Başka ülkelerde olduğu gibi İspanya’da da feminist hareketin hedefine ulaşmada karşılaştığı güçlüklerin temelinde, hak temelli mücadele karşısında patriyarkal anlayışın yeniden ve yeniden kendini üretme çabasının ve patriyarkal yapıların bozulmamak için gösterdikleri direncin yattığı bir gerçek.
İspanya, son yıllarda feminist hareketin Avrupa’da en etkin olduğu ülkelerin başında geliyor. Akademik temelli feminist çalışmalar ve sivil toplum örgütlerinin öncülüğünde düzenlenen kadının insan hakları ihlallerini ortaya çıkarmaya ve bu ihlalleri protesto etmeye yönelik eylemler bir çarpan etkisi yaratarak ülke genelinde ses getirmekte. Mart 2008 genel seçimlerinde oylarını artırarak iktidarda kalan Zapatero başkanlığındaki İspanya Sosyalist İşçi Partisi’nin (PSOE) kurduğu yeni hükümetin 17 kişilik kabinesinde dokuz kadın bakanın olması, bir başka ifadeyle, kabinede kadın bakan sayısının erkek bakan sayısından ilk kez fazla olması İspanya’daki kadın hareketinin önemli kazanımlarından biri olarak kabul edilebilir. Kabinenin Savunma Bakanı Carme Chacón’ın hamileyken Afganistan’da İspanyol birliklerinin bulunduğu üsse yaptığı ziyaret ise, patriyarkanın en önemli kalelerinden birinin düşme tehlikesiyle karşı karşıya olduğu şeklinde yorumlanabilecek, dönüştürücü nitelikte önemli bir gelişme olarak hafızalarda yer etti. Haziran 2018’de, iktidarda olan Halk Partisi’nin (PP) güvenoyu alamayarak düşmesinin ardından yeniden iktidara gelen Pedro Sanchez başkanlığındaki PSOE’nin kurduğu hükümette kadın bakan sayısı bu kez 11’e yükseldi. Böylelikle mevcut hükümet, sadece Avrupa’da değil, dünyada kadınların çoğunlukta olduğu ilk hükümet olarak tarihe geçmiş oldu. PSOE, bu yıl Nisan ayında yapılan son genel seçimlerde tek başına iktidar olmasını sağlayacak milletvekili sayısına ulaşamasa da, en çok oy alan ve milletvekili çıkaran parti olarak hükümeti kurmaya en yakın parti durumunda. Dolayısıyla kabinede görev alacak kadın bakan sayısında bir azalma beklenmiyor. Ayrıca son genel seçimlerden sonra meclisteki kadın milletvekili sayısı toplam milletvekili sayısının neredeyse yarısına ulaşmış durumda.
Hiç kuşkusuz, kadınların hükümet düzeyinde karar alma mekanizmalarında sayısal çoğunlukta olmaları, İspanya kadın hareketinin ne ölçüde etkili olduğunun önemli bir göstergesi. Daha önemlisi ise hareketin, günlük yaşam pratiklerini, toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması yönünde dönüştürebilecek şekilde tabana yansıyıp yansımadığına ilişkin göstergeler. Bu göstergelerden birisi, kadın cinayetleri olarak da tanımlanan; kadının yaşam hakkının elinden alınmasına kadar uzanan toplumsal cinsiyet eşitsizliği temelli kadına yönelik şiddet olaylarının yaşanma sıklığı. Feminist hareket İspanya’da her ne kadar etkin olsa da, kadına yönelik şiddet olaylarının halen sıklıkla yaşandığı bir gerçek olup, sosyal medyada, haber ağırlıklı programlar yapan televizyon kanallarında ve günlük gazetelerde kadına yönelik şiddet haberlerine rastlamak hiç de olağan dışı bir durum değil.
Kadın cinayetleriyle ilgilenen bir sivil toplum kuruluşunun verilerine göre İspanya’da 2005-2015 yılları arasında öldürülen 681 kadının 586’sı, 2018 yılında öldürülen 98 kadının en az 87’si toplumsal cinsiyet eşitsizliği temelli şiddet kurbanı. 2019 yılının ilk dört ayında toplumsal cinsiyet eşitsizliği temelli şiddet nedeniyle öldürülen kadın sayısı ise 25 (https://feminicidio.net/). Rakamlar, İspanya’da etkin bir şekilde sürdürülen feminist hareketin “¡Ni una menos!” (“Bir kişi daha eksilmeyeceğiz!”) mottosunda belirtilen; toplumsal cinsiyet eşitsizliği temelli kadın cinayetlerinin sonlandırılması nihai hedefinden henüz uzak olduğunu göstermekte. Bu noktada feminist hareketin, hükümet düzeyinde kadınların sayısal çoğunluğu elde etmelerinde etkili olabildiği, ancak kadının yaşam hakkının elinden alınmasına kadar uzanabilen kadına yönelik şiddet türlerine zemin hazırlayan patriyarkal yapıların bozulması ve patriyarkal örüntülerin çözülmesi hedefine ulaşabilecek ölçüde etkili olamadığı şeklinde bir yorum yapılabilir.
Ayrıca kadınların yürütme organlarında çoğunlukta olmaları, en azından bugün için, sadece kabinedeki bakan sayısıyla sınırlı kalmış gibi görünüyor. Mayıs ayının başlarında “el Periódico”da yayınlanan bir haberde, ülke genelinde yönetici düzeyindeki kadınların oranının % 8,6 olduğu ifade ediliyor. Aynı haberde yeni tamamlanan bir çalışmanın sonuçlarına göre iş dünyasında yönetici düzeyindeki kadınların oranı ise % 16,2 olarak belirtiliyor. Bu oran, 2016 yılı verilerine göre yaklaşık % 4 artmış olsa da; 2008 yılında ekonomik krizin başlarında yaklaşık % 20 olduğu için, halen oldukça düşük olarak değerlendiriliyor. Haberde, çalışmayla ilgili raporu hazırlayan grupta yer alan bir akademisyenin; bu yılki sayıların kadınların lehine bir iyileşme olduğunu göstermekle birlikte, değişikliğin henüz çok yavaş olduğu şeklinde bir değerlendirmede bulunduğu belirtiliyor. Söz konusu akademisyenin, siyasi düzeyde toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlama yönünde yaşanan ilerlemenin toplumsal beklentiye cevap vermekle birlikte; babalık izninin uzatılması gibi somut ve uygulanabilir adımların atılması gerektiğini dile getirdiği de ifade ediliyor.
İspanya’da feminist hareketin, hedeflerine ulaşmasına engel teşkil eden dinamikler nelerdir? Feminist hareket, hükümet düzeyinde karar alma organlarında kadınların çoğunluğu elde etmelerinde etkili olabilirken neden kadına yönelik şiddet üreten günlük yaşam pratiklerini dönüştürmekte güçlük çekmektedir? Hükümetin yürütme organlarında kadınların sayısal çoğunlukta olması, söz konusu kadınların aynı zamanda feminist bakış açısına sahip oldukları, bir başka ifadeyle, patriyarkal anlayışın yeniden ve yeniden üretilmesini sağlayan politikalar yerine toplumsal cinsiyet eşitliğini esas alan politikaların hazırlanması ve hayata geçirilmesi anlayışına sahip oldukları anlamına gelir mi?
Yanıtlar, ülkenin tarihi geçmişi ve bugünkü sosyo-kültürel, politik ve ekonomik koşulları ile feminist hareketin, toplumsal cinsiyet eşitsizliği temelli kadına yönelik şiddetin ortadan kaldırılması hedefine ulaşmada karşılaştığı güçlükler arasındaki nedensellik ilişkisinin incelenmesini gerektirmekte. Ayrıca sorulara gerçekçi yanıtlar verilebilmesi, İspanya’daki feminist hareketin Avrupa ülkeleri başta olmak üzere diğer ülkelerde yaşanan sosyal, siyasal, kültürel ve ekonomik gelişmelerden olumlu ve/veya olumsuz yönde nasıl etkilendiğinin de dikkate alınmasını gerekli kılıyor. Dolayısıyla sorular ve yanıtları üzerine tartışma ve değerlendirme, bu yazının kapsamını aşması bir yana, güncel ve doğru bilgilere muhtaç. Bununla birlikte, başka ülkelerde olduğu gibi İspanya’da da feminist hareketin hedefine ulaşmada karşılaştığı güçlüklerin temelinde, hak temelli mücadele karşısında patriyarkal anlayışın yeniden ve yeniden kendini üretme çabasının ve patriyarkal yapıların bozulmamak için gösterdikleri direncin yattığı bir gerçek.
Ocak ayının ilk günlerinde İspanya basınında haber olan bir olay, patriyarkal anlayışın, sosyalizasyon sürecinde öğretilerek/öğrenilerek yeniden ve yeniden üretildiğine örnek teşkil eder nitelikte. Söz konusu haberde dokuz yaşındaki bir erkek çocuğunun, babasının kullandığı arabanın ön koltuğunda emniyet kemeri takmadan oturduğu ve arabanın camından, kırsal alanda, tüfekle kuşlara ateş ettiği, bu esnada babanın, bir yandan arabayı kullanırken bir yandan da video çektiği ve oğlunu ateş etmesi yönünde cesaretlendirdiği anlatılıyor.
Erkek çocuklarının çok küçük yaşlardan itibaren şiddet içeren davranışlarda bulunmasını teşvik etmek ve onaylamak, sadece belirli bir topluma ya da toplumun belirli bir sınıfına, belirli bir zümreye özgü bir alt kültür olmayıp, derecesi ve şekli farklılık gösterse de tüm patriyarkal toplumlarda görülen; egemen erkekliklerin üretilmesinin en etkin yollarından birisi. Bu ve benzeri şekilde yeniden ve yeniden üretilen erkeklikler, sosyo-kültürel özellikler ile toplumsal cinsiyet eşitsizliği temelli kadına yönelik şiddet arasındaki nedensellik ilişkisinin bir göstergesi ve feminist hareketin tam da yıkmak istediği patriyarkal yapıları yeniden ve yeniden inşa etmekte. Dolayısıyla feminist hareketin, en azından toplumsal cinsiyet eşitsizliği temelli kadına yönelik şiddet açısından hedeflerine ulaşabilmesi için, ileride diğer şiddet biçimlerine olduğu kadar kadına yönelik şiddete de dönüşmesi kuvvetle muhtemel olan bu tür egemen erkekliklerin üretilmesini sonlandıracak politikaların hayata geçirilmesi; dönüştürücü mekanizmaların tabandan tavana – tavandan tabana birbirlerini etkileyecek şekilde kurulması büyük önem taşımakta. Bunun hiç de kolay olmayan; sık sık patriyarkanın farklı dirençleriyle karşılaşarak kesintiye uğrayan bir süreç olduğu kuşkusuz. Ancak feminist hareketin varlık sebebinin hak temelli mücadele olduğu, bu mücadeleler sonucunda bugüne kadar belirli kazanımlar elde edildiği göz önünde bulundurulduğunda, söz konusu dönüştürücü politikaların hayata geçirilerek yeni kazanımlar elde edilmesi de, süregiden mücadelenin sonuçlarından biri olarak gerçekleşebilir görünmekte.