Yalnızlığını şiirleriyle paylaşmakla beraber, her kadına bir gün ışığı gibi gülümsüyor ve yeryüzüne kadınlık ayetlerini bırakıyor. Yaşamını ve eserlerini tiyatro sahnesine taşıyan Oyun Sandalı’nın tek perdelik Füruğ oyununu izledikten sonra kendisinden daha fazla etkilendiğimi söylemeliyim.

Kadının ikincil konumuna başkaldıran Füruğ’a dair söylenecek çok şey var elbette. Çoğu yerde acılardan beslenen şair olarak anılsa da bu tanımlama eksik kalır. Tıpkı Tezer Özlü’ye “gamlı/lirik prenses” demek kadar haksızlık olur. “Şiir benim tanrımdır,” diyen Füruğ’u en iyi anlatan yine onun kaleminden çıkan şiirleri. Toplumsallığın izlerini dizelerinde görmek yakınlaştırır bizi Füruğ’a. İran’da kadın olmak ve bir de şair olmak karşısında korkudan sarsılanlara en sert cevabı verir şiirleri. Yalnız olmadığımızı hissettirir ve cesaret bulaştırır. Yasaklar, cezalar ve baskılar karşısında dimdik duran bir kadın. Sanatla direnmenin en iyi örneklerinden biri bu yüzden.

“Kimse aşkı düşünmez oldu.

Kimse düşünmez oldu yengiyi

Kimse

Hiçbir şey düşünmez oldu artık.

mağaralarında yalnızlığın

uyumsuzluk doğdu
afyon ve esrar kokusuyla kan,
başsız çocuklar doğdu
gebe kadınlardan.
koştular mezarlara sığındılar
beşikler
utançlarından.

kötü günler geldi ve karanlık
yenilince ekmeğe şaşırtan gücü
tanrı elçiliğinin
kaçtılar adanmış topraklardan
aç ve sefil peygamberler.”

1935 Tahranında dünyaya gelen Füruğ, doğduğu ataerkil topluma inat bir yaşam sürer. Otoriter, albay bir babanın kızı olarak ailenin ayrık otu ilan edilir. Yaşadığı aile yapısından kaynaklanan bu iktidar ilişkisinden kaçmak ister, devamında evlenir ancak bu kez eşinin tahakkümü ile karşılaşır. Bu evlilikten kısa bir süre sonra kurtularak özgürlüğün kapılarını aralar ve ayrılığın ardından Esir adlı ilk şiir kitabı yayınlanır. Art arda yayınlanan kitapları ve şiirleri günden güne yayılıp duyuldukça “cadı, günahkar, ahlaksız” sıfatlarıyla etiketlenir, yasaklanır, ancak isyanını büyüterek yoluna devam eder. Bu dönem, henüz İran İslam Devleti’ne dönüşmemiş olsa da; çoğulluğa tahammül edilemeyen, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin baş gösterdiği dönemdir. Kadınlara dair gelişmeler kadın hakları ekseninde ele alınmayıp dönemin “genel modernleşme” siyasetinin bir parçası olarak değerlendirilir. Kadınlara dair kazanımlar tepeden inmedir ve Şah’ın kontrolü ile sınırlandırılır. Şah’ın antidemokratik yönetimi ve dönemin siyasi atmosferi, kadınların yaşamın öznesi olmalarına engel olur. Bununla birlikte, kadınların sosyal ve siyasi hayata katılımını belirginleştiren her gelişme İslamcıların ağır tepkileriyle karşılaşır. Eril tahakkümün varlığını sürdürdüğü sert zamanlarda, isminin anlamı Farsçada “ışık” olan Füruğ, karanlık zihinlerin gölgesinde sanatıyla, sözüyle ve dimdik duruşuyla ardıllarına yol açar.

Yaraları aşktan bir kadının* lezzet dolu bir günah işlediğini** kabullenemeseler ve cezalandırmak için türlü yollar deneseler de, onu hiçbir gücün durduramadığı aşikar. Boşandığı için, dönemin hukuk kuralları gereği çocuğunu bir daha göremeyen ve yasak ilişki yaşadığı gerekçesiyle dışlanan bir kadının bitmeyen mücadelesi tarihte yerini alır. Füruğ’un dayatılan kurallar bütününe başkaldırması kolay değildir elbet. Türlü hakaret ve yaftalanmaya maruz kalan Füruğ’un aşık olduğu İranlı yazar ve film yapımcısı İbrahim Gülistan, ancak yarım asır sonra ilişkilerinin karşılıklı bir aşk olduğunu kabul eder. Ölümünden sonra yalnızca Füruğ’un Gülistan’a yazdığı mektupların yayınlanması, İran’da yaşamadığı halde hayatını yıllarca susarak geçiren Gülistan’a kıyasla Füruğ’un ne denli cesur olduğunu gösterir. Füruğ’un cesareti sanatını sarmalar, sanatı cesarete dönüşür. Kısacık ömrünü yalnızca şiirle değil, sinemayla, resimle de doldurur ve sımsıkı sarılır hayata. 1967 yılında hayatını kaybettikten sonra cenaze merasimine izin vermeyen öfkeli mollalara inat, İran’ın sanat tarihine adını kazır Füruğ.

“ve bu dünya yılan yuvasına benziyor

ve bu dünya

öyle insanların ayak sesleriyle doludur ki

seni öpüyorken

kafalarında seni asacakları urganı örüyorlar.”

Birbirine çok yakın ve nispeten biri diğerinden daha seküler coğrafyalarda yaşıyor olsak da kadınlık sınırlarımızın belirlendiği kalıplarda yaşama tutunuyoruz. Her yeni gün bu tabuları, duvarları yıkmakla uğraşıyoruz. Köylerde ya da metropollerde aynı paydada buluşuyor ama farklı biçimlerde iliklerimize kadar baskılanıyoruz ancak direnmeye devam ediyoruz. Kimi zaman itaat etmeye zorlanıyor, kimi zamansa “hafife” alınıyoruz. Yaşamak direnmektir ortadoğu coğrafyasında, biliyoruz. Önce tahakkümü tanımlamak gerekir ki yıkalım. Füruğ ne kadar da güzel tanımlıyor ve o zincirleri bir bir kırıyor. Acılar içinde boğulmuyor, boğuşuyor. Yalnızlığını şiirleriyle paylaşmakla beraber***, her kadına bir gün ışığı gibi gülümsüyor ve yeryüzüne kadınlık ayetlerini bırakıyor. Birçok kadın gibi o da toplumsal cinsiyet eşitsizliğini ve bunun yaşamına yansıyan pratiğini başka bir şeye dönüştürüyor. Tüm bu eşitsizliğe ve baskılara karşı şiirleriyle cevap veriyor. Üretiyor; söz oluyor, ses oluyor ve yeniden yeniden var oluyor.

“ellerimi bahçeye dikiyorum,
yeşereceğim, biliyorum, biliyorum, biliyorum
ve kırlangıçlar mürekkepli parmaklarımın çukurunda
yumurtlayacaklar.”

Not: Şiirlerini ve hayatını okuyunca derinden etkilenmiş olsam da, yaşamını ve eserlerini tiyatro sahnesine taşıyan Oyun Sandalı’nın tek perdelik Füruğ oyununu izledikten sonra kendisinden daha fazla etkilendiğimi söylemeliyim. O şiirler sizden dökülen cümleler ya da içinizden geçirdikleriniz gibi, yaşanmışlıkların isyanını tarifliyor. Sanatı, ruhunuzu doyuruyor ve dönüştürme gücü veriyor.

 

*Füruğ – Yaralarım Aşktandır şiiri

**Füruğ – Günah şiiri

***Füruğ – İnanalım Soğuk Mevsiminin Başlangıcına şiiri

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.