Federici, kadınların ev içi emeğinin kapitalist işgücünü yeniden üreten, sermayenin ücretlendirilmemiş olduğu için ondan faydalandığı faaliyetler bütünü olduğunu öne sürüyor.
Aralık ayında, Marksist- feminist düşünür, yazar ve aktivist Silvia Federici ile bir söyleşi gerçekleştirdik. Federici 1970’lerin başında Selma James ve Maria Dalla Costa ile “Ev işi için Ücret” kampanyasını gerçekleştiren Uluslararası Feminist Kolektif’in üyesiydi. Federici, aynı zamanda, Caliban ve Cadı: Kadınlar, Beden ve İlksel Birikim ve Sıfır Noktasında Devrim: Ev İşi, Yeniden Üretim ve Feminist Mücadele kitaplarının yazarıdır.
Federici ile konuşmayı kadın emeği, ev işi ve kapitalist sistem arasındaki ilişkiyi inceleyen nadir çalışmalarından dolayı istiyorduk. Sosyalist gelenek içerisinde “kadın sorusunu”, cinsiyet ayrımlarını kapitalist sistem içerisinde anlamaya çalışan epey dallı budaklı çalışmalar mevcut. Engels, elbette Ailenin Kökeni, Özel Mülkiyet ve Devlet’i, kendisinin ve Marx’ın kapitalist üretim şeklinin gelişiminin cinsiyete dayalı toplumsal farkları giderek azaltacak bir güç olduğunu varsaydıkları bu tartışmalara bir katkı olarak yazdı.
Cinsiyet eşitliğine özgü tezleri bu noktada kolayca işlevini yitirmişken Marx ve Engels’in diğer görüşleri hala hâkimiyetini sürdürmeye devam ediyor. Rosa Luxemburg ataerkil kurumların kapitalist ilişkilere özgü olmadığını ve daha önceki üretim biçimlerinden devralındığını iddia etmişti.
Federici, patriyarkanın, ev işinin ve kadınların sistem içerisindeki aşağı pozisyonunun herhangi bir şekilde kapitalizmin “dışında” olduğunu varsayan görüşü kesin olarak reddeden bir grup düşünür arasında yer alıyor. Federici, Marx’ın Kapital’inin okumasından hala fazlasıyla faydalanıyor, ama Marx’ın ekonomi politiğini, emek- değer teorisini ve ilksel birikim anlatısını kadın emeğinin nasıl özel bir kapitalist biçim kazandığını ve iddia ettiği üzere kapitalizmin yeniden üretimi için esas olan bu emek biçimini incelemek için kullanıyor.
Bu noktada Federici, ücretlendirilmediği için sermayenin kar sağladığı kadınların ev işinin kapitalist işgücünü yeniden üreten karmaşık bir faaliyetler bütünü olduğunu öne sürüyor. Dahası, Federici bu durumun ilksel birikim döneminde şiddet ve toplumsal dışlama yoluyla kadınlara nasıl dayatıldığını ve bunun daha önceki ilişkilerden kendiliğinden aktarılmış bir durum olmadığını da tartışıyor.
TE: Bize biraz kendinden bahsedebilir misin? Feminist mücadeleye nasıl dâhil oldun ve nasıl yazar oldun?
SF: Kadın hareketine 1970’lerde katıldım, çünkü benim kuşağımdaki pek çok kadın gibi ev işine adanması beklenen bir hayatın hayal kırıklığını paylaşıyordum. 1960’ların sonlarında tezim üzerine çalışmak için Birleşik Devletlere geldim. Öğrenci hareketine ve savaş karşıtı harekete katıldım ve aynı erkek egemen ortamın hayal kırıklığını yaşadım.
Feminizme dâhil oluşumun kökleri daha derinlere uzanıyor. Savaş sonrası İtalya’sında büyüdüm ve savaşın etkileri yeniden üretim sorusuyla ilişkili bir muhalefet yaratma açısından çok önemliydi. İkinci Dünya Savaşının neden olduğu katliamı görmek, annelerimizin yaptığı veya en azından yapmalarının beklendiği, idealleştirilmiş annelik düşüncesini bize çok yabancı hale getirdi.
Tabii ki İtalya çok ataerkil bir toplumdu. Faşizmin etkileri çok güçlüydü ve faşizm, anneliği ve fedakâr kadın imajını, kendini kamu yararı için feda eden kadını yüceltiyordu. Bütün bu etkenler benim bugün kadın hareketi için duyduğum heyecan açısından önemli bir yere sahip.
AS: Sormak istediğimiz şeylerden biri de bilhassa kadın emeği ile ilgilenen çok az sayıda radikal feminist ekonomist veya Marksist düşünür var. Siz “Ev İşi için Ücret” savlarınızla biliniyorsunuz, bu nedenle bu savınızı ve bunun neden önemli olduğunu açıklamanızı umuyoruz.
SF: 1972’de, İtalyan feminist Maria Dalla Costa tarafından yayınlanan bir makaleyi; Topluluğun Yıkımı ve Kadınların Gücü’nü okudum. Bu makalede, Dalla Costa ev işine dair, kendime sorduğum pek çok soruyu bir çırpıda yanıtlayan bir analiz sunuyordu. Ev işinin radikal ve liberal külliyattaki bütün temsillerine karşı, Dalla Costa ev işinin, ev içi emeğin ve hayatımızın yeniden üretimini sağlayan karmaşık yapılı eylemlerin hepsinin aslında emeğin kapitalist örgütlenmesi açısından hayati olan işler olduğunu söylüyordu. Bu eylemler yalnızca yemek ve temiz kıyafetler üretmiyor, aynı zamanda iş gücünü yeniden üretiyor ve bu nedenle bir anlamda kapitalizmin en üretken işi haline geliyor. Yeniden üretim işi olmadan, diğer hiç bir üretim biçimi gerçekleşemez.
Bu sav benim üzerimde büyük bir etki bıraktı ve 1972 yazında İtalya’ya Dalla Costa’yla tanışmaya gittim ve Ev işi İçin Ücret Kampanyası’nı başlatan Uluslararası Feminist Kollektif’e dâhil oldum. Ev işi İçin Ücret kampanyası gerçekten de, kapitalizm içerisinde sürünen ev işinin değersizleşmesini ve bu işin görünmez hale gelişini ev işinin ücretlendirilmemesinin sonucu olarak gören analizin takribi mümkün bir mealiydi.
O zamanlar Ev işi İçin Ücret kampanyası bizi kadınları ev içerisinde kurumsallaştırmakla suçlayan pek çok feminist arasında hiç de rağbet görmedi. Ama kampanyanın bir işlevi de ev işini görünür kılmak ve kamu bilincinde bu işin ne olduğunu yeniden tanımlamaktı. Bunun merkezi, temel bir iş olduğunu, erkeklere ve onların çocuklarına sunulan bir hizmet olmadığını göstermeye çalıştık. Bu talep, ne kadar çok kadının bu işin ücretlendirilmemiş olma tabiatı nedeniyle erkeklere bağımlı olmaya zorlandığını gördüğümüzde, önemli bir ekonomik boyutu da içeriyor. İktidar ilişkileri bu işin içine işlemiş durumda çünkü kadınlar, örneğin, istismar edildikleri bir ilişkiyi bağımlı durumlarından dolayı bırakamıyorlardı.
Bu ücretsizlik, bu ücretlendirilmemişlik hali, kadınları gittikleri her yerde, ev dışında bir iş sahibi olduklarında bile takip ediyordu. Gördük ki kadınların ev dışında çalıştıklarında karşılaşabilecekleri durumların kökeninde hiçbir ücret almadan hayatlarını harcadıkları bu yaşam modeli yatıyordu; düşük ücretlendiriliyorlardı ve kadınların bulduğu işlerin çoğu ev işinin birer uzantısı olmaktan ibaretti.
Biz bu talebi asla bir bitiş noktası olarak görmedik, bunun yerine talebimizi kadın ve erkek, kadın ve sermaye arasındaki iktidar ilişkilerini değiştirecek bir eşitleyici araç olarak gördük. Bu talep ücrete dair bütün tartışmaları kapsıyordu: Ücret nedir? Bu bizi Marx’ın da ötesine götürdü.
Marx’a göre ücret işçilerin icra ettiği ücretlendirilmeyen emeği gizler. Ama Marx ücretin, emeği parçalara bölen hiyerarşiler örgütlemek için; öncelikle hem toplumsal cinsiyet hem de ırksal hiyerarşiler gibi, nasıl kullanıldığını görmedi.
Biz ev işi için ücreti, temel olarak adaletsiz, eşitsiz bir toplumsal-cinsel iş bölümünü zayıflatacak ve istikrarsızlaştıracak şey olarak görüyoruz. Bir anlamda köleliğe karşı başkaldırının gerçekleştirdiği işlevi görüyor. Her zaman söylediğimiz gibi, kölelerin ücretli iş için mücadelesi ve işçilerin daha yüksek ücret için verdikleri mücadele arasında önemli bir fark vardır. Bu, insanları güçlü bir şekilde birbirinden ayrıştıran ve ciddi miktarda ücretsiz emek beklentisi yaratan toplumsal mimariyi parçalarına ayırır.
Söylediğim gibi, kadın hareketinden pek çok kesim tarafından karşı çıkılan bu kampanyanın amacı ve gerekçesi buydu. Ama son zamanlarda bir değişim fark ediyorum ve bence sizin sorunuz da bunu yansıtıyor; otuz yıl önceki kadın hareketinin ev dışında ücret için çalışan gücü özgürleştirmek hakkında olduğu yanılsaması ciddi anlamda zayıflıyor.
TE: Sıfır Noktasında Devrim’in ilk bir kaç bölümünü okurken, yeniden üretimi ele alma şekliniz ve iş ilişkilerinin ne olduğunu aslında ev işinin değer biçilebilecek bir başka emek biçimi olduğu ve devamında ev işi için ücret talebinin bütün bunları görünür kılmak için bir araç olarak kullanıldığını göstererek vurgulayışınız benim için gerçekten ufuk açıcıydı.
SF: Evet! Aslında kitabı açan makaleyi “Ev işine Karşı Ücret” olarak başlıklandırdım çünkü ev işi için ücretin aynı zamanda ev işine karşı ücret olduğu bizim açımızdan çok açıktı. Ev işine karşı başkaldıran kadınlar büyük bir suçluluk duygusundan dolayı acı çektiler. Kendilerini hiç bir zaman mücadele eden işçiler olarak görmediler. Onlar bu gereklilikleri reddettiklerinde, ne aileleri ne de çevrelerindeki insanlar onları mücadeledeki işçiler olarak gördü, bunun yerine kötü kadınlar olarak görüldüler. Bu ne kadar da doğallaştırıldı. İşçi olarak görülmüyorsun, yalnızca bir kadın olma kaderini gerçekleştiren biri olarak görülüyorsun. Ev işi için ücret bizim için ev işleriyle aramızdaki göbek bağını kesmekti.
TE: Konuşmaya ev işinin ekonomisiyle devam edersek, pek çok kişi kapitalist üretim şeklinin çalışma alanına gitmek, iş gücünü satmak, ücret almak olduğunu savunabilir ve işte size kapitalizm. Ev işi bunun dışında kalıyor. Sizin bu tasvire karşı vereceğiniz cevabı merak ediyorum.
SF: Kesinlikle aynı fikirde değilim! Tam da bu nedenle Caliban ve Cadı’yı ortaya çıkaran tarihsel bir uğraşa giriştim. Ev işinin kapitalizm öncesinden kalan bir artık ya da bir miras olmadığını söyleyen, teorik olduğu kadar da tarihsel bir temellendirmeye sahip olmak istedim. Ev işi toplumsal bağlantıları kapitalizm tarafından şekillendirilmiş özel bir eylem. Başka bir deyişle: bu yeni bir eylem biçimidir.
Yaptığım çalışma kapitalizmin ev kadını tasvirini nasıl inşa ettiğine yönelik oldu. Açıkça, farklı tarihsel dönemler farklı taleplere cevap veriyor. Bu nedenle 16.-17. yüzyıllardaki iş faaliyetlerindeki çatallaşmayla başlıyoruz, piyasa ekonomisinin başlangıcında yalnızca bazı işler iş olarak tanınıyor. Yalnızca ücretli emek değer görüyor ve ücretlendirilmiş yeniden üretim faaliyetleri görünmez olmaya başlıyor. Bu ilk temel, ilk kurucu adımdır.
Ama sonra tabii ki, takip eden yüzyıl boyunca ve özellikle 19. yüzyılda, uygulanan bütün özgün politikalar dizisinin izini sürebiliyorsunuz. Caliban’da 17. yüzyılda Avrupa’da kadınların çoğunun ev dışında sahip oldukları işlerden kovulduklarına dikkat çektim. Orta yaşlarda, bugünkü işçi örgütlenmelerine denk gelen localardan kovuluyorlardı. Çok geçmeden yalnızca hemşirelik, sütannelik, hizmetçilik, çamaşırcılık gibi ev işinin başka biçimleri olan işlere sahip olabildiler. Bu şekilde, 16. ve 17. yüzyıllar esnasında var olan tarihsel durum içerisinde, giderek daha da görünmez hale gelen yeni bir işçilik biçiminin çok katı bir şekilde oluşturulduğunu açıkça görmeye başlıyorsunuz.
Ama 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, işçi sınıfına mensup tam zamanlı ev kadınının azimle inşa edilişini görmeye başlıyorsunuz. Bu durum “aile ücretinin” doğuşu, kadınların farklı koruyucu yasalar çerçevesinde fabrikanın dışına atılması, evlilik yasasının kurumsallaştırılması gibi bir yığın politikayla gözler önüne seriliyor. Bu uzun bir hikâye ama şu açık ki bir iş olarak ev işi, emeğin kapitalist örgütlenmesine dâhil edilmiş oluyor.
Aslında ev işi, işgücünü üreten seri üretim bandının bir parçasıdır. Marx işçinin yeniden üretiminden bahsediyor, ama bundan çok kendine has bir şekilde bahsediyor. Marx’a göre işçinin yeniden üretimi ücretle ve metaların ücretiyle elde edilen kazanç ile gerçekleşir. İşçi metaları tüketir. Temel olarak, maaşını yiyecek ve kıyafet almak için kullanır ve sonra bu metaları tüketir ve kendini yeniden üretir. İyi ama Marx’ın sunduğu resimde herhangi başka bir işin izine rastlanmıyor.
Bu fenomeni her zaman, Marx’ın bunu yazdığı zamanın endüstriyel sermayenin gelişiminde kadınların, özellikle genç kadınların, fabrikalarda maksimum seviyede istihdam edildiği bir an olduğunu öne sürerek açıkladım. Muhtemelen Marx kadın işgücünün endüstriyelleştiğini gördü ve Marx’ın yazdığı dönem olan endüstriyel gelişmenin ilk aşamasında yeniden üretim ciddi anlamda zayıflatılmıştı; bu onun yanlış anlaması hakkında yaptığım açıklamalardan biri. Ama işgücünün günden güne ve kuşaklar arasında yeniden üretimi için bundan çok daha fazlası gerekli. 1860’dan itibaren bu iş tamamıyla kadınlara tahsis edildi.
Yüzyılın başında ve devamında Birinci Dünya Savaşı’yla birlikte, bilimin konusu haline gelmiş ev kadını ve ev işinin ortak bir üretimi söz konusu. Bu, okullarda her kıza öğretilmekte olan bir bilim ve evi üretimin ve işgücünün yeniden üretiminin merkezi olarak mevzilendiren ideolojik bir kampanya. Sermayenin değerlenme süreci açısından ev içi emeğin elzem olduğu savı güçlü bir tarihsel temele sahip.
AS: Bunun büyük bir bölümü de pek çok Marksist’in kapitalizmi anlamak ve eleştirisini yapmak adına değer teorisine sadık kalmaları. Siz yeniden üretimden bahsederken, bence Kapital’in birinci cildinde bu konuya adanmış sadece birkaç sayfa var, muğlak bir biçimde yeniden üretimin tamamının üretime dönüşeceğini söylüyorsunuz. Merak ediyorum, sizin ev işi için ücret savınızın değer teorisinin yerini tutan bir yanı var mı? Kadınların artı değer üretimine nasıl katkıda bulunduklarını anlamanızı sağlayan bir tarafı var mı?
SF: Artı değerin üretimi toplumsal bir üründür. Hiçbir zaman özel bir eylemin veya kişinin ürünü değildir. Marx’ın çalışmasında çok önemli ve geçerli olmayı sürdüren şey budur. Kapitalizmde, değer üretimi hiçbir özel alanın ürünü değildir, bunun aksine değer üretimi toplumsal olarak belirlenir. Bir başka deyişle, artı değerin üretimi için zorunlu olan geniş bir toplumsal seri üretim bandına -bu kavramı mecazi olarak kullanıyorum- sahipsinizdir. Artı değer şüphesiz ki emek ürünlerinin satışıyla gerçeklik kazanır. Çok sayıda araba üreten bir fabrikanız varsa ve bu arabalar hiç satılmadıysa, artı değer gerçekleştirilmemiş demektir.
Burada ortaya attığım şey şu ki ücretli emekçinin yeniden üretildiği faaliyetler toplumsal seri üretim bandının bir parçasıdırlar: bu artı değeri belirleyen toplumsal süreçlerin bir parçasıdır. Mutfakta meydana gelen ve ortaya çıkan değer arasında, örnek olarak bir arabanın veya diğer ürünlerin satışı sayesinde ortaya çıkan değer arasında, doğrudan bir ilişkiyi tam olarak saptayamıyor olsak bile yine de değer üretiminin toplumsal niteliğinin farkına vardığımızda, fabrikanın sınırlarını aşan toplumsal bir fabrika görüyoruz.
TE: Bunu aklımızda tutarak, ev işi için ücret gibi bir şey bu dinamiği nasıl değiştirebilir? Bu ücreti kazanmak bizi başka türlü ilişkilere dâhil edebilir miydi?
SF: Bizim için, Ev içi Emek İçin Ücret Kampanyası’nı tanımlayan öğe kadınları birleştirme kabiliyetiydi. Bunun üreteceği şey yalnızca kadınları daha fazla güçlendirecek ve erkeklere bağımlılık sorusuna işaret edecek ve böylelikle kadınlar ve erkekler arasındaki ilişkiyi de değiştirecek biçimde zenginliğin yeniden dağıtımı değildi, aynı zamanda birleştirici bir güçtü. Bir talep ortaya koyduğunuzda bilmek istediğiniz ilk şey bunun birleştirici bir gücü olup olmadığı, mücadele açısından size daha fazla güç verip vermediği ya da aslında bunun insanlar arasındaki ayrışmaları yeniden kuran ya da derinleştiren bir talep olup olmadığıdır.
Ev işi İçin Ücret kadınları birleştiren bir kampanyaydı çünkü gördük ki belli başlı amaçlar için erkekleşen az sayıda kadın var. Çünkü bu kadınlar, sermayeyi kontrol ediyorlar ve sermayedarlar. Ama gezegenin büyük bir bölümündeki ev işi icra eden kadınlar değersizleştiriliyor, ev içinde ve evin dışında sıklıkla erkeğe bağımlılar. Haliyle bizim için bu talep, her şeyden evvel kadınların birleştirilmesi için bir araç ve hali hazırda gerçekleştirdiğimiz işi ve ev işinin değersizleştirilmesini açığa çıkarmak için kullanılabilecek bir yoldu. Bizim için bu kampanya asla “Tamam, eve bir ödeme geldi ama her şey aynı kaldı.” anlamına gelmiyordu.
AS: Bu noktayı biraz daha netleştirelim istiyorum. Sizin makalelerinizi okurken fark ettiğim bir şey var; yüzeyden oldukça basit görünen bir düşünceyi sahipleniyorsunuz: ev işi için ücret gibi, ama devamında birçok ince ayrım ve fark var. Umarım bunları açıklığa kavuşturursunuz. Örneğin, ev işi için ücretin sermayeden gelmesi gerektiğini söylüyordunuz, ama ev işinin ücretli işgücünün bir parçası haline geleceğini iddia etmiyorsunuz. Ev işi için ücret talebinden ve bunun nasıl işleyeceğinden bahseder misiniz? Bunun aktörleri kimdir ve siz bu “yönetilmiş” olma halini nasıl tasavvur ediyorsunuz?
SF: Sıklıkla insanlar bizden [bu talebimiz için] bir plan uydurmamızı istedi ve biz buna her zaman direndik. Refah ve sosyal yardımın pek çok başka hali gibi, bütün bu programların insanları birleştiren, insanları bölen, hiyerarşiler yaratan veya yaratmayan başka pek çok yolla örgütlenebileceğinin ve yönetilebileceğinin farkına vardık. Sosyal güvenliği ele alalım, ev işi yapan insanları dışarıda bırakacak şekilde düzenlenmiş. Hayatınız boyunca çalışıyor olabilirsiniz ama asla sosyal güvenliğiniz olmayacak; kocanız yoluyla elde ettiğiniz sosyal güvence hariç ve o da ancak dokuz yıldır beraberseniz.
Detaylar üzerinden gitmekte ısrar ettik çünkü fark ettik ki hala ev işi için ücret talebini hayal ettiğimiz gibi örgütleyebileceğimiz, devletin üstüne gitmemizi sağlayabilecek bir çeşit toplumsal güç inşa etmemiz gerekiyordu. Diğer bir deyişle, talebimizin, bu hakkı elde eden kadınları daha ziyade cezalandırmak üzerine sürekli olarak inşa edilen refah sisteminde olduğu gibi [farklı] yollarla örgütlenebileceğini gördük.
Toplumsal güç sorusunun her daim ziyadesiyle farkındaydık, “Nasıl bir toplumsal güçle mutlak talepler için savaşa girersin? Bazı şeyler bizim için her zaman netti: birincisi, ücret devletten gelmeliydi, bir erkekten değil. Devleti kolektif sermayenin bir temsili olarak görüyorduk. İkincisi, her işveren ev işlerini yapmak için evde olan erkek, kadın ya da çocuk, birisinden faydalanıyor. Bir de bunun ev kadınları ve kadınlar için ücret değil ev işleri için bir ücret olduğunu vurgulamamız gerektiğini iyice anladık. Bu talebin ev işini cinsiyetsizleştirebilecek bir güce sahip olduğunu gördük.
Bu talebi pek çok farklı yoldan karşılanabilecek bir şey olarak gördük; sadece parasal değil, aynı zamanda ev için destek gibi. Savlarımızdan birisi: kadınlar açısından ev bir fabrikadır, bir üretim mekânıdır. Haliyle, orada olduğumuz için ödeme almayı bekliyoruz. Ama pek çoklarının yaptığı gibi işe gidecek zamanı özgürleştirmeye yarayan bir çocuk bakımı mücadelesi vermek istemedik.
Ev içi için ücret, ücret ile elde edilebilir, ama aynı zamanda ev içerisinde olup bitenin bir emek süreci olduğunu ve bu işi gerçekleştirenlerin işlerinden paydos edebilme hakları olduğunu tanıyan başka kazanç kanalları ve hizmetlerle de edinilebilir. Bu nedenle hiçbir zaman detaylı bir plan hazırlamadık, çünkü imkânlar haritasını ortaya koyabilecek bir müzakereye tam anlamıyla başlamadan önce daha fazla güç sahibi olmayı umuyorduk.
TE: Başka konuya geçip Caliban ve Cadı’da bahsettiğiniz ilksel birikim hakkında konuşmayı umut ediyordum. Marx genel olarak kapitalizmin nasıl büyüdüğünden ve asıl artı değerin işgal, soygun ve kölelik yoluyla nasıl elde edildiğinden bahsediyor. Caliban ve Cadı’da ilksel birikim üzerine Marx’ın çok yakınından geçen ama pek çok farklılığı da barındıran bir anlatınız var. Bundan bahsedebilir misiniz?
SF: İlksel birikim kavramı Adam Smith tarafından bulundu ve sonra Marx bunu alıp kendi savı haline getirdi. Marx, kapitalizmin bir yerde başlaması için, pek çok temel ilişkinin hazırlanmış olduğu ve kapitalizmin ortaya çıkması için gerekli olan mülklerin biriktirildiği bir sürecin zorunlu olduğunu açıkladı. Özellikle, üreticilerin üretim araçlarından ayrıştırılması bir zorunluluktu.
Marx kapitalist kalkışmanın hazırlık aşamasını toprağın, emeğin ve gümüşün gerçek anlamda biriktirildiği bir ilksel birikim evresi olarak tanımlıyor. 16. ve 17. yüzyıllarda elde Amerika’nın bir kısmının işgali var ve bu para ekonomisine yakıt olarak gidecek gümüş zulasını üretiyor. Elde, İngiltere ve Fransa’yla başlayarak Avrupa’nın pek çok kısmında, köylüleri istimlak eden çitleme dönemi var. Bu da düzenli olarak, yeniden üretim araçlarına kısmi de olsa erişimi olan köylü, çiftçi, zanaatçı gibi bir grup insanı tamamen mülksüzleştirilmiş ve düşük ücretle çalışmaya zorlanmış insanlara dönüştürüyor.
Kitabımda iddia ettiğim şey Marx’ın bu süreç üstüne yaptığı açıklamanın bir hayli kısıtlı olduğu. Marx büyük ihtimalle sömürgelerin fethini ve toprakların çitlenmesini esas olarak aldı. Ama es geçtiği şey, benim açımdan, yeni kapitalist topluma dönüşen şey açısından, oldukça kurucu olan diğer süreçler.
Özellikle, Marx, binlerce kadının tutuklandığı, işkence edildiği, öldürüldüğü, köy meydanlarında yakıldığı, kadınlara karşı genel bir savaş olan cadı avının rolünü ihmal etti. Marx aynı zamanda doğum kontrolünü cezalandıran ve biyolojik yeniden üretim süreci üzerinde kontrol sahibi olan yasaların rolünü veya yeni bir aile tarzı, yeni bir cinsel ilişki şekli sunan yasaları da tartışmıyor. Bu yasalar kadın bedenini devlet vesayetine soktu. Kapitalizmin gelişmesiyle birlikte görmeye başladığımız şey kadın bedenini ve doğurmayı işgücünün yeniden üretiminin temel bir veçhesi olarak gören bir politika. Bu açıdan, kapitalizmin gelişmesiyle kadınların bedenleri işçi üreten makinelere dönüştü; bu durum neden kadınlara karşı kürtajın her türlü biçimine karşı idam hükmü veren bu şiddetli ve kanlı yasaların tesis edildiğini açıklıyor.
Caliban ve Cadı’da gösterdiğim şey yazılması gereken başka bir tarih olduğu, yalnızca üretim sürecinin tarihi değil, işgücünün yeniden üretimi sürecinin dönüşümünün tarihi. Bu, temel olarak devletin kadınlara karşı bir savaş yürüttüğünü, ücretsiz emeğe indirgenme yoluyla kadınların gücünü tahrip ettiğini gören bir tarih.
Benim yaptığım tarihsel çalışma, yalnızca bu dönem hakkında zaten bildiğimiz şeylere yeni bir bölüm eklemekle kalmıyor, aynı zamanda kapitalizmin ne olduğunu ve kapitalist bir toplumun yeniden üretimi için neler gerektiğini yeniden tanımlıyor. Bu tarihi yazarken, daha sonra küresel ekonominin yeniden inşasını yorumlamak için kullandığım teorik bir çerçeve geliştirdim.
TE: Caliban üzerinden okuyacak olursak, cadılık davalarından bahsediyorsunuz ve Marx’ın ilksel birikim açıklamasını genişletiyorsunuz. Ama siz aynı zamanda bu birikimi yapılmış olanların kategorilerini de genişletiyor gibi görünüyorsunuz. Toprak, emek ve para üzerine tartışıyorsunuz ama aynı zamanda bilgiden, özellikle kadınların doğum kontrolüne dair bilgisinden ve kendi bedenlerimiz ve kendi seçtiğimiz biçimdeki aileleri yeniden üretmek ve kurmak üzerine olan bilgiye nasıl el konulduğundan da bahsediyorsunuz.
SF: Evet! İlksel birikimi yeniden düşünmekle başlayarak, çok yönlü çitlemeler düşünebilirsiniz: sadece toprağın değil, aynı zamanda bedenin de çitlenmesi. Kendi yeniden üretiminizi, kendi cinsel hayatınızı kontrol edemeyerek ciddi anlamda terörize edildiğiniz anda bedeniniz tamamen çitlenmiş oluyor. Bilginin çitlenmesini düşünebiliriz çünkü örneğin, kadınların üremeyi kontrol etmek için kullandıkları araçlara karşı bir saldırı vardı. Kadınlar arasında devredilen büyük miktarda bilgi var, bugün bunların bir kısmını doğru bulmuyor olabiliriz, doğum kontrolü için güvenli bir yöntem sağlamak açısından çok geçerli olmadıkları düşünülebilir ama yine de nesilden nesile geçen çok fazla teknik var.
Bana göre, Marx’ın açıklamasına karşı, bu açıklamanın kendisi kadar önemli olan itirazım, modern proletaryanın yaratımı için gerekli olan mülksüzleştirmeye dair açıklamasının sınırlı olduğu.
AS: Sıfır Noktasında Devrim kitabınızda sözünü ettiğiniz şeylerden birisi de Marksistlerin veya antikapitalist kanonun bir çeşit eleştirisi. Biraz bundan bahseder misiniz ve kapitalizmin cinsiyetlendirilmiş yönlerine dair bir anlayışa sahip olmanın politik eylemlerimiz üzerindeki etkilerini açıklayabilir misiniz?
SF: Bana öyle geliyor ki, yeniden üretim sorusu yalnızca kapitalist örgütlenme için hayati değil, aynı zamanda herhangi bir gerçek devrimci sürecin, herhangi bir hakiki toplumsal dönüşümün merkezinde duruyor. Bence bu özellikle bugün çok önemli, çünkü her şeyden önce ne devletin ne de piyasanın bizi yeniden üretmediğini gördük. Refah devletinin dağılması bizim yeniden üretimimiz için pratik olarak neredeyse hiçbir destek bırakmayacak şekilde dünya çapında devam ediyor.
Başka bir zorunluluk daha var ki o da son üç yüzyılda gördüğümüz ekonomik tahribattan dolayı hayatlarımızın ve cemaatlerimizin toplumsal dokusunun çözülmesi ile ilgili. Uzun yıllar önce inşa edilmiş dayanışma ağları ve örgütlenme biçimleri basitçe artık ortada yoklar. Eğer hayatlarımızı değiştirecek, başka türlü bir toplumu dayatacak bir güce sahip olmak istiyorsak gerçekleşmesi gereken bütün bir yeniden inşa süreci var. Yeniden üretici iş ve evde meydana gelen iş gerçekten asli, çünkü kadın ve erkek arasında başlayan ve aynı zamanda genç ve yaşlı arasında ve ırka dayalı bütün ayrımları, toplumda insanları köle olarak muhafaza eden bu ayrımları gösteriyor.
AS: Anladığım başlıca şey, aşırı sol, anarşistler ve Marksistler gibi pek çok insan şöyle bir düşünceye sahip ki eğer kadınların meselesi onlar için önemliyse yine iş yerlerine odaklanıyorlar. Sizin pek çok savınızla hemfikir olabilirler, ama sahip olduğumuz kaynaklar için resmi kapitalist fabrikalara veya üretim alanlarına odaklanmak zorundayız çünkü bunlar dönüştürücü güce en çok sahip olan yerler, diyebilirler. Merak ediyorum da buna cevap verebilir misiniz?
SF: Bana, insanların sınıf mücadelesi için yaptıkları çağrı çok dar görüşlü geliyor. Yakın tarihimiz için bile, 1960’lar ve 70’lerde çok derin etkileri olan hareketler, tabanı çoğunlukla fabrika dışından olan hareketlerdi. Sivil haklar hareketi, Siyah Gücü [Black Power] hareketi, bunlar çoğunlukla fabrikalara dayanmayan hareketlerdi. Cemaatin kendisinde bir gücün var olduğu ve gücün sadece fabrikalarda olmadığı gösterilmeli. İşin güvencesizleşmesiyle ve ücretli çalışanların şu an maruz bırakıldığı türde bir tehditle birlikte, cemaatte destek bulmadığı takdirde ücretli işyerlerinde bile başarılı olmayan mücadeleler görüyoruz. Cemaatler ve fabrikalar arasındaki bu bağlam Yeni Düzen’li 1930’lar ve 40’lardan önce tipik bir kuraldı.
Bu ayrımı yeniden düşünmemiz lazım. Bana öyle geliyor ki bugün mücadelenin ana özelliği işçi olarak, işgücü olarak ve sömürünün farklı biçimlerine yazgılanmış insanlar olarak içinde yeniden üretildiğimiz, bu bize dayatılan yeniden üretim biçimini nasıl dönüştüreceğimizdir. Bunu, bizim gerçek ihtiyaç ve arzularımıza göre bizi yeniden üretecek bir yeniden üretim işine dönüştürmemiz lazım. Bugün üstesinden gelmemiz gereken temel zorluklardan birisi de bu.
Söyleşiyi yapanlar: Tessa Echeverria ve Andrew Sernatinger
Çeviri: Enise Şeyda Kapusuz
İkinci okuyucu: Ferda Nur Demirci
Çevirenin notu: Community “cemaat” olarak çevrildi.
Silvia Federici Caliban ve Cadı: Kadınlar, Beden ve İlksel Birikim ve Sıfır Noktasında Devrim: Ev işi, Yeniden Üretim ve Feminist Mücadele kitaplarının yazarı, feminist aktivist ve bir bilim insanı.
Andrew Sernatinger ve Tessa Echeverria Madison, Wisconsin’den iki bağımsız sosyalist. “Black Sheep” podcast’ına ev sahipliği yapıyorlar. Podcast, blacksheeppodcast.org adresinde mevcut.
(Metnin orijinali için: http://blacksheeppodcast.org/2014/02/23/the-making-of-capitalist-patriarchy-interview-with-silvia-frederici/ Metnin orjinal linkine ulaşılamıyor ne yazık ki)
24.2.2014 tarihinde The North Star sitesinde yayınlandı: http://www.thenorthstar.info/?p=11947