Bir kadın olarak kendimi anlamaya çalışmak Beni dramatik bir kadın yapacaksa da yapsın. Varsın bir drama kraliçesi olayım.
Hanımefendi Sizin de hiç duygularınızın karışıp birbirine girdiği oluyor mu?
Benim oluyor. Aslında son derece net, duygularında köşeli, kararlarında cellat gibi bir kadınımdır ama oluyor. Bu kadınlıkla mı ilgili Sence? İkide bir erkekler tarafından duygu karmaşası yaşadığımız, hassas olduğumuz gibi durumlar yüzünden itham ediliyoruz. Sence de çok mu hassasız ve duygularımız çok mu karışık?
Ben hiç bekletmeden vereyim cevabımı. Bir kadın olarak direk kendimi ele alıyorum ve geldiğim cevap şu: Çok fazla detay ve veriyi net bir şekilde görüyorum ve gereğinden fazla adaletliyim. Haa bir de kadına şiddetin kültürün neredeyse bir parçası olduğu bir ülkede yetiştiğim için her an tetikteyim ve sürekli kendimi korumaya çalışıyorum. Çok şeyi, çok erken sezdiğim halde adil olup kendimi korumaya çalışırken duygu karmaşasının içinde gibi görünüyorum. Bakkaldan domates alırken bile duygularımın karışma ihtimali varken düz bir heteroseksüel olarak karşı cinsle duygusal ilişkilerim takı kutumun içindeki uzun zincirli kolyeler gibi oluyor haliyle. Queer bir duygusal ilişkiyi anlamak haddimi aşıyor, kaldı ki edebimle bir analiz sınırımı çizip durmalıyım.
Bu yazı kadınca duygular üzerine ve yine tartışmayı kendi deneyimlerim üzerinden açıyorum. Kadınlığımı, kadınca duygularımı anlamak için yardıma ihtiyacım var; üstelik kadınlık üzerine her alanda olduğu gibi ahkam kesen erkekliğin olmadığı bir atmosferde yapmak istiyorum bunu mümkünse. Sapına kadar kadın olarak düşünmek, dayatılan eski ve yeni tüm değer yargılarından sıyrılmak, yer yer hafifmeşrep, zilli ve yollu olarak düşünmek istiyorum.
Bu duyguları açmak, konuşmak ayıp mı, zayıf mı gösterir Sence? Sen duygusal ilişkilerinde durup kendini dinliyor musun hiç? Ben çok yapıyorum. Haksızlığa uğramamak, haksızlık etmemek ve rahatlamak için çok yapıyorum. Sen de yap bacım. Dinle kendini, hele ki partnerin erkekse. Erkeklik her alanda tahakkümü doğal hakkı gördüğü için kalkıp Senin duyguların üzerinde de tahakküm kurmaya kalkacaktır. İzin verme.
Pamuk Prensesin Üvey Anası olarak bayağı bir önce cinsel ve duygusal şiddet travması üzerine duygularımı paylaşmıştım burada. Şimdi de hem bu travmanın ardından nasıl toparlandığımı hem de özümdeki kadına sahip çıkarak nasıl kendime geldiğimi anlatayım. Ben kadınca duygularımın kıymetini çok iyi anladım. Yaşasın kadınların içindeki kaos!
Kendimi toparlamak iki yılımı aldı. Çapkınlık yaptım, terapiye gittim ve kadın ve gey dostlarıma tutundum. Cinsiyetçi bir ayrım yapmak istemem ama (hetero) erkek arkadaşlarım Beni asla kadın ve gey arkadaşlarım kadar iyi anlamadı. Bu Benim deneyimim.
Çapkınlık yaparken mottom “neden bir erkek gibi takılmayayım ki” idi. Olmadı yapamadım çünkü Ben bir kadınım. Sekse de, duygusal ilişkiye de bir kadın olarak bakıyorum. Burada bile sinsi erkeklik yüzünü gösteriyor. Yahu çapkınlığı da gayet kadınca yapabilirim, erkeklerin duygusal vurdumduymazlığına neden benzemeye çalışayım? Saçmalık… Her modern çağ fanisi gibi dating app kültürü ve sadece seks odaklı hızlı ilişkilerle bu dönemde tanıştım. Yani takılma kültürü ile. Takılma kültürü, Leah Fessler’in “Playing the Game” yazısında ifade ettiği gibi duygusal boyutu olmayan, sadece cinsel tatmin için partnerle kurulan ilişkilerin adı. Benim de amacım asla ekseriyetle kültür ve bilgi birikimi açısından hep bir adım gerimdeki hoş görünümlü beylerden birine nikahı basmak olmadı ama en azından nezaket, zarafet ile iletişim kurmaya çalıştım. Ayy ne mümkün. Ormanda karşına çıkan sinirli bir ayı ile ne derece iletişim kurabiliyorsan kısa süreli seks odaklı ilişki için ordan burdan bulunan erkekle de o derece seviyeli iletişim kurabilirsin. Elbette genelleme çok yanlış ama modern çağın takılma kültürünün hızlı erkekleri maalesef kadınlara hiç saygı duymuyor ve Bana sorarsanız tüketilebilir bir mal, bir parça et olarak görüyor. Sözlerim acı geldiyse erkek bireyler dönüp bir kendi duyguları ile derinden yüzleşsin derim. Cinselliğin nasıl bir toplumsal takıntı olduğunu bu dönemde en berbat hali ile idrak ettim. Takılma kültürü erkeklerinin Benim gördüğüm çoğunluğu cinsellik konusunda ergenlikleri ve toplumsal yargılar arasına sıkışıp kalmış durumda. Kadınları verilecek değer bakımından sınıflandırma, özellikle hızlı seks odaklı ilişki kurdukları kadınları değersizleştirme eğilimindeler. İçten içe tam da toplumun dayattığı gibi özgür cinselliği “kötü” olarak görüyorlar. Bu sebeple “fuck buddy”, “friends with benefits” ilişkisi içinde oldukları kadınları bu “kötülüğün” ortağı oldukları için değersiz ve tüketilebilir görüyorlar. Eğitim, dünya görmüşlük falan bu içe işleyen zalim toplumsal dayatmayı düzeltemiyor. Bir de “erkeklik” var tabii. Takılma kültürü erkekliğin şovuna o kadar müsait ki. Bu sebeple kadınlık duygularımıza sıkı sıkıya tutunup kendimizi hiç göz ardı etmemek oldukça hayati. Takılma kültürü üzerine Fessler’in yazdığı makaleyi ilk okuduğumda “Vay be bu da mı evrensel,” demiştim. Tam olarak Benim hissettiklerimi yazmıştı. Takılma kültürünün kazananı da yine erkeklik oluyor. Bu kadar fazla farkındalık Benim elbette ki savunma mekanizmamı uyandırdı. Elinde ışıl ışıl bir Hattori Hanzo kılıcı ile hiç şakası olmayan bir kadın samuray. Kendisi Benim savunma mekanizmam olur ve görevi kelle almaktır. Duygusal olarak incindiğimde Samuray hanım gelip Benim içimde o zalimin kellesini alır. O zat Benim hayatımdan sanki ölmüşçesine çıkar. Zalimce ama kesin çözüm. Takılma kültürü beylerinin içine yonca biçer gibi daldım haliyle. Canımı en ufak şekilde, bazen bir söz bir tavırla sıkanı Samuray’a devrede ede, sıradaki diyerekten geçtim o dönemden. Fakat bu Benim kendimi hiç dinlememem, kadınca duygularımı dipfrize koymam anlamındaydı. O rüzgarlar sertçe estikten sonra buzlar erimeye başladığında tüm patriyarkal dayatmaları daha iyi ayırt edebilen, daha feminist bir kadın çıktı ortaya. Bu kez hiç duygularımı, kadınlık onurumu/ gururumu, haklarımı, beklentilerimi, arzularımı, isteklerimi göz ardı etmeden kurmaya çalıştım ilişkilerimi. Ardımda bir Samuray’ın olduğunu bilmenin verdiği güvenle. Yanlış da olsa bu Beni hâlâ çok rahatlatıyor. Bir erkeği neden hayatımdan çıkaramayayım ki? Gelin görün ki gerçek hayat böyle değil, bazen çıkaramıyorsunuz. Ah o kaotik duygular. Ah o merhamet. Elbette bir süre takılayım diye başladığım bu macera uzun sürmedi. Bu yaşadığım şeylerden daha büyük bir şeydi. Bir kadınlık dönüşümüydü ve bunu gözlemledikçe kadınlığımdan, karmakarışık duygularımdan daha da gurur duydum. Dengesizdim, duygusaldım, bazen duygusuzdum, hassastım ama bazen vurdumduymazdım ve bu bir yolculuktu anlaşılan. Benim bu deneyimim birazcık Vasalisa’nın Baba Yaga’nın evini ziyareti gibiydi.[1] Kurtlarla Koşan Kadınlar kitabında Clarissa Estes, Vasalisa’nın hikayesinde bir kız çocuğunun bir kadına dönüşümündeki o tehlikeli ve zor yolculuğu anlatır. Vasalisa annesini kaybeden küçük bir kızdır, üvey annesi onu tehlikelerle dolu ormana gönderir, o da bilge ve korkunç büyücü Baba Yaga’nın evini ziyaret eder. Döndüğünde Vasalisa eskisi gibi değildir. Bir kız çocuğundan kendini bilecek kadar bilge bir kadına dönüşmüştür. Tüm bunları yaşarken kitaba dönüp Vasalisa’nın öyküsündeki ödevleri tekrar tekrar okudum. Böylece kendime müsaade edip hiç sorulmayacak soruları ne zaman soracağımı öğrendim. Ve ardı ardına sordum.
Ben pat diye sormayı sevenlerdenim. Hiç arkadaşınız olan bir erkekle sevişip sonra arkadaşlığınıza devam etmeniz mümkün oldu mu? Yakın çevremdeki kadın arkadaşlarımdan çok yakın oldukları erkek arkadaşlarının bazen seks talep edip, arkadaşlıklarına bir gece önce hiç sevişmemiş gibi devam etme isteklerini ardı ardına aldıklarını dinlediğim oldu. Kimi zaman cinsel özgürlük ve insan doğasının arkasına gizlenerek dile geliyor bu erkek talep. Peki ya duygular? Elbette cinsel özgürlük önemli, insanın cinselliğini keşfi önemli fakat bu, bir kadının duyularını bastırmak için kullanılabilen bir araca asla dönüşmemeli. Kimi zaman kadınların duyguları seksle iç içedir. Olmadığı durumlar da vardır elbette fakat olması anormal değildir. Bu çok sinsi bir tahakküm alanı. Kadınca duyguların karşısına birtakım özgürlükleri koymak, eşitsiz bir terazide ölçüm yapmaktır. Kadınca duygular normaldir. Anormal olan, bir erkeğin bunun üstünden yaptığı manipülasyon, kendi arzusunu dayatma ve en nihayetinde erkek tahakkümüdür. Neyin özgürlük, neyin erkekliğin rahat manipülasyon alanı olduğunu iyice ayırt etmek gerek. Bilge büyücü Baba Yaga’nın Vasalisa’ya verdiği çürümüş buğdayları sağlam buğdaylardan ayırma görevi gibi, o pırıl pırıl kadınlık ortaya çıkana dek, tüm sinsi tahakküm dayatmalarını fikir dünyamızdan ayıklamamız gerekli.
Bir takılma ilişkisi olarak başlayıp iki taraf için de kıymetli bir arkadaşlığa dönüşen bir ilişkiniz oldu mu hiç? Benim oldu. İşte bu duygu kaosunun ta kendisi. Birinci ağızdan biraz bu duygusal çıkmazdan bahsedeyim. Bıçkın takılma maceram tam olarak burada bitti. Baştan hiç ihtimal dahi vermediğim bu adamı tanıdıkça sevmeye başladım. Zamanla oldu bu. Erkekleri vasatlıkları ile tek sıraya dizip siz zaten beş para etmezsiniz diye sınıflandırmak kolay ama bu kez karşımda düzgün bir adam vardı. İlk kez feminizmi gerçekten anlayan, kadınlığı anlayamadığı yerlerde bir erkek olarak susmayı bilip öğrenmeye çalışan saygılı bir adam vardı. Böyle bir erkek gerçekten vardı ve Ben buna inanamıyordum. Bir erkek olarak kadınlığıma duyduğu bu saygı Beni derinden etkiliyordu. Dünya görüşü, kültürel birikimi, açık fikirliliği ile eşit ilişki kurabildiğim bir adamdı. İyi kalpli ve sevginin kıymetini bilen bir adamdı ve bu Benim için çok daha zordu aslında. Birer insan olarak yakınlaşmaya başladık fakat duygularımız eşitsizdi. O baştaki akdimize sadıkken Ben değişiyordum. Benim tarafımda tuhaf bir sadakat, derin bir merhamet, içten bir sevgi ortaya çıkmaya başladı. Bir erkeği bu kadar sağlıklı sevmeye, bu kadar çok arzulamaya alışık değildim. Onca sağlıksız ilişkiden sonra, Ona olan duygularım berrak bir su gibiydi. Beni yumuşatıyordu. Her daim hazır pençelerimi içeri çekiyordu ama içim hiç rahat değildi. Kendimi koruma içgüdüm, savunma mekanizmam ve bu hiç alışık olmadığım yeni duygularım Benim içimde kaos yaratıyordu. Vasalisa’nın merak ettiği sorular gibi sorularla doluyordu aklım. Bir kadın arzuyla, istekle seviştiği bir adamla bir butona basar gibi yakın arkadaşlığa geçebilir mi? Sözüm ona iki tarafın da duygular ve seks konusunda baştan açık açık konuştuğu halde birbirine arkadaşça davranmadığı bir ilişki hızla arkadaşlığa dönebilir mi? Kadın içinde hiç kıskançlık uyanmadan o adamın başka kadınlarla ilişkilerini izleyebilir mi? Kendini o başka kadınlarla kıyaslayadurup neden demeden durabilir mi? Yapamaz. Ben yapamadım. Kendi duygularımla bir insan olarak çok sevdiğim adam arasında kaldığım oldu. Seks konusunda kadınlık gururumun incindiğini hissettim. “Ben iyi bir arkadaş olarak bir dönem heves alınıp sonra arkadaşlığa devam edilebilecek türden kullanışlı bir kadın arkadaş mıyım?” dediğim oldu. “Bir erkekle yakın arkadaşlık bu heves evresini atlatmadan olmuyor mu?” dediğim oldu. Üstelik arkamdaki o zalim kadın, o Samuray, bir erkekle sevişip sevişip ardından Onun diğer kadınlarla takılma maceralarını öyle kalbiniz kırılmadan izleyemezsiniz hanımefendi diyor durmadan. Bu çıkmazdan çıkmak için iki yol var, ya duygularınızın sesini kısıp her şeyi zamana bırakacaksınız ya da bu çetrefilli arkadaşlığı bitireceksiniz. İkisi de acı. Sizi en az üzecek olanda karar kılacaksınız. Benim hiçbir koşulda kendi duygularımdan vazgeçmeye ve bir erkeğin ne istediğini öncelemeye niyetim yok. Onu çok sevsem de kendimi bu ilişkide görünmez kılamam. Bazen tırnaklarım da, dişlerim de çıkacak üstelik. Benim tavsiyem, benzer durumlarda, duygularınızı açıkça koyun ortaya, en başta kendinizi anlayın, kendinize dürüst ve adil olun. Kendimize adaletli olmazsak karşımızdakine asla olamayız. Bir kadın olarak kendinizle anlaşmaya vardıktan sonra o erkeğe sıra gelsin. Naçizane önerim, benzer kaosu yaşıyorsanız, duygularınıza sahip çıkın ve bırakın dengesizliğiniz Sizi bu fırtınada sahile çıkarsın. Çok popüler bir dizi olan Game of Thrones kitap serisinin yazarı George R. R. Martin, kitaplarından birinde bir karakterine şu sözü söyletir; “Chaos is a ladder,” yani kaos bir merdivendir. Martin’i bir yazar olarak pek sevmesem de, yarattığı feminist karakterlere hürmetle bu sözünü çok severim. Bence de, bırakın bu merdiven sizi olması gereken yere çıkarsın. Bu kaos Benim için, Vasalisa’nın yolculuğundaki tavuk ayakları ile fırıl fırıl dans eden Baba Yaga’nın karman çorman evidir. Müthiş bir karmaşa, tehdit ama neticede paha biçilmez bir bilgeliğe çıkacak. Ben kişisel olarak bu deneyimi Baba Yaga’nın evinden yazıyorum. Henüz bu kaostan çıkabilmiş değilim. Kadınlık yolculuğum kaos aşamasında. Dilerim ki aynı aşamada olan kız kardeşlerime bir nebze bir “Ohh ben de kendimi tek sanıyordum,” olur bu sözler.
Takılma kültürü, örselenmiş kadın-erkek arkadaşlık müessesesi Benim açımdan hâlâ soru işareti. Romantik aşkın çoktan bittiğini biliyoruz aslında. Eric Fromm’un dediği gibi kadın ve erkek olarak birbirimize birer değişim paketi hazırlayıp ilişkilerimizi birer iş sözleşmesi gibi yaşıyoruz. Kadınlar ve erkekler olarak hangimizin aradığımız o ideal partner özellikleri listemiz yok ki? Saçı, boyu, kilosu, eğitimi, kültürü, yaşı vs… Fakat erkek egemen bir toplumda kadın haklar ve istekler konusunda erkekler kadar özgür değil. Arayış içindeki erkek çapkınlık yaparken sırtı sıvazlanırken, aynı durumdaki kadın ayıplanıyor. Erkekler güvenli sınırlar içinde kırıp döken ilişkiler kurabiliyor ama bir kadınların aynı tavrı sergilemesi mümkün değil. Sosyal medyadan mesaj attığı kadından olumlu dönüş alamadığında ölümle tehdit eden erkelerin olduğu bir toplumdan bahsediyoruz. Kadınlar olarak daha fazla baskı altındayız ve bu durumda iç barıştan söz etmek pek mümkün değil.
Bir kadın olarak kendimi anlamaya çalışmak Beni dramatik bir kadın yapacaksa da yapsın. Varsın bir drama kraliçesi olayım. O dramayı yaşayıp özüme varmam gerekli. Kadınlık sezgilerimiz olduğu kadar öğrendiklerimizdir de. Bu bir kız çocuğundan bir kadına dönüşme yolculuğu sırasında öğrendiklerimiz aslında. Erkek egemen, kadının cinselliğiyle ilgili her şeyin denetim ve tehdit altında olduğu bir toplumda bu yolu ne kadar özgürce yürüyebiliriz ki? Yalnız olmadığımız müddetçe yürüyebiliriz. Bu yolu yürüyüp şahane kadınlara dönüşen o ilham perilerine bakıp bakıp cesaretlenebiliriz.
Modern çağın kadın erkek ilişkilerine kendi deneyimlerim üzerinden şöyle bir ışık tutmak, bunu okumakta olan hanımefendinin ahaa işte tam da benim halet-i ruhiyem dediğini duymak için yazdım. Benim sığınağım kadınlığım ve kız kardeşlerim. Bu zor yolculukta yalnız yürümediğini bilmek en büyük destek.
Sevgiyle.
[1] Kurtlarla Koşan Kadınlar, Clarissa P. Estes, Ayrıntı Yayın Evi, 31. Basım.
Merhaba,
uzundur üzerine düşündüğüm ama bir türlü yazmadığım bir konuya değinmiş olmandan ve dilini nedense kendime pek benzetmiş olmamdan dolayı bir yakınlık hissettim 🙂 yazdıklarına bir kaç şey söylemek istiyorum: kadınlar ve erkekler (ben aslında bağyan değil kadın diyor olduğumuz için kavramları düzgün kullanmak zorunda hissettiğim için adam demek daha doğru olur sanırım) pardon kadınlar ve adamların aşk ilişkisini veya fuck body ya da tek gecelik ya da neyse o, sadece cinsellik üzerine kurulu ilişkileri aynı şekilde yaşama ihtimalinin düşük oluşunu şuna bağlıyorum:
kendi deneyimimden yola çıkıyorum… etrafımdaki kadınların hemen hepsi kendi iç dünyası ile bağlı, duygularını tanımlamaya ve anlamlandırmaya uğraşan, bir şekilde kendilerini ‘tanıyan’ ve başlarına ne gelirse gelsin sonunda bilgelikle o derin kuyulardan çıkmasını öğrenmiş bireyler. bir insanın aşık olabilmesi için, önce kendini sevebilmesi gerektiğine inanıyorum. aşık olabilmek bir potansiyel enerji istiyor ki doğru anda ve yerde bir kinetik enerjine dönüşsün, ortamı ısıtsın <3 aşkın kişinin libidosu ile yani yaşama bağlanma derinliği ile doğrudan ilişkisini düşünürsek, kendiyle bu kadar hemhal olan ve herşeyi aşabileceğine inanmış, kendini öyle de böyle de seven kadınların libidosu- yaşama enerjisi çok yüksek bence. bu nedenle de kendimize bir aşk nesnesi bulmamız zaten an meselesi. fakat adamlara bakıyorum, içleri kurumuş, kendileri ile herhangi bir sohbete dahi girmeyen, önsezi kıtı, iç görü fakiri insanlar yav. gerçekten, bunu en çok bana erkek arkadaşlarını anlatan kadınlardan dinliyorum ve kendi tanıştığım adamlardan yola çıkıyorum. bu kadar kuru bir libido ile yaşamı 'içine girdiği kadın' sayısı ile ölçecek kadar sığlaşmış, sorsan bir kere aldatılmış ya da kırılmış, ama dönüp kendine bakıp, o bi tanecik yarayı sarmayı beceremeyen garip garip herifler… kırılganlıklıkları ayrı dert, hassas olduğunu iddia edip ayılıklarıyla hırpalamaları ayrı dert… bu yüzden ıssız adam filmi bu memlekette bu kadar sevildi diye düşünüyorum. bıktım bu ıssızlıklarından, kupkuru içi boş adamlardan gerçekten. beslenmeyen sulanmayan toprakta çiçek yeşerir mi ki bu çöl adamlarda bir gül yeşersin de aşık olabilsinler? olamazlar ki! o yüzden aynı şekilde yaşamıyoruz, yaşayamayız da ilişkileri. seni çok sevdiğini ( ama aşık olmadığını – %90 oranında-) söyleyecek adamla birlikte olduğunda, sana değer veriyor olduğunda bile aynı seviyede ve hassasiyette olamıyor ki ilişkinin iki ucu! yerin dibine soktum gibi oldu adamları ama gerçekten öyleler yav! anlamıyorum, nasıl göremediklerini hiç anlamıyorum, bu kadar tembel olabilmelerini aklım almıyor ama böyleler… biz de ya 'mal bu kardeşim' diyerek devam ediyoruz, poh poh da poh poh, ya da işte senin samuray gelip kesip atıyor bir hamlede… ama sonuçta şu kesin: emek olmadan sevmek veya aşk olmuyor ve önce kendine, sonra sana emek verecek insan bulmak çok zor… şu içinde yaşadığın kaosta gönlümden gül demetleri gönderiyorum mayıs ayında, kucak dolusu kiraz çiçekleri de olabilir…
bu da bonus olsun: http://kafaicikulturfizik.blogspot.com/2015/03/drdr-nedirkar-drdrdan-kurtulmann-en.html