Sanıyorum bu dizi yazıda hep bu temel sorunun izinden gideceğiz; date aplikasyonları ve ki içlerinden bumble gibi “feminist” çıkış olarak addedilen biri kadın cinselliği ve özgürlük ilişkisini nasıl etkiler?

Joni Mitchell, Self-portrait, 2000

“at bi nude yükselelim”

Cinsel hayatımı ikiye ayırıyorum; Bumble[1] öncesi ve sonrası. Boşandıktan sonra uzun süren yalnızlığıma çare bulmak için önce arkadaşlarım beni bir barın kapısına bıraktı. Düzenli olarak bara gitmeye başladım. Ayda iki kere aynı (güvenli) bara gidip kısmetimi/kolimi bekledim. Üniversite yıllarında hiç bara gitmemiş ve one night stand yaşamamış (hetero) bendeniz bence bara çok çabuk uyum sağladım, bar sandalyesine rahatça ve hızlıca oturabiliyordum sözgelimi. Çantamı bar tablasının altında asılı, çelik çengele bir güzel asabiliyordum (bu çengeli bilmeyenler var). Etrafıma bakıyor ve gülümseyebiliyordum. Yüksek müziğe de zamanla alıştım, bununla baş etmek için dans etmem gerekse de. Dedim ya tam anlamıyla düzenli bir işti benim için. Bir gün barmen şöyle dedi: “Hep aynı saatte gelme bari”; 21.00. Her işte (bana göre) dakik olan ben, bu işi de çok ciddiye alıyordum elbette. Zamanla müdavim olmak çok keyifli geldi; bar temizdi, gelenlerin yaş ortalaması çok küçük değildi. Yeni ve çevremden farklı insanlar tanımak, onları tekrar ve tekrar görmek, saat 2.00’dan sonra cinsel yönelim itiraflarına denk gelmek, iki kadını barda özgürce eğlenirken izlemek, eşcinsellerin şefkat ve cinsellik dolu dansına denk düşmek, erkeklere ve erkekliklere dair etnografik gözlem yapabilmek, kötü baba hikâyeleri dinlemek, içki pahalılığına birlikte isyan etmek ve bazen yeni tanıştığım birinin içkisinden içebilmek (hem de pandemi döneminde) ilgimi çekiyordu. Ülkenin politik gündeminden azade olmayan ama pek de ilgisi bulunmayan eğlenceli bir dünyanın içine girmiştim. Ne ki bir buçuk yılın sonunda eve ancak iki şugar koli atabilmiştim. Bu kadar zamanda anca siftah yapabilmiştim. İşler (paketleme) kesattı.

Aslında hayal ettiğim şey şuydu (bunu arkadaşlarıma da anlattım); -köleliğe karşıyız da- siz bir köle pazarı hayal edin, evet evet Ortaçağ uygun, erkekler tahta, uzun ve yüksek bir podyumda yürüyorlar, biz kadınlar/lubunlar bir divanın üstünden onları izliyoruz ve beğendiklerimizi solda, beğenmediklerimizi sağda kümeliyoruz, bir yandan kuru çilekli cin toniklerimizi (tabii ki şemsiye dekorlu) içiyoruz; bu bir ön eleme. (Ortaçağ’da cine kuru çilek atıyorlardı herhalde.) Divan dedim de, bir süre sonra bar sandalyesi çok rahatsız gelebiliyor. Gelgelelim ana seçimin sonunda bu pazardan istediğimiz lokumla kerpiç evimize doğru (hayır iple bağlamadan tabii ki) gidiyoruz. Böyle epik bir şey hayal ediyordum. Meğer mümkünmüş.

Tam bu “Hayâlât” içinde, yine işlerin iyi gitmediği bir gece ve yine sevgili arkadaşlarım bana, sadece kadınların teklif yapabildiği bir date aplikasyonu (ta ta ta tam bumble) indirdi. O gece fotoğraflarım çekildi ama hiçbirini beğenmedim, sağdan soldan nispeten güncel portrelerimi bulup yükle-dik. Tabii ki mahlasla. 35-55 yaş aralığını tercih et-tik. “Türkiye’deki erkeklerin cinsel performansıyla yaşlarının ilişkisi” üzerine derin bir sohbet yap-tıktan sonra. Bundan ötesi çok acayip! (Cinsel hayatımı boşuna ikiye ayırmıyorum.) Günlüğümü burada kesip sizi merakta bırakmayı istemem; bumble’daki ilk haftamda beş erkekle buluştum, 10’dan fazlasıyla yazıştım. Buluşmalarla yazışmaları ikiye ayırıp ayrıntılandırmak mühim. Ama önce yüzlerce erkek fotoğrafına bakıyor olmakla ilgili ilk izlenimlerimi anlatmak isterim.

Bu muhteşem (erkek fotoğrafları) veri bankasını sosyal medyadan ayırmam gerekli. Bumble’da hedef çok net ve veri çok özet. Altı poz ile kendilerini (ve tabii kadınların/lubunların da) anlatmaları gerek, ayrım burada. Profillerinde geçen giriş metinlerine şimdi girmiyorum, uzun hikâye. Amanın o ne fotoğraflar öyle! Ekstrem sporlar (yüzümdeki korkum belli oluyor mu?), spor arabalar (zengin bir tanıdıktan ödünç aldım), yatlar (marinada yürürken arkamda çıkmış), ören yerleri (tarih dersinden kalmıştım), Eiffel Kulesi (Avrupa görmüşlüğüm vardır), Mısır piramitleri (sekste ben bir firavunum [?]), baltayla odun kesmek (doğadaki adam fantezisi sever misin?), havuz başı şarap keyfi (Prosecco [İtalyan-Trieste şarabı] severim, sen?), güneş gözlükleri (Johny olmadığımız için gözlerimiz mavi değil ne yapalım?), otel koridoru (ailemle yaşıyorum[?]), aynayla selfi (selfi çekince burnum yamuk çıkıyor)……. Bir tane çiğ köfte yaparken, mangal yellendirirken poz yok. Erkeklerle ilgili önyargı zengini biri olarak benim için çok şüpheli bir durumdu, Türkiye’de ne kadar sportmen erkek (?) varsa bumble’da olmalıydı (sınıfsal ayrım için henüz erken). Bu da beni makara geçme atmosferinde tutuyordu. Tamamen kişisel. Derken fark ettim ki Türkiye’de erkekler güzel gülebiliyormuş meğer. Ya da “diş telim yok bakın” mı demek istiyorlardı? Fotoğraflarla ilişkim “armudun sapı-üzümün çöpü” şeklinde şımarmalarla ilerledi. (Bu “armudun sapı-üzümün çöpü” meselesini daha sonra yakından tartışalım, hatırlatın da). Bir yandan da büyük adrenalin pompalanması yaşıyordum. Bedenim harekete geçmişti. Tarih fonlu “cinsel köle erkek pazarı” hayalim gerçek olmak üzereydi, üstelik de BEDAVA! Tek bir farkı vardı ben beğendiklerimi sola diziyordum, bumble’da sağa atmak gerekiyordu. Evde kanepede (divanda) oturarak.

Sonra yazışmalar ve yani tanışma faslı başladı. Kimlik bunalımına hoş geldiniz! Fotoğrafla dalga geçme dürtümden dolayı vicdan azabıyla, insan insandır diyerek yazışmalara nazikçe başladım. Bir süre sonra kendimi tanıtmaktan çok sıkılacağımı henüz bilmiyordum. İlk yazışmam bumble’ı yüklediğimiz gece yarısı saat 2.00 civarı olunca fena tosladım. Bir müzisyenle eşleştim (ta ta ta tam match). İlk ben yazdım tabi, aplikasyon bu gücü vermiş, bütün ipler elimde, hatta kırbacım bile var, kraliçe tacım var, yaban arısı olan da benim!

Yazışmalar şöyle gelişti: “Selam” / “Nbr” / “İyiyim siz nasılsınız?” / “Erenköy’deyim gel” / “Bir gazoz P1[2] bey?” (Atıf Yılmaz’ın Seni Seviyorum filminden bir replik devşirdiğim için çok heyecanlıydım, orijinalinde şöyleydi: “Bir gazoz, Aygül Hanım bir gazoz ne dersiniz?” Türkân Şoray ve Cihan Ünal’ın muhteşem performansı bende canlanmıştı sanki.) “Hiç bunlarla uğraşacak halim yok, gel” / “Kadıköy’deyim, gazoz içelim (?)” (sen’e geçebilmiştim neyse ki) / “Böbrek mafyası değiliz, gel” / (kimse bana hayatımda bu kadar “gel” dememişti, çok seksiydi aslında) “Bilemem Erenköy’de böbrek piyasası iyi iş yapabilir” (diye yazdığımda güler sanmıştım) / “Organ mafyasıyla işim olmaz” (literatürüne bir düzen mi verdi o?) / “Bir oturup konuşsaydık (gazoz hiç etkili olmamıştı) / “Romantizme tokum baby” (diye yazdı) / ? “Diş telin var mı?” yazdıktan sonra aydım, her ne kadar Atıf Yılmaz romantizmi ile giriş yapmış (Türkân Şoray ile Cihan Ünal’ın o film sırasında evlendiğini de unutmuş) ve basbayağı hak etmiş olsam da bir erkek tarafından romantizmle suçlanmak feminist damarıma basmıştı. (Romantizm ile özgür cinsellik arasındaki kopukluğu -ki varsa- görmeye henüz hazır olmayabilirdim, sonuçta kadına yakıştırılan ve öğretilen buydu). Sonraki yazışmalarda “eril narsisizm” kavramları mı uçuşmadı, hiç ilgisi yokken tam Judith Butler’a mı geliyordum ki bütün olan bitene şahit olan arkadaşlarım uyardı ve P1 bey ile onun deyimiyle “olaysız dağıldık.” P2 ile çok yaratıcı ve keyifli bir yazışma geçti aramızda, cinsellik konuşmadık. P3 ve P4 derken yazışırken erkekleri çok güldürdüğümü fark ettim (zannettim). (Acaba sadece erkeklere özel stand-up gösterisi mi yapsam?) Ne kadar içten güldüklerini bilemem tabi, yazışma alanındayız daha. Ancak bu sözde mizah becerisi keşfi nedeniyle ukalalaştım ve onlarla dalga geçiyorum gibi bir hava oluştu. Bu da aslında bir tür filtre gibi işledi, hiç de kötü değilmiş meğer. Hangi erkekler alaya gelebiliyordu? Hangileri daha zekiydi? Çok bozulup unmatch edenler de oldu. P10 ile birkaç tanışma cümlesinden sonra cinsellik üzerine konuşmaya başladık; doggy (Google’ı aç), cowgirl (bir tahminim var galiba), anal plug (yine Google, sonra arama geçmişini temizlemeyi unutma) derken kendimi popüler (İngilizce) cinsel kavramlar eğitiminde buldum. Baş etmeye çalıştım esasen, sonunda “at bi nude yükselelim” diye yazmasaydı. Zaten çok yükseklerde değil miydik? Bense en son, yıllar evvel -döviz kuru makulken- Degas’nın nü sergisine gitmişim Fransa’da, güya kavramlarla aram iyidir. Arzulanan nude fotoğrafta olması gerekenin ben olduğumu anlamamsa bayağı sürdü. En kötü netten bir görsel bulup atardım ancak bu bana hiç etik gelmedi. (Etik?) Ve ona şöyle yazdım: “Nü yok, natürmort olabilir.” (Bir yandan da kaygılıyım, buzdolabında erik ve kiraz kalmış mıydı?) İşte böyle yazışarak başladı her şey. Anlatacağım.

“İyi de cinsel devrimin bununla ilgisi ne?” diye sorduğunuzu işitebiliyorum. Sanıyorum bu dizi yazıda hep bu temel sorunun izinden gideceğiz, date aplikasyonları ve ki içlerinden bumble gibi “feminist” çıkış olarak addedilen biri kadın cinselliği ve özgürlük ilişkisini nasıl etkiler? Kendi deneyimim üzerinden bu soruya evet ya da hayır yanıtını henüz veremiyorum. Ancak yüz yüze tanışmadığım bir erkekle bu kanal üzerinden cinsellik üzerine konuşabildiğime, sevişirken neyi sevip neyi sevmediğimi yazılı anlatabildiğime göre (sonraki maceralarda geçecek) bir şeyler değişiyor/değişmekte.

“Kimlik bunalımından ne kastettin?”, “seks nasıldı?” diyen okurlar, günlüğümün ilk sayfası bu kadar. Bugün çok “match” oldum, Leylâ kaçar.

[1] Bumble adı bumblebee’den üretilmiş, yaban arısı demek. Bzzzzzzzzzzzzz.

[2] P kodu için paçacı kemiği, paket, palas, pas, pastacı kreması, patlıcan, pilo, pipi, playboy, playwood vb… herhangi bir sözcüğü düşleyebilirsiniz.

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.