İnsanların kamusal alanda bir araya gelmesinden nasıl da korkulduğunun işareti parklar, ortak alanlar. O yüzden yoklar.
8 Mart’ın ardından, insan düşünüyor; bir an geldi ve doluştuk sokaklara, senede bir olan bir şey bu, sonrası ne olacak, sonrası sessizlik gibi, hele de bu ülkede kendini zar zor bir yere ait hissetmeye çalışanlar için. Ertesinde “ritmik zıplamak” gibi bir gerekçeyle gözaltına alınanların olabildiği bir deneyim bu. Hangi dile çevrilebilir bu mesela, bu ülke dışında kime anlatılabilir, bu ülke içinde kimler ilgilenir de onlara anlatılabilir?
Sonrasında Gezi Parkı’nın önünden geçerken gözümün önünde beliren, çünkü başka yerlerde görmüştüm mümkün ve oldukça sıradan olduğunu, yürüyüş mesela, hadi, Tünel’den başlıyor diyelim, Taksim Meydanı’nda bitiyor ve sonra kutlaması için Gezi Parkı’na sahne kuruluyor, gelen geçen katılıyor, parkta, açık ve kamusal alanda bir kutlama oluyor. Kadınlar çoluğunu çocuğunu getiriyor, polis ablukası korkusu yok, açık havada bir sebeple sosyalleşiyor, konuşmalar dinliyor, müziğe katılıyor. Mesela Gezi Parkı baharda açık hava film gösterimleri olan bir yer, bazen konuşmalar oluyor ya da konserler. Mesela bir hava alma alanı, birileri bir şey anlatıyor, diğerleri yürüyüş yapıyor, insanlar kendi kendine takılıyor, polis yok, sakin bir hal. Pandemide çok müsait bir buluşma mekanı. Ne zor değil mi Türkiye’de böyle bir hayal? Ne zaman yapılabilmiş? Taksim’de koskoca Gezi Parkı var, neler için kullanılabilecekken atıl durması istenen ağaçlı bir yer orası. 2013 öncesinden farkı var mı bilmem, ben girmiyorum bile içine, kullanılması için akıl yürütülmeyen, yürütülmesine izin verilmeyen bir ağaçlar toplamı olarak duruyor orada ve evet aslında bu toplama park denmiyor. Taksim’de işi olan kaç kişi parkın içinden geçiyordur? Ayrıca neden geçiş olsun sadece, o park neden hiçbir kamusal aktiviteye açık değil? Avrupa yakasındaki sayılı korunaklı alanlardan Maçka Parkı’nın neden benzeri hatta daha fazlası olamaz, bu neden istenmez? Bir ülkede yaşayan insanlar için müthiş bir yabancılaştırma politikası.
İnsanların kamusal alanda bir araya gelmesinden nasıl da korkulduğunun işareti parklar, ortak alanlar. O yüzden yoklar. Mahalle aralarında küçük olanlar, tek tükler. Politik grupların toplanması bile değil, ana akım siyasetin dilinden düşürmediği çocuklu kadınların biraraya gelip nefes alacağı yerler bile yok gibi bir şey. Minicik yerler -şanslıysak, küçük park alanları (çünkü çoğu semtte ne yeşil alan ne park var), kalabalık sahiller, pazarlar, tek tük buluşulan dükkanlar- dışında eve kapanılan bir hayat. Bahçeli kafe veya lokantalar da kısıtlı bir grubun erişimine açık çünkü pahalı; lüks şeyler bunlar bu ülkede.
Biz de bir kesimin gönderildiği, tarihinin el değiştirmesinin teşvik edildiği Taksim’de o hep bildiğimiz yerlere geri dönmekle mutlu oluyoruz. Mutlu oluyoruz çünkü sistematik olarak her gün üstümüze çökmeye çalışan siyasete karşı yaşamaya devam ettiğimizi hissettiren insanlarla beraber oluyoruz. Bu kadar yok sayılmaya ve hedef gösterilmeye rağmen yaşamaya devam ediyoruz çünkü. Büyük bir kabiliyet, biliyoruz.
Zar zor tutturmaya çalıştığımız hayatlarımızın rutini bozulacak mı diye her gün strese girmeden, kurumsallığın, kalıcılığın olduğu hissiyle, biraraya gelmenin gezegeni tehdit ettiği sanılmadan bir rahatça önümüzü görebilecek miyiz? Barışık, saldırmayan, bağırmayan, azarlamayan bir hayat devinimi; çok zor bir şey değil.
Evlerimizin camlarından bakıyoruz, hani beton görüyoruz, belki şanslıysak tutunmaya çalışan bir ağaç, sonra korumaya çalışıyoruz ortamlarımızı, mekanlarımızı.