AKP tüm toplumsal ilişkilerin eşitsizlik perspektifiyle örgütlendiği yeni bir durum yaratıyor. Laikliği hayat tarzı, kılık kıyafet özgürlüğüne indirgemek yerine, dönüşüm ve düzenlemelerin kadınlar üzerindeki somut etkileri üzerinden politika üretmeliyiz.

Çatlak Zemin tartışmalarının ikincisini, “Laikliğin savunusu ve reddiyesi – Laiklik üzerine feminist tartışmalar” başlığıyla 14 Ekim 2017’de gerçekleştirdik. Müftülere nikâh kıyma yetkisi veren yasal değişikliğin Meclis’e gelmesi, bununla bağlantılı olarak yeniden gündemleşen laiklik meselesinin sürekli kadınlar üzerinden tartışılıyor olması, bu konuyu etraflıca konuşma ihtiyacını doğurdu diyebiliriz.

Skype ile bağlandığımız Selin Çağatay, önce bize kavramın Türkiye’deki tarihselliği üzerinden çerçeve bir sunum[1] gerçekleştirdi ve bugüne yönelik çıkarımlar yaptı. Özetle şunları söyledi:

“Son zamanlarda feminist hareket içinde görünür olan yapıcı olmadığını düşündüğüm birkaç eğilim var. İlki, laikliği toplumsal bağlamından koparıp hayat tarzına, kılık kıyafet ve genel olarak kadın meselesine indirgeyen yaklaşım. Bir diğeri, kamusal alana kadın katılımıyla laiklik arasında mecburiyet ilişkisi kuran eğilim. Laikliğin ilericilikle, İslamın gericilikle özdeşleştirilmesi; İslamın kendiliğinden siyasi bir din olarak kodlanması kısır bir çerçeve sunuyor.

Laiklik ilkesinin toplumsal cinsiyet ilişkileri üzerindeki en büyük etkisi 1926 tarihli Medeni Kanun yoluyla oldu. Bu kanunla gelen haklar kadının ailedeki statüsünü güçlendiriyordu. Cumhuriyet’le birlikte, eskiye kıyasla çok daha fazla sayıda kadın iş yaşamına katıldı ancak Kemalist proje kadınların kamusal alana katılımlarını da aynı anda sınırlandırmıştı. Sınıfsal, etnik aidiyetleri, dini/ kültürel konumları nedeniyle Kemalist reformlara ayak uyduramayanlar kamusal alandan dışlandılar. ‘İlerici-gerici, modern ya da değil’ gibi kodlamalar kadınlar arasındaki farkların üzerini örttü.

1924 yılında kurulan Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB), Sünni-Müslüman kimliği üzerinden laiklik ilkesinin daha muhafazakâr, özgürlükçü olmayan bir yorumunu topluma empoze etti. 1950’lerden itibaren kadınların anne ve eş rollerine daha fazla vurgu yapıldığını, kadınların siyasetteki temsilinde radikal bir düşüş yaşandığını biliyoruz. Buna rağmen laikliğin kadın haklarının ve kadının kamusal hayata katılımının ön koşulu olduğu önermesi devletin resmi söyleminde korundu. 1980’lere kadar bu böyle devam etti.

1980 darbesinden sonra İslamcılar tam da aradıkları ortamı buldular. Kemalistler ve İslamcılar arasındaki devlet gücünü elinde tutma/ ele geçirme mücadelesi, siyasetin ana ekseninin laiklik-İslamcılık olarak sabitlenmesiyle sonuçlandı. Başörtüsü yasağına karşı örgütlü biçimde mücadele eden kadınların sayısı artarken Kemalist kadınlar laiklik ilkesini daha güçlü biçimde savunur oldular. Feminist hareket ise meseleyi erkek egemenliği perspektifinden ele aldı ve laikliğe referans vermeden de hak temelli politikalar geliştirebildi. Başörtüsü meselesi feministlerin ana gündemi olmadı; örtünmenin statüsü hakkında hemfikir değillerdi ancak başörtülü kadınları desteklediler.

2010’da dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kadın-erkek eşitliğine inanmadığını söylemesinden itibaren feministlerin stratejisi işlememeye başladı. Esasen 2000’lerden başlayarak önemli değişimler yaşanıyordu. 90’lı yıllarda din ve vicdan özgürlüğü çerçevesinde ele alınan başörtüsü meselesi, 2000’lerde bireysel haklar ve özgürlükler zeminine taşındı. AKP iktidara geldiğinden beri, başörtüsünü tersinden araçsallaştırarak kadınların kamusal görünürlüğünü savundu. AB’nin liberal çerçevesi, bireysel haklar perspektifi de bu bakımdan işe yaradı. AKP kendinden önceki iktidarların homojenleştirdiği başörtülü kadın statüsünü sürdürdü. Oysa başörtülü kadınların sınıfsal konumları da değişmekteydi.

İkinci dönüşüm yine kadınların kamusal hayata katılımıyla ilgili. AKP iktidarı boyunca kadınların kamusal hayata katılmaları öncelikle neoliberal politikalar ile dolayımlandı. Kadınları ucuz, esnek, güvencesiz işlerde istihdam etmek onları, erkeklere olan ekonomik bağımlılıklarını koruyarak kamusal hayata katmanın yolu oldu. Ücretli emeğe katılım kadınların aileye bağımlılığını azaltmadı. Esasen başlangıçta benimsenen AB odaklı reformlar da aileyi güçlendirme hedefiyle çelişmiyordu. Kadınlar eve kapatılmadı; kapatılmıyorlar. Tersine, kadınların kamusal hayattaki varlığı AKP politikalarına içkin. Toplumsal cinsiyet rejimi ise fıtrat söylemiyle doğallaştırılıyor.

AKP’nin kadın kollarında bugün üç milyon kadın örgütlü. DİB’in sayıları giderek artan kadın vaizleri cami içinde ve ev sohbetlerinde kadınlara hizmet veriyor. Amacı aileyi dini referanslarla güçlendirmek olan Aile İrşat ve Rehberlik Bürolarında ekseriyetle kadınlar çalışıyor. ‘Toplumsal cinsiyet adaleti’ni savunan KADEM benzeri örgütler bir yandan anti-feminizmin öncülüğünü yaparken bir yandan da feminizmin stratejisini kısmen benimseyen bir tutum sergiliyorlar. 8 Mart’lara, 25 Kasım’lara, kadınların ekonomiye katılımlarına sahip çıkıyorlar. AKP bu örgütler yoluyla kadınların politikaya katılımını da sağlamış oluyor. Eşitlik kavramının yerinden edildiği, tüm toplumsal ilişkilerin eşitsizlik perspektifiyle örgütlendiği bir durum yaratıyor. Tamamlayıcılık – fıtrat temelinde yeni bir cinsiyet rejimi kuruluyor.

Dünyadaki duruma bakacak olursak; sağcı-solcu-muhafazakâr-popülist hükümetlerin benzer anti-feminist politikalar izlediğini görüyoruz. Otoriter iktidarların yükselişiyle yasal hak kazanımlarından geri adımlar atılmakta. 8 Mart uluslararası kadın grevi buna karşı küresel bir tepki olarak gelişti. Kürtaj karşıtı-doğum yanlısı politikalar gerekçesini yalnızca dinden almıyor. Örneğin, Macaristan’ın yeni anayasasında embriyonun ana rahmine düştüğü andan itibaren korunması gerektiğine dair madde yer aldı; çoğunluğun inançsız olduğu bu ülkede milliyetçilik dinden önce geliyor oysa.

Laiklik – İslamcılık gerilimine/ ikilemine alternatif olarak seküler bir toplum tahayyülü geliştirmeliyiz. Seküler bir toplum tahayyülü neden önemli? Feminist hak mücadelesi, devlet-din ilişkilerinin ötesine de geçen bir mücadele olduğu için önemli. İslamcı ve laik erkeklere karşı bir mücadele feministlerinki… Meseleyi, ‘hayat tarzıma/ kıyafetime karışma’ çerçevesinden çıkararak, gericilik-ilericilik tuzağına düşmeden, devletin bazı kadınları ‘laikliğin gereği’ veya ‘dinin gereği’ diye dezavantajlı konuma düşürmesini asla kabul etmeyerek farklı aidiyetlere alan açılmalı.”

Selin’in sunumunun ardından hararetli bir tartışmaya geçtik ve DİB’in devasa bütçesinden din-patriyarka ilişkisine dek uzanan pek çok başlığa değindik.

“Laikliği kavram olarak kullanıp kullanmama” ya da “bu kavram üzerinden siyaset üretip üretmeme” meselesi üzerinde en çok durduğumuz konulardan biriydi. Kavramların bir hafızası olduğu bilgisinden hareketle, “Laikliği strateji olarak kullanmak bizi toplumsal kutuplaşmanın bir noktasına koyar ve üçüncü yolu açmamızı zorlaştırır” diyenler olduğu gibi, “AKP’nin toplumu ve yasaları dine göre düzenlemeye çalıştığı konjonktürde laiklik kavramını kullanmaktan kaçınmamak gerekir”, görüşünü savunanlar da oldu.

Kadınları birbirine yakınlaştıracak politikaların sürdürülmesi ve temas alanlarının geliştirilmesi hususunda aynı fikirdeydik kuşkusuz. Kaldı ki anayasal eşitlik ilkesine aykırı olarak farklı inançlara yer açmayan ve DİB eliyle empoze edilen Sünni İslam yorumuyla laiklik kavrayışı, feminist mücadelenin ekseninde zaten yer alamazdı.

Tartışmada öne çıkan fikirlerden biri, “laikliğin tüm toplumsal eşitsizliklerle olan ilişkisini konuşmak ve somut hayatlarımızdaki etkisinin politikasını yapmak” üzerineydi. Bir arkadaşımız bu konuda şöyle bir saptama yaptı:

“AKP şu anda kadınları eve hapseden, kadın cinayetleri konusunda geriye düşen, erken yaşta evliliği açıkça teşvik eden uygulamaları gündeme getirmek istemiyor. Bu ehlileştirmeyi farklı bir şekilde, aile içinde yapmayı tercih ediyor. Bunun bir nedeni, AKP tabanındaki kadınların da bunu istememesi… Soyut teorilerle konuştuğumuzda iletişim şansımızı kaybediyoruz. Oysa somut durumları, nasıl bir yasal çerçeve olmalı vb. konuşmaya başladığımızda AKP tabanındaki kadınlarla aynı yere düşüyoruz.”

Somutluklar üzerinden söz kurmanın önemini vurgulayan katılımcılar, müftülere verilen nikâh kıyma yetkisi bağlamında şunları söylediler:

“AKP’nin eşitlik nosyonunu ve demokrasiyi manipüle ettiği, soyut bir eşitlik kavramından ilerlediği görülüyor. Müftülük nikahı konuşulurken bunun bir tercih meselesi olduğu sürekli vurgulandı sözgelimi: ‘Dinini istediği gibi yaşamaya eşit erişim’.

Resmi nikah olmadan kıyılan imam nikahının suç olmaktan çıkarılması gibi örnekler de eşitlik söylemiyle gerekçe buldu: ‘Bir kadınla bir erkeğin özgürce birlikte olmasına karşı değilsek buna da karşı olmamalıyız’. Evliliklerin yüzde 90’ında imam nikahı varken kaç kişi birlikte yaşıyor da sen bunları yan yana koyuyorsun?

Bu yasal dönüşümün kadınlar üzerindeki somut etkileri üzerinden politika üreterek hem onların soyut eşitliğine karşı çıkmış hem de laikliği sahiplenmiş oluruz. Müftülük meselesinde müftülüğün medeni hukuk alanında işi yoktur dedik, haham da papaz da aynı, tüm dinlere eşit olanağı hiç savunmadık.”

Hayat tarzı üzerinden siyaset yapmanın ayrıştırıcılığı üzerine konuşurken ortaya konan en önemli argümanlardan biri, yasal dönüşümlerin sadece laik/ modern kesimi etkilemeyeceği; dindar/ muhafazakâr kadınların hayatını belki daha da zorlaştıracağı öngörüsüydü.

Feministler olarak genel siyasete dair söz söylemenin bir açılım değil de bir kısıtlama getirdiğini düşünen, bunun sıkıntısını yaşayan kadınlar da vardı aramızda:

“Bütüncül seküler politikayı da kadınlar olarak yapmak istemiyorum. Doğrudan kadınlar olarak yapılması gerekmeyen bir şeyi daha rahat politika yapmak adına birlikte yürütüyoruz. Müftü nikâhı: varolan haliyle eşitsizliği keskinleştiren bir şey. Feministler olarak söz ürettiğimiz bir yer değil. Biz niye nikâhın nasıl kıyılacağını tartışıyoruz? Sivil partnerlik diye bir şeyi bilinen bir kavram haline getirememişken müftülük ana gündemimiz haline geliyor. Kendi radikal politikamızı yapmaktan geri duruyoruz. Feministler marjinal olmadıklarını da göstermeye çalışıyor belki böyle bir dönemde. Genel muhalif politikanın içinde kendine yer bulmak, bulabilmek, orada etkili olduğunu düşünmekle de ilgisi var bunun bence.”

Derleyen: Özlem Kaya – Yeşim Dinçer

[1] Çerçeve sunuma kaynaklık eden makale için bkz. Çağatay, Selin. “Laiklik, kadın hakları, toplumsal cinsiyet politikaları: Günümüz Türkiye’sini tarihsel ve küresel bağlamıyla birlikte düşünmek”. Birikim Sayı: 333-334.

 

Bir cevap yazın

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.