Hilda Palafox

“Annesinden sonra sıra bende şimdi; benden onu hayatta tutacak şeyi talep ediyor.

Erkeğin anneyle başlayan yaşam serüveninde, her kilometre taşında değişen çehresine tezat, bu bakışı nasıl olup da koruduğunu merak ediyorum. Beni sev. Bana bak. Sensiz beceremem. Bakılmazsa ölmeye meyyal türünü devam ettirmenin bir yolu olmalı bu.” (Melisa Kesmez, Son Bir Çay)

Nice zamandır elimden bırakamadan okuduğum bir kitap olmamıştı. Nohut Oda, bir çember gibi sarıp sarmaladı beni. İçindeki beş öyküyü hayatımın türlü köşelerine yerleştirmeye çalışırken hayatım bir oda, öykülerin kendileriyse belleğimde yer edenlere karışan eşyalar oluverdi.

Nohut Oda’nın anlattığı “ev”ler en çok, sünmüş, eprimiş bir fotoğraf hissi yaratan, fonksiyonunu kaybetmiş belki de hiçbir zaman bir fonksiyonu olamamış çekirdek ailelerin evleri, bazen de artık bir bağ kurmanın imkansız olduğu ama terk edemediğin koca bir ülke oluyor. Bir depremle (1999 depremi olduğunu anladığım) çatırdayan ailenin babası “Bize bir şey olsa, sen bizsiz kalınca ne yapacaksın acaba!” diye anneye çıkıştığında içimden keşke sizsiz kalsa da huzur bulsa diye cevap verirken kendi 1999’umu düşündüğümü, Aliye’nin artık sığamaz olduğu anne evininse benim nasıl da bir daha geri dönmemecesine ardımda bırakmak istediğim aile evimi hatırlattığını fark ettim.

Kitap öykülerden oluşuyor ama okurken hepsi sanki tek bir karakterin büyüme hikayesi gibi aktı durdu zihnimde. Her biri sanki farklı farklı ama biraz da aynı kadınların hayatlarındaki farklı dönemlerdi. İçine sığamadığı evlerde, duvarı çatlayan koridorlarda, giden annelerin, kalamayan babaların, artık istenmeyen sevgililerin yokluklarının var ettiği mekanlara kök salamayan bu kadın(lar)ı okurken bu kadar ortak noktayı buluyor ya da icat ediyor olmamın bir tesadüf olmadığını düşündüm. Hikayelerde birbirini tamamlayan bu yersiz yurtsuzluk duygusu arka planlarında irili ufaklı dramlar barındırsa da bu kadınlar bir şekilde tek başlarına var olmayı becerebiliyorlardı.

Lafı daha da uzatmadan son bir alıntıyla bitireyim:

“İki kardeş başımıza gelenleri farkında varamadan, derdimize şu kadar olsun derman olmayan dev bir acıma duygusu tarafından ele geçirilmiştik. Eşyanın ehemmiyeti, evimizin üzerine hunharca boca edilen faydasız akraba merhametini bize ulaşmadan yolda bitirip tüketmişti. Evin eski düzeninden geriye kalan bilirkişiler olarak bazı hayati soruların muhatabı olmamız dışında, kimsenin umurunda değildik: Süpürgenin ince ucu neredeydi?” (Melisa Kesmez, Kız Kardeşim Handan)

İngilizce çevirisi için / For the English translation

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.