Mutfakta otururken masanın altına bırakılmış bir kasa dolusu ayva dikkatimi çekti. “Bu kadar ayva nereden geldi?” diye sordum. Kayınpederinin Lice’den getirdiğini söyledi. Merak ettim ancak bu hikayeden önce onun merak ettiği kurultaydan bahsetmek, sorularını cevaplamak istedim.
“Sığınaksız Bir Dünya” çağrısıyla düzenlenen Kadın Sığınakları ve Da(ya)nışma Merkezleri Kurultayı’nın 27.’sine katılmak için birkaç gün önce İstanbul’dan Ankara’ya geldim. Genelde burada teyzemin evinde kalırım, fakat bu defa Diyarbakır’dan bir misafiri olduğu için başka bir yerde kaldım. Hem bana hem de kayınpederine evde yer olmamasına rağmen kalmamda ısrar etti ama zaten misafirini “layıkıyla” ağırlayabilmek için giriştiği yoğun mesaisine bir de ben eklenmek istemedim. Yine de İstanbul’a dönmeden önce biraz sohbet etmek için uğradım.
Mutfakta otururken masanın altına bırakılmış bir kasa dolusu ayva dikkatimi çekti. “Bu kadar ayva nereden geldi?” diye sordum. Kayınpederinin Diyarbakır, Lice’den getirdiğini söyledi. Bu adamın ileri yaşına rağmen neden tek başına Ankara’ya geldiğini de merak ettim elbette ancak bu hikayeden önce onun merak ettiği kurultaydan bahsetmek, sorularını cevaplamak istedim.
İki gün katıldığım kurultay boyunca birçok konu konuşulmuştu; fakat teyzemi kendi feminist heyecanlarımla sıkmadan, aklımda kalan ve onun da ilgisini çekebilecek birkaç şeyi paylaştım. Bunlardan biri Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’nden gelen konuşmacının anlattığı bir anekdottu. Kayyım öncesi ve sonrası duruma değindiği konuşmasında “jin kart” uygulamasından bahsetti. Bu kartları daha önce bir haberde görmüş, hatta Diyarbakır’daki kuzenime de önermiştim. Evden pek çıkmayan oradaki diğer teyzem için dışarıya çıkma motivasyonu olur diye düşünmüştüm ve karta başvurmasını önermiştim. Kurultayda kartların arka planındaki zorlukları öğrendim. Kart basımı için bütçe onaylanmadığında kadınlar, kart basma makinesini belediyeye getirmişler ve binlerce kadının ücretsiz ulaşım hakkına erişimi için kartları kendileri basmışlar. Salondaki yüzlerce kadının yüzünde bu yaratıcı çözüm karşısında bir gülümseme belirdi; hepimiz, bu tür çözümleri gerektiren zorlu koşulları da hemen beraberinde düşündük sanırım.
Yine Diyarbakır’dan bu kurultaya gelen başka bir kadınla yemek arasında aynı masaya oturmuştuk. Kendisi bir STK’da çalışıyordu ve masada oturan diğer arkadaşlarla konuşurken ben de dinliyordum bir yandan. O da projelere destek bulmakta zorlandıklarını, her an kayyım atanır tedirginliğinin onları dar bir alana hapsettiğine değinmişti. Bu tedirginliği çok iyi tanımakla beraber Kürt belediyelerine kayyım atanmasını geride bırakmışız gibi safça bir düşünceye kapıldım birkaç saniyeliğine. Sonra bunu düşünme saflığıma epey şaşırıp kendime güldüm çünkü halihazırda İstanbul’un en büyük ilçelerinden biri olan Esenyurt belediyesine atanan kayyımı konuşuyorduk günlerdir.
Ben kurultay günlerinin nasıl geçtiğini genel olarak anlattıktan ve biraz sohbet ettikten sonra sıra teyzemin davetsiz misafirinin ve ayvaların hikayesine geldi. Diyarbakır’dan apar topar gelen misafiri kayınpederiydi ve bu adamın bir yeğeni vardı, ismi Zehra. Zehra’yı küçükken oturduğumuz mahalleden tanıyorum. Kürdistan’daki şehirlerden gelen ailelerin zar zor ev bulabildikleri o gecekondu mahallesinden taşındıktan sonra ise bir daha görmedim Zehra’yı. Yani yaklaşık yirmi beş sene olmuş. Bu esnada evlenmiş ve üç çocuğu olmuş. Geçen gün Zehra’nın kocası parkta bir adamla tartışmış hem de saçma sapan bir sebeple. Tartışma hararetlenmiş ve küfürleşme aşamasına geçilmiş. Taraflardan hangisinin daha çok erkek olduğu kısmına gelinince, tam bu noktada “düello’’ya davet etmişler birbirlerini. En erkek olanın kim olduğunun belirleneceği parka biri bıçakla gitmiş diğeri silahla. Silahı bir kere ateşlemiş Zehra’nın kocası ama isabet etmemiş ve ikincisinde ise tutukluk yapmış. Bıçaklı olan da “kendisini savunup” silahla giden kocayı öldürüp sonra polise teslim olmuş. Muhtemelen nefsi müdafaa deyip hayatına devam edecek.
İşte biz bunları konuşurken masanın altında duran ayvaların nereden geldiği de ortaya çıktı. Cenaze için gelen kayınpeder Lice’den getirmiş.
Üç çocuğu ile tek başına kalan Zehra ne yapacak diye düşünüyorum tüm bu olanları dinlerken. Çünkü ne çalıştığı bir iş varmış ne de para kazanabileceği bir mesleği. Onun ve çocuklarının hayatı şimdi ölmüş olan kocasına bağlı olduğu için bundan sonra onları neler bekliyor? Keşke bu soruların cevaplarını tahmin etmek zor olsaydı.
Teyzemle bu konular üzerine sohbet ederken telefonuma bakmaya fırsat bulamamıştım. Evden çıkma zamanım yaklaşırken telefonumu elime aldığımda Batman, Mardin ve Halfeti’ye kayyım atandığı haberlerini gördüm. Neler olduğunu algılamam biraz zaman aldı ve o sırada dış dünyadan koptuğumu teyzemin bana seslenmesiyle fark ettim. Her zaman olduğu gibi yolda yemem için çantama bir şeyler koymak istiyordu. Ne yersin diye sordu, mutfaktaki ayvaların kokusu etrafı sardığından mıdır bilmem “ayva koyabilirsin, onları yerim” dedim.
Şimdi trende teyzemin güzelce dilimleyip plastik saklama kabına koyduğu ayvaları yerken karma karışık hissediyorum. Lice’den Ankara’ya oradan İstanbul’a uzanan kendi yolculuğumu ve bu yolculuk sırasında hikayelerine tanık olduğum kadınları düşünüyorum. Daracık, küçücük alanlarda binbir yükün ağırlığıyla yaşamaya çalıştığımız bu kasvetli hikayeleri nasıl değiştirebileceğimizi kendime tekrar hatırlatarak İstanbul’a yaklaşıyorum.