Şimdi türlü bahanelerle, virüsten korkan kızına sarılır samimiyetiyle, bin bir taklayla geri çağrıldığım bu sularda, bir esintide ödüm kopuyor (…) Sürekli yüksek sese maruz kalmak işitme kaybına yol açar da yüksek sesi sürekli içinde duymak zarar vermeden gider mi?
İçeriden bir bağırma sesi geliyor. Elbette, yılların getirdiği kavgacılık tecrübeleri, sesi gürleştirmiş, karşı apartmandan bile duyulacak kadar güçlendirmiş. Kimse, hayatında bir gün olsun “Yahu neden bağırıyorsun?” dememiş, herkes onu öyle bilmiş, böyle kabullenmek istemeyen, gitmiş; kalanlar, sinmiş. Bense, o babam olduğundan, gitsem de yeterince uzaklaşamamış, farklı şehirlerdeyken telefonu çevirmeye devam etmiş, aynı evde olduğumuzda da zamanı onun olmadığı odada geçirmişim. Ses yükselmeleri karşısındaki çaresizliğimi görmesini istemediğimden, beni güçsüz görüp daha da üste çıkmasına izin veremeyeceğimden.
Bağırışların başladığı böyle zamanlarda, ne söylendiğinin hiçbir önemi yok yorganın altına kapanmam için, her şeyden uzaklaşmak istemem, bu evden kaçış, bu şehirden çıkış planlarına başlamam için. Hangi otele gitsem tanımazlar beni, bilmezler bu küçük şehrin hangi evinden geldiğimi? Buna bir cevap bulabilsem, bir an durmam bu yatağın içinde. Zaten korku öyle bir duygu ki elini kolunu eğiyor, büküyor, bacaklarını katlayıp seni –imkansızı başarırcasına- bir kutunun içine sıkıştırıyor. Eğer parçalara bölünmediysen, o an bir yaya dönüşüyorsun, fırlamaya hazırlanıyorsun. Ama işte küçük şehirde olmak, kırıyor eline geçeni, üstüne bir de sıkıştığın kutunun ağzını büzüyor.
İçerden gelen ses belki bağırmıyor, yalnızca sesli söylüyor söyleyeceklerini. Ne önemi var? O desibeller birikeli çok oldu, gelen her yenisi, taşmasına sebep yalnızca. Onu sıfırlamayı, içime atmamayı, dışımda bırakmayı öğrenemedim belki, ama neyse ki öğrenmişim buradan kendimi suçlamadan çıkmayı. Keşke kimseyi suçlamadan çıkmayı da öğrenebilseymişim. Zira, kendimi aklamak yetmiyor tüm bu ağırlığı kaldırmama. Gözlerim kısık, sesim boğuk, boğazımda bir ağrı, kulaklarım isteksiz, tırnaklarım yenmiş, dudaklarıma bir mutsuzluk kilidi vurulmuş, açıldığı an gözümden yaşlar sızıyor. Bu anlardan suçlamadan çıkmak öyle zor ki, öfkelenmeden, acımadan, kendimi kandırmadan. O bağıracak, olan yine bana olacak.
İçeriden gelen ses bağırıyorsa bu çok kısa sürecek, taş çatlasın iki dakika. Şimdilik kısa görünse de 120 saniye, bilemiyoruz işte bir sonraki tekrarının ne zaman geleceğini, dağıtacağını. Öncekiler de hep düzensiz aralıklarla yakalamadı mı en beklenmedik anlarda? Saniyeler, bu bilemeyişimizle katlıyor onulmaz sancıları. Belirtisiz belirişi yok mu, anlıyorum ki ben onlar yüzünden hayatta bir türlü güvende hissetmiyorum. İyi öğretildiğim bir şey var, bu anlarda can simidim: “Minik bir kayıksan, denize karşı koymak neyine?” Yine bunu geçiriyorum içimden. Görev insanıyım, sorun belli, haydi çözüm için ne yapacaksak yapalım: Çocukluktan kalan güven dalgalanmalarımda zerre durulma olmamış. Bakmışım bu su durmayacak, başka sulara gitmişim. Şimdi türlü bahanelerle, virüsten korkan kızına sarılır samimiyetiyle, bin bir taklayla geri çağrıldığım bu sularda, bir esintide ödüm kopuyor. Dikkatimi dağıtmak için ödümü arıyorum bedenimin çeşitli yerlerinde. Midemin hemen arkasında mı? Bir bağırtıda kopup hızlıca mideme çarpıyor olmalı, yoksa birden saplanan bu ağrı neden? Belki de başımın, tam iki kaşımın hizasında, geride. Yüksek ses kulağımdan girip gözlerimi yaşartırken ödümü de o arada koparıyor olmalı ki bir ağrı ağır, derin ve yavaş yayılıyor, sonra kendine bir yer bulup günlerce oradan ayrılmıyor. Ödüme dokunmuyorsa bile her bağırış ardında, içimde bir yerlerde, bir yarık bırakıyor.
Sürekli yüksek sese maruz kalmak işitme kaybına yol açar da yüksek sesi sürekli içinde duymak zarar vermeden gider mi? Bağışıklık kazanılmayan, her seferinde daha tehlikeli hale gelen bir hastalık gibi içine giderek yayıldığında; küfürlerin, hakaretlerin, yalanların, pişkinliklerin, üste çıkmaların bulamaç haline geldiği, kelimelerin birbirine düğümlenip tek başlarına varlığını yitirdiği, mide bulandıran, öd kopartan, yatağa bağlayan uğultulu sesler, ciğerlerin hava dolacak yerlerini tıkamaz mı? Kalbin etrafında sesten duvar örüp de gelenin gidenin yolunu daraltmaz mı? Elbette yapar bunları ve dahasını, kalıcı bir hüzün yerleştirir gözlerine, sen istediğin kadar gülümse. Yine bir çıkış yolu var, olmalı. Bundan önce defalarca buldum, çıktım, güçlendim, döndüm. Bu kez yazmaya sarıldım. Biliyorum, ne yazık ki yalnız değilim yüksek erkek seslerinin kalp çarptırması olunca konu. Çözüm bu ya; ne mutlu ki yalnız değilim.
*Yıllar önce, 5Harfliler’de Erkek Öfkesi Neden Bu Kadar Ürkütücü yazısını okumuştum, çok etkilenmiştim. Her erkek öfkesi anında aklıma gelir, tevekkeli değil bu aralar daha sık gelir oldu, ben de oturdum yazdım.