“Kimse Gitmezdi”, Türkiye’de LGBTİ+’ları “düzeltmeye” yönelik bedensel müdahalelere kadar varan psikiyatrik ve psikolojik “tedavilere” ve bu yöntemlere maruz kalmış LGBTİ+’ların deneyimlerine yer veren bir belgesel. Onarım/dönüşüm terapisi olarak bilinen bu süreci birebir deneyimleyenlere ses vermek ve onarım terapilerinin zararlarına dair farkındalığın oluşmasına katkıda bulunmak için yola çıkan filmin yönetmeni Tuğba Baykal ile söyleştik.
“Kimse Gitmezdi” belgeselini yapmaya nasıl karar verdin, senin için nasıl bir süreçti, nasıl zorluklarla karşılaştın?
Aslında öncelikle olarak onarım/dönüşüm terapileri üzerine bir dosya haber hazırlama fikrim vardı, o dönem muhabirlik yapıyor, çeşitli mecralara haberler hazırlıyordum ve konuyu araştırmaya başladım. Araştırdıkça da haberi belgesele çevirmeye karar verdim. Bir film, belgesel nasıl yapılır hiçbir deneyimim yoktu. Kamera nasıl kullanılır, insanları sıkmadan bütünlüklü bir anlatı nasıl oluşturulur, bir film nasıl kurgulanır hiçbirine dair en ufak bir fikrim yoktu. Bu yüzden de benim için zorlayıcı ama kıymetli bir süreç oldu. Zorlandım ama keyif aldım. Bir de çekimleri pandemi döneminde ve çok minik bir bütçe ile gerçekleştirdik, bu yüzden de filmin epey eksikleri var tabii ama bir ilk film için epey tecrübe kazandım diyebilirim.
Filmde farklı pozisyonlarda kişilere yer vermeye dair bir çaban var, terapiye gitmiş ve şu an çok eleştirel yaklaşanlar yine de ağırlıkta tabii. Terapiye devam eden başka kişiler ya da terapi yapan başka psikologlar da bulmaya çalıştın mı?
Evet, epey yoğun bir araştırma sürecim oldu. İsmine açık açık “onarım terapisi” demeseler de bu tarz terapi yapan başka psikolog, psikiyatristlere de ulaşmaya çalıştım fakat röportaj vermeyi kabul etmediler. Terapiye giden başka kişilerle de röportajlar yaptım fakat pandemi dönemi olduğu için çoğunlukla online röportajlardı bunlar. Hem içerik açısından hem de film dili ve estetiğinin bütünlüğü açısından bu röportajlara filmde yer vermemeyi tercih ettim.
Zarar veren, tedavi diye sunulduğu halde tedavi olmayan, birçok ülkede yasak olan “onarım terapisi” ya da “dönüşüm terapisi” sanki çoğunlukla geylere uygulanıyormuş gibi ya da translara. Filme lezbiyenleri dahil etme çaban olduğunu biliyoruz, bunu biraz anlatır mısın, neden mümkün olamadı? Ve sen genel olarak buna maruz kalan ya da maruz kalmaktan kurtulan (böyle bir şey varsa tabii) lezbiyenlerin görünmezliğini neyle açıklarsın?
Sanırım lezbiyen olmak toplumda daha az görünür olduğu için (ya da ‘kutsal erkekliğe’ halel getiren bir durum söz konusu olmadığı için) lezbiyen ilişkiler toplumda daha az tehdit olarak görülebiliyor. Aileler “kız kıza arkadaşlıktan zarar gelmez” diye düşünüyor olabilirler kimi durumlarda ya da evlenince geçeceğine inandıkları için kız çocuklarına zorla evlendirme vb. yöntemler uygulanıyor olabilir. Gene de bu tarz terapilere maruz kalmış lezbiyenlere dair elimizde net bir veri ya da araştırma yok, bunlar sadece benim akıl yürütmelerim. Ayrıca görünmez olmak lezbiyen olmayı bu toplumda daha kolay yapmıyor, daha farklı bir şiddet biçimine maruz kalıyorlar demek daha doğru sanırım. Mesela lezbiyenler için bazı coğrafyalarda “düzeltici tecavüz” adı verilen korkunç uygulamaların yer aldığını da biliyoruz. Fakat dünya genelinde de onarım terapileri ağırlıklı olarak erkek eşcinselleri “düzeltmek” üzerine başlamış. Örneğin, onarım terapisinin ABD’deki isim babası ve en meşhur uygulayıcısı olan Joseph Nicolassi’nin de Erkek Homoseksüeller İçin Onarım Terapisi & Yeni Bir Klinik Yaklaşım isimli bir kitabı bulunuyor.
Kadınların arzusu ve cinselliği zaten toplumda yok sayıldığı ve cinsellik penetrasyon merkezli heteroseksüel erkeğin arzusuna göre şekillendiği için lezbiyenlik de aslında ya toptan yok sayılıyor ve önemsizmiş gibi görülüyor ya da işte heteroseksüel erkek pornolarına malzeme yapılıyor. Böyle bir dünyada da doğal olarak kadın eşcinseller daha az görünür oluyor. Lezbiyen görünmezliği yeni bir şey değil, hatta LGBTİ+ hareket içinde bile son dönemde yeni yeni kırılmaya başladığını söyleyebiliriz. KAOS GL de ilk kurulduğunda uzun yıllar oraya giden tek kadının kendi olduğundan bahsetmişti bir arkadaşım mesela. Zaten lezbiyenlerin toplumda görünmez olduğu bir durumda bu terapilere maruz kalmış lezbiyenlere de ulaşmak çok kolay olmuyor.
Son olarak benim bu belgesel için ulaştığım lezbiyenlerin bir kısmı da aslında ailesinin zorlaması ile bu terapilere gönderilmiş ve oldukça travmatik deneyim yaşamışlar, fakat görünürlük kaygılarından dolayı röportaj vermeyi kabul etmediler. Yani onarım terapilerine gönderilmiş/maruz kalmış lezbiyenler hiç yok da değil.
Feminist Mekan’daki gösterimin ardından yaptığımız söyleşide “dönüşüm terapileri”nin artık daha yaygın olarak örgütlenmeye başladığından, bu konuda eğitimlerin arttığından bahsetmiştin. Bunu biraz anlatır mısın?
Ben bu belgesel için araştırmaya başladığımda muhafazakar bazı STK ve oluşumların homofobik ve transfobik yaklaşımları olan çeşitli bilim insanları, psikolog, psikiyatr ve avukatlar ile birlikte bu konu ile ilgili çalışmalara başladığını gözlemlemiştim. Uluslararası konferanslar düzenliyor ve “LGBT pandemisine karşı nasıl mücadele edilir?” temalı paneller gerçekleştiriyorlardı. Bu konferanslara da yurt dışından onarım terapisi uygulayan insanları davet ediyor ve onlarla kendi ülkelerindeki deneyimlerini konuşuyorlardı.
Son dönemde ne yazık ki bu çalışmaların ivmelendiğinden bahsedebiliriz. Şu an hızlı bir şekilde çeşitli yayınevleri, web siteleri vs. kuruyor ve LGBTİ+’ları tedavi etmeye dair kitaplar basıyorlar. Gene psikolog, sosyal hizmet uzmanı ve psikiyatrlar için “LGBTİ+ çocuklar nasıl tedavi edilebilir” üzerine eğitimler düzenliyorlar. Bu eğitimlerde açık açık LGBTİ+ olmak hastalıktır demiyorlar fakat “çocuğun sağlıklı kimlik inşası” adı altında kendi projelerini gerçekleştiriyorlar. Birçok vakıf üniversitesinden de bu konuda destek alıyorlar diyebiliriz. Gene web sitelerine baktığımızda KADEM ve MÜSİAD gibi kurumların da bu oluşumlara destek verdiğini görüyoruz. Bu oluşumlar kuruluş gerekçesi olarak “aile ve aile bireylerini tehdit eden her türlü soruna karşı çözüm üretmeyi” hedeflediklerini söylüyor ve LGBTİ+ olmayı aileye karşı bir tehdit olarak gördükleri için LGBTİ+’ları tedavi etmeyi hedefleyen bu tür çalışmalarda bulunuyorlar.
En son okuduğum bir araştırmaya göre Türkiye’deki insanların yarısı hâlâ LGBTİ+ olmayı hastalık olarak görüyor. Fakat özellikle gençler arasında da bir yandan LGBTİ+ görünürlüğü her geçen gün artıyor. Onlar da tabii ki bu gelişmenin farkında ve bu artışı durdurmak ve kutsal aileyi korumak için kendilerince yapılması gereken adımları gerçekleştiriyorlar aslında.
En son meclisteki Anayasa Komisyonunda homofobik bir üroloğun LGBTİ+’lar üzerine konuşması da bu gelişmelere paralel diyebiliriz. Bu şahsın İnterseks- Hermafrodit ve Eşcinsel Norm ve Norm Dışı Cinsellik: Farklar, Nedenler, Öneriler isimli bir kitabı bulunuyor ve son birkaç senedir özellikle LGBTİ+ olmayı medikalize eden çeşitli yazılar yazıyor.
Tüm bu gelişmelere bakarak da LGBTİ+ olmayı medikalize eden, terapi ile değiştirilmesi/ düzeltilmesi gereken bir durummuş gibi ele alan yaklaşımların daha da artacağını söyleyebiliriz ne yazık ki. Malezya’da mesela bu tarz terapiler artık devlet eliyle uygulanıyor hatta hükümet LGBTİ+’ların değişebilmeleri/ düzelebilmeleri için bir uygulama bile hazırlattı diye biliyorum fakat Google Playstore uygulamanın indirilmesini engelledi. Umarım Türkiye’de böyle şeyleri görmeyiz.
Bu uygulamalarda son dönemdeki artışın Türkiye’deki LGBTİ+’lara yönelik politik gündemle bağlantısı aşikar, filmde küresel gerileme ile de ilişkisine değiniyorsun. Diğer ülkelerde de LGBTİ+ karşıtı hareketin bu terapilere etkisine dair bulgu var mı? Örneğin bu uygulama hangi ülkelerde yasak? Ne zaman yasaklanmış?
Onarım terapileri bildiğim kadarı ile şu an on altıya yakın ülkede kısmen ya da tamamen yasaklanmış durumda. İlk defa yasaklayan ülke 2016 yılında Malta oldu. Bunlara geçtiğimiz yıllarda Brezilya, Kanada ve Almanya da eklendi. ABD’de ise bazı eyaletlerde yasak.
Kısmi yasakta yalnızca çocuklara uygulanan onarım terapileri yer alıyor. Çünkü 18 yaşından küçük bir bireye bu terapiyi uyguladığınızda aslında bu “çocuğa psikolojik işkence” olarak tanımlanıyor. Ayrıca bu çocuklar yıllar sonra kendilerine işkence uygulandığı gerekçesi ile bu doktorlara, psikologlara dava açıyor ve kimi ülkelerde de bu davaları kazanıyorlar.
Onarım terapilerinin tamamen yasaklanmamasının (çocuklar dışındaki bireylere bu terapilerin uygulanmasının serbest olmasının) gerekçesi olarak ise “kişinin tedavi olma hakkı engellenemez” gibi her yöne çekilmesi müsait bir argümanı kullanıyorlar. Halbuki hastalık olmayan bir şeyi tedavi de edemezsiniz teknik olarak ve Dünya Sağlık Örgütü gibi uluslararası kurumlar hem eşcinsel hem de trans olmayı hastalık statüsünden çıkardı.
Gene kimi evanjelik grupların ise dini özgürlüğe engel olacağı gerekçesi ile yasaklamaya karşı çıktığını biliyorum.
Feminist Mekan’daki gösterim dışında farklı topluluklarla da film üzerine söyleşi yaptığını biliyoruz. Kimlerle bir araya gelebilme fırsatın oldu, nasıl sorular ve tepkiler geldi?
Film festivalleri ve festival kitlesi, üniversite gösterimleri vs. dışında LGBTİ+ aileleri ve psikologlar ile de gösterimler düzenlendi. Özellikle LGBTİ+ aileleri bir dönem kendi zihinlerinden de geçen sorgulamalara filmde yer verilmiş olmasını olumlu buldular. Çünkü aslında çoğu aile eğer önceden bu konu hakkında bilgili değilse ne yazık ki çocuklarını “tedavi ettirmek” amacı ile bu tarz terapilere başvurabiliyor.
Gene toplumsal cinsiyet eşitliğini ve LGBTİ+ haklarını savunan psikologlar da bu tarz filmlerin yapılıyor olmasına sevindiklerini fakat filmde anlatılan terapi yöntemlerine dair de şaşırdıklarını ve öfkelendiklerini dile getirdiler diyebilirim. Özellikle psikolog ve psikiyatristler onarım terapilerinde bilimsellik kisvesi altında terapist danışan ilişkisine sığmayacak yöntemler ve sınır ihlallerinin uygulandığını ve bu uygulamaların aslında yasaklanması gerektiğini de ifade ettiler.
Bu konuyu neden bir belgesel yaparak ele almaya karar verdin? Bu aracı/yöntemi kullanarak anlatmak istediğin başka konular var mı? Sonraki projelerin neler?
Daha önce de bahsettiğim gibi, aslında projeyi, başta haber yapmayı düşünmüştüm fakat konuyu araştırdıkça, haberin teknik yapısının (biçim ve süre olarak) meseleye dair derdimi anlatırken beni kısıtlayacağını fark ettim. Terapi aslında çoğunlukla iki kişi arasında gelişen çok özel bir süreç. İnsanlar ruhsal sıkıntılarını anlatmaya terapiye gidiyor, terapistine güveniyor ve burada yaşanan deneyimler kişide hayatı boyunca unutamayacağı izler bırakabiliyor. Mesela filmde sekiz sene boyunca bir gün değişirim umudu ile terapiye gitmiş bir eşcinsel erkeğin hikâyesi var, aynı şekilde tüm maaşını bir umut terapiye yatıran kişilerin hikâyeleri var. Aslında konu epey ağır ve filmi izleyen kimi LGBTİ+’lar benzer deneyimleri yaşadıkları için gösterimler sırasında gözlerinin dolduğundan bahsetti. Hatta film bazı insanlar için tetikleyici de olabiliyor. Bununla ilgili de filmin başında bir uyarı yapılıyor. Daha önce hiç işlenmemiş ve gittikçe önümüze daha fazla çıkacak bir konuyu habere sığdırmaya gönlüm elvermedi. Hakkını vermek için belgesel yapayım dedim, umarım bu konu ile ilgili başka filmler, belgeseller de yapılır, bu deneyimler görünür olur ve bu film onarım terapilerinin zararlarına dair farkındalığın oluşmasına hizmet eder. Benim filmim bu yolda bir başlangıç oldu diyebiliriz.
Şu anda interseks ve menopoz üzerine iki belgesel projem daha var, iki film de sağlık sisteminin ve tıbbın ilerleyişinin aslında ne kadar patriyarka ve ikili cinsiyet sistemi üzerinden geliştiği ve bilim dediğimiz şeyin ne kadar taraflı olabileceğini de deşifre eden bir çerçeveden ilerleyecek. Bu anlamda ilk filmimin devamı niteliğinde de olmuş olacaklar.
Bu projelerin de ön hazırlıklarına başladım fakat film yapmak için fon vs. bulmam gerekiyor ve şu an bu çalışmalara devam ediyorum.