Şimdilik, yapabileceğim en iyi şey oğluma bizim değerlerimizi—empati, adalet, kibarlık ve cömertlik—yansıtan ve tüm toplumsal cinsiyetlerden, ırklardan ve dinlerden karakterler içeren kitaplar okumak. Ya da bulaşık makinesi boşalttığı ve yerleri sildiği için sırtını sıvazlayabilirim ki bunlar onun mutlulukla erkek çocuk olmanın bir parçası olarak içselleştirdiği faaliyetler. Onu köpeğimizi beslemesi, bitkilerimizi sulaması, üzüldüğü ve korktuğu zaman bunu ifade etmesi ve sevgiyle sarılması için teşvik edebilirim.
Jordan Namerow
“Bir temanız var mı?” diye sordu bana pastanedeki pasta ustası. “Beyzbol? Süper kahramanlar? İtfaiye araçları?” Oğlumun ikinci yaş gününü kutlamak üzereydik.
İlgi alanlarını çeşitlendirmek için çok çabalamama rağmen oğlumun bebeklik dönemi tek bir tutku etrafında şekillendi: Arabalar. İlk kelimesi “git” oldu. İkincisi ise “araba”. Her gece çeşit çeşit oyuncak arabalara sokulup yatar, uykuya dalana dek onları yatakta şefkatle yuvarlar.
Sonuçta teslim oldum ve “araç temalı pasta” kataloğunu, yani 50 sayfalık bir yük kamyonu, tren, yarış otosu ve kepçe antolojisini inceler halde buluverdim kendimi. Kovalar dolusu vanilyalı ve ganaj krema ile kuşatılmış otururken üç boyutlu bir Vosvosla süslü çikolatalı “araç parkuru” şeklindeki pastayı ısmarlamadım. Oğlum bayıldı.
2001 yılında Wellesley Kampüsü’ne birinci sınıf öğrencisi olarak ilk adımımı attığımda kendime dair gelecek hayalim bu değildi. Shafer Salonu’ndaki hantal masaüstü bilgisayarımın başında, kayıt dönemi sırasında ders programımı kadın çalışmaları dersleriyle doldururdum. Bunlar, dünyayla baş ederken yönümü, hattımı belirleyecek pusulam olacaktı. Karar verdim ki tabiat değil yetiştirme esastır. Ve elbette, toplumsal cinsiyet bir inşadır.
Mezuniyetimden 13 yıl sonra, bu ilkelerden vazgeçmiş değilim. Ancak bunların artık beni tam anlamıyla ikna ettiğini de söyleyemem. Bir traktör görüntüsünün oğlumda dizginlenemez bir coşku yarattığı gerçeğini değiştiremem. Ama ona kızların da traktör kullanabileceğini öğretebilirim. Feminist bir oğul yetiştirmeye işte tam da bunu yaparak – elbette birçok başka dersin yanı sıra – çalışıyorum. Feminist bir oğul derken bahsettiğim varsayımları sorgulayan, adaletsizliğe karşı ses çıkaran ve ‘kaslarını’ zulmü ve baskıyı söküp atmak için kullanan bir oğul.
Oğlumun hayatı birçok erkek çocuğunkinden farklı – özellikle de toplumsal cinsiyet rollerini nasıl anlamlandıracağı konusunda. Ev dışında tam zamanlı işlerde çalışan iki annesi var. Doktoru bir kadın, cemaatinin hahamı bir kadın ve doktora sahibi bir büyük annesi var. Bunlar birkaç on yıl önce kadınlara açık olmayan deneyimlerdi. En sevdiği çocuk bakıcısı Wellesley’den mezun olmuş beyaz olmayan bir trans erkek. Ve ben onu her sabah İspanyolca ile haşır neşir olacağı bir kreşe bırakıyorum. Orada merenge dansı öğreniyor, kâğıt tabak ve plastik kamışlardan ayçiçeği yapıyor ve bebek baykuşlar hakkında İspanyolca kitaplar okuyor.
Arkadaş çevremin ve ona bakanların oğlumu feminist yapmaya yeteceğini düşünmek istiyorum. Belki de gerçekten yeter. Fakat medya oğlanların ve erkeklerin kaderi hakkında daha karamsar hikâyeler anlatıyor ve bu beni korkutuyor. Rebecca Solnit, Bana Bilgiçlik Taslayan Adamlar (Men Explain Things to Me) adlı deneme kitabında “şiddetin bir ırkı, bir sınıfı, bir dini, bir milliyeti olmadığını, ama bir toplumsal cinsiyeti olduğunu” söylüyor. ABD’de her 6,2 dakikada bir tecavüz vakası bildiriliyor. Amerikalı kadınlarda yaralanmaların bir numaralı nedeni dayak. ABD’de her gün üçten fazla kadın kocaları veya erkek arkadaşları tarafından öldürülüyor.
Bu sayılar ürkütücü düzeyde, hele de Hollywood’dan ve ülkenin en yüksek makamından kadın düşmanlığı borazanlığı yapıldığı zamanlarda. Modası geçmiş gibi görünen toplumsal cinsiyet kalıpları bile günlük muhabbetlerin parçası oluveriyor.
Mahallemizin bir kafesinde yabancı biri dört aylık oğlumun baldırlarına bakıp ‘Futbolcu olacağa benzer!’ dedi. ‘Ya da bir dansçı’ diye cevap verdim ben de.
Yunan balık pazarında bir kadın, oğlumun mor tişörtünü ve kelebekli beresini görerek “Ne kadar tatlı ve kibar bir kız” dedi. “Teşekkürler” diye yanıtladım, “oğlum sahiden de tatlı ve kibardır.” “Ah, çok üzgünüm” şeklinde bir çıkışla onun toplumsal cinsiyetini “yanlış” anladığı için özür diledi.
İnsanlar sıklıkla oğlumun kız mı erkek mi olduğunu soruyorlar. Erkek derken hep bir rahatsızlık hissediyorum. Asıl olan, onun toplumsal cinsiyetinin henüz biçimlenmekte olduğu. Doğuştan erkek olarak atandı, fakat belki de gelecekte toplumsal cinsiyetini farklı tanımlayacak.
Merak ediyorum: Feminizm benim oğlumun toplumsal cinsiyet deneyimini nasıl etkileyecek? Diğer erkek çocuklarının kızlara nasıl davrandığına dair neler fark edecek? Erkeklerin fiziksel, duygusal ve sözel olarak çok yer kaplama hali ona ne ifade edecek? Yumuşaklık ve güç, konuşma ve dinleme, saygı ve itiraz arasında sağlıklı bir denge kurarak bu dünyada var olmayı nasıl öğrenecek?
Bu sorular yeni değil. Fakat giderek daha çok hayatımıza dokunuyor.
Şimdilik, yapabileceğim en iyi şey oğluma bizim değerlerimizi—empati, adalet, kibarlık ve cömertlik—yansıtan ve tüm toplumsal cinsiyetlerden, ırklardan ve dinlerden karakterler içeren kitaplar okumak. Ya da bulaşık makinesi boşalttığı ve yerleri sildiği için sırtını sıvazlayabilirim ki bunlar onun mutlulukla erkek çocuk olmanın bir parçası olarak içselleştirdiği faaliyetler. Onu köpeğimizi beslemesi, bitkilerimizi sulaması, üzüldüğü ve korktuğu zaman bunu ifade etmesi ve sevgiyle sarılması için teşvik edebilirim.
En önemlisi, onu bizim haber akışlarımızı kaplayan yalnız ve kırık dökük dünyanın sonsuza dek böyle sürmeyeceğini bilmesini sağlayacak kadar çeşitli deneyimlerle temellendirebilirim. Yaşadığımız dünya, onun değiştirmeyi öğreneceği bir dünya—yavaş yavaş, dağınık şekilde ve, başlangıç niyetine, diğer erkek çocuklara kızların da traktör sürebileceğini öğreterek…
Bu yazı Wellesley dergisinin Kış 2018 sayısında yayınlamıştır.
Çeviri: Hanife Aliefendioğlu