neden yıkılamadığını merak ediyor olmalı.

Kuir Suriyeliler, kendilerine uzun zamandır imkânsız olduğu söylenen şeylerin mümkün hale gelmesini izlerken, homofobi ya da transfobiden kurtulmalarının neden hâlâ imkânsız olması gerektiğini merak ediyor olmalılar.

Fazla mı hayalperest davranıyorum? Özgürlüğün aklımı çelmesine izin mi verdim? Hayır, özgürlüğün ulaşması gereken yer tam da orası, çünkü kadın bedenleri üzerindeki savaş ancak zihinlerdeki bir devrimle kazanılabilir. Kadınlar, kimlik politikalarını gündeme getirme cesareti gösterdiğinde, çoklukla azarlanır ve kadın meselelerini dayanışma ya da devrime sadakat gibi daha büyük hedefler uğruna bir kenara bırakmaları gerektiği söylenir. Bu bir hata. Tam da şimdi, yeniden inşa etme ve şekillendirme fırsatı önümüzde dururken herkes için özgürlüğü inatla talep etmeliyiz. Her şey belirsizlik içinde, havadayken, neyi yakalayacağımıza biz karar veririz.

Devrim, hepimizi özgürleştirecekse, rejim değişikliğinden çok daha fazlası olmalı. Ben bundan çok daha iddialı bir devrim istiyorum. Hedefinizi yüksek tutun! İnsanları değiştiren bir devrim talep edin.

Devrimler uzun zamandır erkeklerin ne istedikleri ve bunu nasıl elde ettikleri etrafında şekilleniyor çünkü patriyarka kullandığımız kelimeleri ve dünyayı görme biçimimizi belirliyor. İnsan hakları yasaları ve kelime dağarcığı, yakın partner şiddetini bir işkence biçimi olarak tanımaz çünkü sadece devletin erkeklere yapabildikleri ciddiye alınır–erkeklerin kadınlara yaptıkları ise sadece “ev içi şiddet” olarak görülür.

Benzer şekilde, devrimler genellikle erkekler rejimi değiştirdiklerini –yani devletin gücünün bir kısmını ele geçirdiklerini– söyleyemedikçe başarılı sayılmaz. Bize, “gerçek” devrimin, medya ve tarih kitaplarının kayıt altına aldığı devrimin, devlete karşı erkekler tarafından ve erkekler için gerçekleştiği söylenir ve rejimi değiştirmediğimiz sürece hiçbir şeyin değişmediği söylenir.

Headscarves and Hymens: Why the Middle East Needs a Sexual Revolution (Başörtüsü ve Himen: Ortadoğu Neden Cinsel Devrime İhtiyaç Duyuyor?) kitabını yazarken, bazı erkeklerden “feminizm için doğru zaman olmadığını” duyardım. “Erkekler de özgür değil, biliyorsun,” derlerdi ironi yapmadan; patriyarkanın kendilerine de vermekte olduğu zararları bir gıdım bile anlamadan.

Benim cevabım ise her zaman “Evet, gerçekten de devlet kadın erkek hepimizi eziyor. kadınları devlet, sokak ve ev birlikte eziyor,” şeklinde olurdu. İşte hepimizi özgürleştirecek olan, patriyarkanın bu üçlemesine karşı olan devrimdir.

Gerçek devrim, gerçek mücadele, patriyarka ile kadınlar ve kız çocukları arasındadır. Öfke, başkanlık saraylarındaki zalimlerden, sokaklarımızdaki ve evlerimizdeki zalimlere yönelene kadar –zihinlerimizdeki, yatak odalarımızdaki ve sokaklarımızdaki o zorbayı devirmedikçe- devrimimiz henüz başlamış bile sayılmaz.

Çeviren: Cemile Gizem Dinçer

* Bu yazının orijinali 11 Aralık 2024 tarihinde Feminist Giant sitesinde yayınlanmıştır.

 

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.