Kutlamalardaki erkek çoğunluğu, HTŞ’nin İdlib’deki, kadınların sosyal hayattaki varlığını kısıtlayan, LGBTİ+ların varlığının dahi konuşulmadığı şeriat kurallarına dayalı yönetim deneyimi varken Colani’nin “Kimsenin diğerini yok etme hakkı yok” açıklamalarına ne kadar güvenilebilir?
“Ölümün yalnızlığında ilerleyen yüzlere
Ot ve ateş giymiş Doğu’ya
Kanın yıkadığı toprağa
Ve onun sevdasına barış…”*
Suriye, tarih boyunca birçok imparatorluğun, medeniyetin doğduğu, kültürlerin yeşerdiği, Haçlı Seferleri’nden beri müdahalelerin olduğu, savaşların yaşandığı dünyanın en eski yerleşimlerinden biri.
Birinci Dünya Savaşından sonra Osmanlı yönetiminden Fransız mandasına geçiyor Suriye. Fransızların ülkeyi terk ettiği, bağımsızlığını kazandığı 1946 yılına kadar bağımsızlık isyanları, bağımsızlık sonrası da anayasasının birçok kez yazılmasıyla sonuçlanan darbeler yaşanıyor. 1958 yılında yapılan bir referandumla Mısır’la birleşerek “Arap birliğini sağlamak ve dışardan gelecek müdahalelere karşı birlikte durmak” amacıyla Birleşik Arap Cumhuriyeti kuruluyor. Mısır uzun yıllar bu ismi kullansa da bir askeri darbenin ardından Suriye’nin ayrılmasıyla 1961’de son buluyor bu girişim. 1963 yılındaki darbe ile Arap Sosyalist Baas Partisi iktidarı ele geçiriyor. Bu yıllar aynı zamanda 1967 yılında İsrail’in komşularına saldırdığı, tarihe Altı Gün Savaşları olarak geçen, Filistin halkına ve bölge halklarına etkilerini hâlâ yaşadığımız bir savaşın da yılları. Bölgedeki çatışmaların da etkisiyle 1970 yılındaki kansız bir darbenin ardından iktidarı ele geçiren Hafız Esad’ın 1971 yılında devlet başkanı seçilmesiyle başlayan iktidarı 2000 yılındaki ölümüne kadar sürüyor. SSCB ile yakın ilişkiler kuran, İsrail karşıtı politikalarıyla öne çıkan bir lider olan Hafız Esad seküler birçok icraat yapmış ve azınlık dinî grupları tanımış olsa da siyasi özgürlük isteyen etnik azınlıklara, özellikle de Kürtlere göz açtırmayışı, Kürtlerin vatandaşlık haklarını bile tanımayıp Araplaştırma politikaları dayatması, bazı dönemler dışında bağımsız işçi, öğrenci hareketlerine izin vermeyişi, demokratik talepleri göz ardı edişiyle de hatırlanıyor.
Hafız Esad’ın ölümünün ardından devlet başkanı olan Beşar Esad aslında babasının yerine geçmesi için yetiştirilmemişti. Gelecekteki başkan olarak yetiştirilen ağabeyi Basil’in 1994 yılında trafik kazası ile yaşamını kaybetmesinin ardından tıp doktoru Beşar Esad’ın siyasi kariyeri planlanmaya başlandı. Hafız Esad’ın ölümünün ardından Suriye anayasası değiştirilerek devlet başkanlığı yaşı 40’tan Beşar Esad’ın o zamanki yaşı olan 34’e indirildi ve 10 Temmuz 2000’de Beşar Esad Suriye devlet başkanı oldu. Seçildiğinde kısmi bir demokratikleşme, insan hakları, ifade özgürlüğü gibi alanlarda siyasi açılım başlatsa da dış politikada yaşanan sorunlar bahane edilerek bu reformlardan vazgeçildi. “Şam Baharı” olarak adlandırılan bu dönem 2001 şubatında sona erdi. Muhalifler tutuklandı, birçoğu ülkeyi terk etmek zorunda kaldı.
Kasım 2010’da Tunus’ta arabasıyla meyve sebze satan üniversite mezunu işsiz bir gencin, Muhammed Buazizi’nin, arabasına polisin el koyması sonucu kendini ateşe vermesiyle başlayan, işsizlik, yoksulluk, siyasi yozlaşma, ifade özgürlüğü gibi nedenlerle birçok Arap ülkesine yayılan, “Arap Baharı, Arap Devrimi” denilen halk isyanları gerçekleşti. Bu isyanlar sonrasında 2011 yılında Tunus’ta Zeynel Abidin Bin Ali, Libya’da Muammer Kaddafi, Mısır’da Hüsnü Mübarek, 2012 yılında Yemen’de Abdullah Salih yönetimleri devrildi. Sokak gösterileri ve isyanlar birçok ülkede hükümet yanlısı milisler ya da ordular tarafından şiddetle bastırıldı. Suriye’de ise Deraa’da başlayan gösteriler 16 Mart 2011’den itibaren ülke geneline yayıldı ve bu gösterilerden 13 yıl süren Suriye iç savaşı çıktı. Yüzbinlerce insan öldü, milyonlarca insan başka ülkelerde sığınmacı oldu.
Petrol zengini olmasa da bölgedeki dengeleri değiştirme, çevresindeki ülkeleri etkileme potansiyeli yüksek bir ülke olan, dışardan karışanın çok olduğu, emperyalistlerin farklı beklentilerle çomak soktuğu, dolayısıyla da şiddetli çarpışmaların yaşandığı bir ülke haline geldi Suriye. Başlangıçta diğer Arap ülkelerinde olduğu gibi kısa sürede iktidarın devrileceği düşünülse de Rusya ve İran’ın desteğiyle uzun yıllar direndi Esad. Bu yıllarda IŞİD’in, cihatçı örgütlerin kafa kesen, kadınları köle pazarlarında satan korkunç görüntülerinin yanında Rojava’da halkların ve inanışların birlikte var olabildiği, seküler, kadınlara köle pazarlarında satılmayı layık gören anlayışı reddeden Kürt kadınların bütün dünyada hayranlıkla izlenen mücadelesine de tanık oldu Suriye toprakları. Bu savaş politikalarından ülkemiz de etkilendi. 2015 IŞİD’in katliamlarını yaşadığımız bir yıldı.
13 yıl süren savaşın deviremediği Esad yönetimi 27 Kasım’da başlatılan saldırıların sonucunda 8 Aralık 2024’te 12 günde devrildi. Savaşın bunca yıl süreceğinin tahmin edilemediği gibi Esad’ın düşüşünün de bu kadar hızla gerçekleşeceği tahmin edilememişti. İşgalci, katliamcı İsrail’in Filistin halkına ve bölgedeki ülkelere saldırılarının da devamı niteliğinde olan emperyalist operasyonlar sonuç verdi ve birçok ülkenin terör listesinde olan, emperyalistlerin arka çıktığı El Kaide bağlantılı HTŞ (Heyet Tahrir el-Şam) Suriye Milli Ordusu’nun da desteği ile büyük oranda kontrolü ele geçirdi. HTŞ yönetimi ele geçirmiş olsa da savaşın en büyük kazananı İsrail oldu. Sadece Suriye halkları değil bölge ülkeleri de kaygıyla izliyor olacakları.
Karşısında cihatçı örgütler olduğu için diktatörleri destekleyemeyiz; demokrasi dışı uygulamalarını, hak ihlallerini görmezden gelemeyiz elbette. Tıpkı El Kaide bağlantıları olan, IŞİD kalıntılarının, cihatçı örgütlerin yuvalandığı HTŞ’nin Batı’ya karşı cilalanmasını, HTŞ lideri Ebu Muhammed Colani’nin (Ahmed Hüseyin el Şara) takım elbiseli, tıraşlı halinin “iyi çocuk” olarak pazarlanışını kabul etmeyeceğimiz gibi. Biz kadınlar bu tavrı kadına yönelik şiddet davalarında fail olan erkeklerin takım elbiseyle mahkemeye çıkıp iyi hal indirimi almalarından hatırlıyoruz. Bu cilayı kazıdığımızda altından kadınlara ve LGBTİ+lara, halklara, Müslüman Sünni inanışlar dışındakilere yaşam hakkı tanımayan bir yapının çıkacağını biliyoruz. Esad’ın gidişinin coşkuyla karşılanmasının yanında yönetimi ele geçiren HTŞ’nin Suriye halklarında yarattığı haklı tedirginlik de ortada. Suriye Milli Ordusu’nun Minbiç saldırısında çocuk yaşta evliliklerle, kadına yönelik şiddetle, kadın cinayetleriyle, kadınların nafaka ve miras haklarının gasp edilmesine karşı mücadele eden Zenubiye Kadın Topluluğu’ndan üç kadını öldürmüş olması bu kaygıyı artırıyor. Kutlamalardaki erkek çoğunluğu, HTŞ’nin İdlib’deki, kadınların sosyal hayattaki varlığını kısıtlayan, LGBTİ+ların varlığının dahi konuşulmadığı şeriat kurallarına dayalı yönetim deneyimi varken Colani’nin “Kimsenin diğerini yok etme hakkı yok” açıklamalarına ne kadar güvenilebilir? IŞİD’le gerçekten mücadele eden, cihatçı örgütlerin yaşam tahayyüllerinin aksine birçok inancın ve halkın birlikte yaşayabildiği, kadınların kazanımlar elde ederek her geçen gün güçlendiği Rojava örneği varken emperyalistlerin beslediği HTŞ’nin IŞİD’le mücadele safsatasıyla desteklenmesi bile tek başına düşündürücü değil mi?
Bunca yıl savaşın acısını yaşamış, ölümle yoğrulmuş topraklarda kaygıdan uzak, özgürlüğün yeşerdiği gelişmeleri yazıp konuşuyor olsaydık keşke. Oysa Suriye’de ve bölgedeki ülkelerde büyük bir belirsizlik ve kaygı var; bugünden net tahminlerde bulunmak çok zor. Hiçbir hak mücadelesinin kolay olmayacağı ortada ama imkansız değil Suriye’de; “Her şeyin her şey olmaya hazırlandığı yerde…”*
* Dizeler Suriyeli şair Adonis’e aittir.