Sağlık hizmeti vermeyi reddetmek, medikal ve profesyonel anlamda etik kuralları ihlal etmekle özdeş ve hiçbir kişisel düşünce ya da inanç sağlık hizmeti vermekten üstün değil.
Tıp alanında vicdani ret; hekimlerin vicdani düşünceleri, politik görüşleri veya dini inançlarına aykırı olan sağlık hizmetlerini sunmaktan kaçınmaları olarak tanımlanır. Hizmetten çekilme olarak bilinen bu durumun gerçekleştirilebilmesi için genel kabul, hastaya uygun bir bildirimde bulunulması ve ulaşılabilir başka bir hekimin aynı sağlık hizmetini sunması için gerekli imkanların sağlanmasıdır. Ötanazi, doğum kontrolü, sperm ve yumurta bağışı, tüp bebek tedavisi, üreme hücrelerinin dondurulması, aşı uygulamaları, tıbbi rapor verme, işkence gibi konular vicdani ret kapsamında yer alsa da kürtaj, tıpta vicdani ret uygulamasının en yaygın, dikkat çekici ve tartışılan başlığı olarak sahneye çıkar.
Birincil kullanım alanı askerlik yapmayı reddetmek olan vicdani ret kavramının, hekimlerin kürtaj yapmayı yani “yasalarla güvence altına alınmış bir sağlık hizmetini” vermeyi reddetmesi olarak kullanılması ironik bir ikilem değil mi? Sağlık hizmeti vermeyi seçmek, askerlik yapmanın aksine bireyin kendi iradesine bağlıyken ve devlet antimilitarist vicdani retçiye çeşitli bedeller ödetirken kürtaj yapmayan vicdani retçi, yaşam dağıtıcısı rolüne bürünüp mesleğini yapmaya devam eder.
Kişiyi kendi davranışları hakkında bir yargıda bulunmaya iten, kişinin kendi ahlak değerleri üzerine dolaysız ve kendiliğinden yargılama yapmasını sağlayan güç olarak tanımlanan vicdan, bireyin kendini yargılama yetkisi ile özdeş olsa da konu kürtaj olduğunda yargılanan özne aslında kimdir?
Kadın hareketinin yıllardır uğrunda mücadele verdiği güvenli kürtaja erişim hakkı, vicdani ret nedeniyle tehdit altında. “Erk”in karar verme mekanizmaları kürtaja erişimi, yasalara çeşitli koşullar ekleyerek güçleştirip kürtaj karşıtlığını yeniden üretiyor, besliyor, destekliyor. Tüm dünyada kürtajın yasallaşmasında bugüne dek verilmiş feminist emek, mücadeleden kazanımlarla çıkılmasını sağlamış olsa ve günümüz koşullarında kürtajın yasaklanabilmesi çok mümkün olmasa da, yaşam yanlısı (!) kürtaj karşıtlarının kendi mücadelelerini vicdani ret hakkı üzerinden verdiklerine tanık oluyoruz. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre 70’ten fazla ülkede; Avrupa’da İsveç, Finlandiya, İzlanda ve Bulgaristan dışındaki tüm ülkelerde, ABD eyaletlerinin neredeyse tamamında vicdani ret yasal. Birçok ülkede ise yasal bir düzenleme yapılmadan, hasta haklarıyla çelişmesine rağmen sağlık personeline vicdani ret hakkı tanınıyor ki Türkiye de bu ülkelerden biri. 1978’den itibaren kürtajın yasal olduğu İtalya’da, vicdani ret nedeniyle kürtaj yapmayan hekim oranı %70, hatta bazı bölgelerde %90. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi, 2017’de, İtalya’da kadınların güvenli kürtaja erişimiyle ilgili kaygısını dile getirmişse de Papa Francis’in kürtaj yapan hekimleri kiralık katile benzetmesi ya da hekimlere “vicdani ret hakkınızı kullanın” çağrısı yapmış olması hekimler üzerinde daha etkili olmuşa benziyor. Ekim 2020’de Roma’da kürtajla alınmış 100’den fazla fetüsün Melek Bahçesi adı verilen bir alana gömüldüğü ve mezar taşlarına izinsiz bir şekilde kadınların isimlerinin yazılmış olduğu ortaya çıktığında vicdani retçi olmayan hekimlere de örtük mesajlar gönderilmiş oldu.
Sağlık hizmeti vermeyi reddetmek, medikal ve profesyonel anlamda etik kuralları ihlal etmekle özdeş ve hiçbir kişisel düşünce ya da inanç sağlık hizmeti vermekten üstün değil. Vicdani ret, patriyarkanın kürtajı biyopolitik bir araç olarak kullanmasını kolaylaştırıp kadınlara ayrımcılık uyguluyor; onlara fiziksel, duygusal ve maddi zarar veriyor. Kadının özel alanı ihlal ediliyor ve zaten eşitsizlik üzerine kurulu olan hasta-hekim ilişkisini daha otoriter, daha paternalistik bir hale getiriyor. Bu eril tavır, kürtaj yaptırmak isteyen, çözüm arayan kadını daha da marjinalize ederek damgalanma, yalnızlaşma ve utançla karşı karşıya getiriyor.
Sağlık personeli “görevden çekilme hakkını” kullanarak kürtaj yapmayı reddetse de tarihsel gerçekler bir kadının gebeliğini sonlandırmak istediğinde her yola başvurduğunu gösteriyor. Bu durumda güvensiz koşullar altında kürtaj yaptırmak zorunda kalan kadınlar, türlü tıbbi komplikasyonlar ile karşılaştığında tıbbın en temel ilkesi olan “önce zarar verme”, vicdani retçinin mesleki etik ilkeleriyle çelişmiyor, pek kıymetli vicdanını rahatsız etmiyor mu?
Vicdani retçilerin dikkate almadığı çok basit ve temel bir gerçeklik var: Her kürtaj, aslında devletin sağlamakla yükümlü olduğu gebelikten korunma yöntemlerinin eksikliğinden kaynaklanıyor ve hiçbir kadın kürtaj yaptırmak zorunda kalmak istemiyor. Bu noktada kürtajı bir vicdan meselesi olarak algılamak, çok temel bir sağlık hizmetine ulaşmak isteyen kadına hem ideolojik hem de psikolojik şiddet uygulayarak onu mağdur etmekten başka bir şey değil. Uygulanacak sağlık hizmetinin ne olacağı, hizmetin nitelik ve niceliğinin belirleyicisi hekimin vicdanı ya da başka bir biçimde tanımladığı kişisel değeri değil, hizmeti alacak olan kişinin gereksinimi. Vicdani ret bir tıbbi etik ihlali. Daha da önemlisi, kadınların kürtaja erişim hakkını engelleyen patriyarkal bir araç, kürtaj karşıtlığının vicdan makyajıyla yeniden üretilmiş hali ve asıl vicdansızlık, vicdani ret adı altında, kadının kendi bedeni üzerindeki söz hakkına yapılan bu haksız ve tahakkümcü saldırı…