Hypatia’dan başörtüsü kurallarına uygun örtünmediği için İran’da öldürülen Mahsa Amini’ye, kadınların yaşamda eşitçe var olma mücadelesi sürüyor.
Yılan, şeytan, cadı gibi sıfatlara, delilik gibi kavramlara yüklenen anlamları, olumsuzluk içeren her türlü yakıştırmanın kimlere yöneltildiğini, kültürel normlardan, egemenlik ilişkilerinden ayrı düşünemeyiz. Egemenler ayrımcı uygulamalarını hem yasal kurumlarıyla açıkça hem de örtülü pratikleriyle hayata geçirir. Ayrıcalıklı konumlarının, eşitsiz düzenlerinin devamı için egemenlerin ürettiği, üretimine katkıda bulunduğu bu kavramları sorgulamadan kullanmak -en iyimser ifadeyle- bu eşitsiz düzenin devamına katkı sunmaktır. Barınma, eğitim, sağlık ve sosyal haklara erişimi engellenen kadınlar, LGBTİ+’lar, yoksullar, azınlıklar, göçmenler egemenlerce sürekli bir denetime tabidirler. Açık ya da örtülü. Örneğin erkeklerin norm dışı cüretkarlıkları göz yumulabilir tatlı yaramazlıklar ya da cesaret hikayeleri olarak anlatılırken kadınların kendi yaşamlarına sahip çıkmak adına yaptıkları en küçük kural dışılıkları bile damgalanma, dışlanma, baskı ve zorla, cezalandırmayla karşılaşmaktadır. Ekonomik güç ilişkilerini elinde bulunduranların her şeyi hak eden, küçük dağları yaratmış kibirli varlıklarıyla, yoksulların yaşama dair eğlencesini şımarıklık, sorumsuzluk olarak yaftalaması, yoksul olana hemen haddini bildirmek gibi. Suriyeli göçmenlerin deniz keyfi yapmaya bile hakkının olmadığına dair sahil fotoğraflarını ve yazılanları hepimiz hatırlarız. Sağlıklı gıdadan, barınma hakkından, nitelikli eğitim olanaklarından yoksun binlerce çocuğun, bu olumsuzluğu ortaya çıkaran koşullar tartışılmadan “başarısız tembeller” olarak nitelendirilmesi, düzenli, güvenceli iş bulamayan, yaşamını sürdürecek gelire sahip olamayan yoksulların “beceriksiz, başarısız” olarak yaftalanıp koca bir eşitsiz sistemin yükünün bireylere yüklenmesi, eşitsizliğin görünmezliğini beslemesi gibi.
Örneğin, delilik tarih boyunca ağırlıklı olarak kadınlarla ilişkilendirilmiştir. Güç konumlarının neredeyse tamamını erkeklerin işgal ettiği; kadınların kamusal alanlardan dışlandığı, ev işleri, yaşlı, hasta ve çocuk bakımıyla tanımlandığı, kendini gerçekleştirme olanaklarının ellerinden alındığı, engellendiği, susturulduğu, cezalandırıldığı koşulları görmeden ruhsal sağlıkla ilgili yapılan tanımlamalar bu algıyı beslemiştir. Kadınların ve kölelerin vatandaş bile kabul edilmediği, cadı avlarında yakıldığı, asıldığı, sanatsal üretimlerinin yasaklandığı, ahlak dışı bulunduğu, eğitim olanaklarından, yönetimsel kademelerden dışlandığı, söz dinlemeyen kadınların akıl hastanelerine kapatıldığı bir tarih var oysa…
Tarih, ataerkil düzenin hizaya sokamadığı, egemenlerin bedensel ve zihinsel olarak kontrol edemediği, cadı, şeytan, deli olarak nitelendirilmiş, engellenmiş, susturulmuş, asılmış, yakılmış, cezalandırılmış kadınların hikayeleriyle dolu. Antik çağda yaşamış, görüşleri kiliseyle çeliştiği için şeytan ve dinsiz olarak yaftalanıp linç edilerek öldürülen matematikçi, gökbilimci, filozof ve kütüphaneci Hypatia’nın hikayesi hepimizin tarihi.
1789 Fransız Devriminde ortak talepler için birlikte ve aktif olarak mücadele etmelerinde sorun görülmeyen kadınlar verilenle yetinmeyip kamusal alanlarda da söz hakkı istediklerinde, eşitlik istediklerinde öldürülüp, cezalandırıldılar. Kadın hakları için mücadele eden Olympe de Gouges ve devrimin önde gelen siyasi figürlerinden Madam de Rolland kadınlık rollerini hiçe saydıkları, doğanın yasasına karşı çıkıp erdemlerini unuttukları, anne olmak yerine kamusal alanlarda söz hakkı istedikleri, kendilerine çizilen sınırları ihlal ettikleri için kötülük kaynağı canavarlara dönüştürülüp giyotinle idam edildiler. Birilerine göre delilik olabilecek şeyleri ölümüne savunan Olympe de Gouges ve Madam de Rolland düşündükleri, yazdıkları, yaptıklarıyla hepimizin tarihi.
1800’lü yıllarda kadınların sanat eğitimi almasının yasak olmasına rağmen tutkusundan vazgeçmeyen, yolu Rodin’le kesişen, yaşadıkları ilişki Rodin için elinin kiri olurken, toplumca, sevdiklerince dışlanan, 30 yıl akıl hastanesinde kalarak yaşamını yitiren Camille mi delidir? Akıl hastanesindeyken heykel yapması için bir parça çamuru bile yasaklayanlar, dışlayanlar, onun Rodin’i kıskandıran sanatsal ürünlerini görmezden gelenler, zorla, baskıyla onu hizaya getirmeye çalışanlar, kadınlara sanat eğitimini, tiyatro sahnelerini, üniversite kapılarını yasaklayanlar, tek yaşam alanı olarak evi tarifleyenler ve onların eşitsiz düzeni değil midir asıl akıl dışı olan? Yıllarca varlığını sürdürebilen kölelik düzeni, kadınların vatandaş bile kabul edilmeyişi, öngörülerinden, sezgilerinden, güçlerinden korkulup cadı, şeytan, deli ilan edilmeleri, toprak sahipleri, krallar, soylular, din savaşları, satılık cennet vaatleri, toprak ve mülkiyet aşkına işlenen cinayetler, feda edilen yoksullar, paylaşım savaşları, tecavüzler, doğanın sermayedarlara peşkeş çekilmesi, silahlanmaya harcanan milyonlar, ırkçılık, işsiz halklar, açlıktan ölen çocukların olduğu şu eşitsiz düzeni savunmak mı akıllıca!
Hypatia’dan başörtüsü kurallarına uygun örtünmediği için İran’da öldürülen Mahsa Amini’ye, egemenlerin kadınları hizaya sokma çabaları da kadınların yaşamda eşitçe var olma mücadelesi de sürüyor. Kimi zaman dışlanmaya, işlerinden edilmeye, tanrının buyruğundan çıkmış dinsizler olarak ilan edilmelerine rağmen kadınların oy hakkı için mücadele eden süfrajetler gibi, hareketle dalga geçmek, küçümsemek için takılan ismin anlamını ters düz edip kullanarak,[1] kimi zaman dışlanmayı, baskıyı, cezalandırmaları birlikte karşılayarak, öfkemizle, bedeller ödeyerek, yaralarımızı sararak, birbirimizi şifalayarak, kimi zaman neşemizle ve delicesine sürüyor bu mücadele. İranlı kadınların dediği gibi, “İnsanları zorla kendi cennetinize götüremezsıniz!”, biz kendi tarif ettiğimiz eşit hayatları kuracağız. Egemenlerin yaftalamalarını reddeden, bizlere yakıştırılan kavramları ters düz edenlerin, gerçek eşitlik, özgürlük peşinden koşanların, makbul kadın olmayı, eve dönmeyi kabul etmeyen Lilith’in, yakamadığınız cadıların torunlarıyız; tabuları yıkar, bulaşıklara karışmayız!
“Eşitlik istediğimizi sananlar yanılıyor
Kim eşitlenmek ister hırsızlar ve katillerle Birhan!
(…)
Anıtsayaç’ta bu kadar kadın ismi yeter,
Yeter artık, yeter çıkalım zıvanadan.”[2]
[1] Süfrajet kavramını İngiltere’de bir gazete, oy hakkı için mücadele eden kadınları aşağılamak, küçümsemek üzere suffrage kelimesine “ette” eki getirerek kadınların eylemleriyle dalga geçmek için kullanmıştır. Bu küçümseyici anlam ters düz edilmiştir.
[2] Anıt Sayaç, Türkiye’de erkek şiddeti nedeniyle hayatını kaybeden kadınlar için Zeren Göktan tarafından yapılmış dijital bir anıttır. Dizeler bu dijital anıtın adını taşıyan Birhan Keskin ve Aslı Serin’in ortak yazdığı şiirden alınmıştır.